KAPAK – Bir Oda Dolusu Muaz bin Cebel

İman sahibi olmak aynı zamanda iddia, irade ve ideal sahibi olmak demektir. İnandığı doğrulara başkalarını ikna edebilme derdi ile yanıp tutuşmaktır. Akideden neşet eden bir aksiyon, azim, aşk ve adanmışlık ruhu ile toplumsal sorumlulukları kuşanmak, hakikati kitlelerle paylaşmak için harekete geçmek demektir.
Bu ümmetin hayrı, izzeti, gücü ve güzelliği bu görevi yerine getirmedeki gayretine göredir.
Bu ümmetin azizliği, asilliği, ağırlığı ve saygınlığı savunduğu değerler ve çağırdığı doğrulardan dolayıdır. Bu görev terk edilirse ümmetin heybeti, izzeti, bereketi, vahdeti gider. Rabbim bizleri bu duruma getirmesin.
Hz. Ömer radıyallahu anh Efendimizin şu sözünü hiç unutmamak gerekir. “Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam, içimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım.” Allah yolunun hizmetkârı olma gayretinde olan Müslümanları, İslami hizmetlerde ve çalışmalarda etkisiz kalmaktan çok, davet ve İslami hizmetlerde bulunma isteğinin uyanmaması rahatsız etmelidir. Bu duygumuzu yitirmek veya yitiriyor olmak bizi düşündürmeli ve çareler aramaya sevk etmelidir.
Hz. Ayşe radıyallahu anha annemizden nakledilen hadisi şerif de bu durumun nedenini zikretmekte ve görevin büyüklüğünü, değerini ifade etmektedir. “İki sarhoşluk sizi saracaktır. Dünya sevgisi sarhoşluğu ve cehalet sarhoşluğu. Böyle bir zamanda artık iyiliği emretmez, kötülükten sakındırmazsınız. O zaman da Kur’an ve sünneti ayakta tutanlar Muhacir ve Ensar’ın sevapta ileri olan ilkleri gibidir.”(Camius Sağir)
Bu sarhoşluktan kurtulup Kur’an ve Sünneti ayakta tutanlardan olmanın gayretini göstermek için Rabbimizin ayetlerine ve Rasulullah’ın hadislerine kulak vermeliyiz. Cenab-ı Hak, Bakara suresi 193. ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Fitne tamamen ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.”
Yine Nisa suresi 74. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “O halde dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz” Rabbimiz Âl-i İmran suresi 200. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.”
Rabbimiz bu ve bunun gibi daha birçok ayetle bize kendi yolunda niçin ve nasıl mücadele etmemiz gerektiğini en güzel şekilde ifade etmiştir. Müslümanlar dertlerine çareyi Kur’an’da, Hadiste ve Rasulullah’ın hayatında her zaman bulmuştur. Birbirimize süslü sözlerle davetin gerekliliğini, iyiliği emir ve kötülükten nehy etmeyi, Allah yolunda cihadı, mücadeleyi anlatabiliriz ama burada ilk kulak vermemiz gereken Rabbimizdir değil mi? Müslüman, tebliğ ve daveti Rabbi için yapmıyor mu?
Bu davanın, davetin biricik önderi Efendimiz, bu davetin ve yapılan hizmetlerin değerini ve yüceliğini şu hadisle bizlere anlatıyor. “Ya Ali, senin vesilenle bir kişinin hidayete ermesi, üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” Peygamberimizden bu muştuyu duyan sahabe efendilerimiz dünyanın dört bir yanına dağılıp insanların hidayetlerine vesile olmak, Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak için Nebevi Eğitim çalışmaları yapmışlardır. Bu kutlu davanın erleri hala dünyanın her yerinde bu davanın ve davetin mücadelesini vermektedir. Bu mücadelenin ehemmiyetini kavramamız açısından Hz. Ömer radıyallahu anh’ın şu hatırasını paylaşmak isterim;
Zeyd bin Eslem’in, babasından naklettiğine göre; Hz. Ömer radıyallahu anh bir gün dostları ile otururken aralarında şöyle bir konuşma geçmişti; Hz. Ömer radıyallahu anh yanındaki dostlarına:
“Allah’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa, ne isterdiniz?” diye bir soru sormuştu. Oradakilerden biri: “Ben, şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcamak isterdim!” dedi. Bir başkası: “Şu oda dolusu altınım olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim!” dedi. Bir diğeri: “Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam…” dedi. Herkes dileğini söyledikten sonra oradakiler: “Ey Ömer, peki sen ne isterdin?” diye sordular. Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Ben de, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetül Yemânî gibi bir oda dolusu adam isterim ki, onları Allah yolunda görevlendireyim.” diyerek herkesi duygulandıran arzusunu ifade etmiştir. Asıl mesele İslam davasının nefesini yüzyıllar sonrasına taşıyabilecek erlerden olmaktır.
Enes radıyallahu anh dâvetçilerin âhirette nâil olacakları yüksek mertebeleri anlatan bir hadîs-i şerîfi şöyle nakleder; Rasulullah aleyhisselam bir gün şöyle buyurdular: “Size bazı insanlardan haber vereyim mi? Onlar ne peygamber ne de şehittirler. Ancak kıyâmet gününde peygamberler ve şehitler, onların Allâh katındaki makamlarına gıpta ederler. Nûrdan minberler üzerine oturmuşlardır ve herkes onları tanır.”
Ashâb-ı kirâm: “Onlar kimlerdir yâ Rasulullah” diye sordular. Allâh Resulü: “Onlar Allâh’ın kullarını Allâh’a sevdiren ve Allâh’ı da kullarına sevdiren kimselerdir. Yeryüzünde nasîhatçı ve tebliğciler olarak dolaşırlar.”
Ben: “Ey Allâh’ın Resulü! Allâh’ı kullarına sevdirmeyi anladık. Peki, Allâh’ın kullarını Allâh’a sevdirmek nasıl olur?” dedim. Buyurdu ki: “İnsanlara Allâh’ın sevdiği şeyleri emrederler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. İnsanlar da buna itaat edince Allâh azze ve celle onları sever.” (Ali el-Müttakî, III, 685-686; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, I, 367; Heysemî, I, 126)
Hadis-i şerifte ifade edilen davet bilinci ile kuşanmış erlerin yetişmesi sistemli ve planlı bir çalışma ile mümkündür. Böyle sistemli çalışmaların içerisinde mutlaka yerimizi almalıyız. Biliyoruz ki Müslümanlar bir binanın tuğlaları gibidir, binanın tamam olması için bizler binadaki yerimizi almalıyız ki hizmetler aksamadan ilerlesin. İslami eğitim ve davet çalışmalarının ilerlemesi ve İslam sancağının bizden sonraki kardeşlerimize ulaştırılması için;
1- Kendimizi ve çalışmalarımızı yenilemeliyiz, yenilenmeyen bozulur, kokar, çürür. Enerji olmadan yenilenme olmaz. Kur’an ve Sünnet aşkı, bitmeyen enerji kaynağımız olmalı.
2- Allah için sevmek, hizmetleri severek yapmak. Hizmetlerimizi Allah için yaparsak gönüllere girer, gönüller kazanırız, heyecanımızı yitirmez ve asla yorulmayız.
3- Tefekkür dünyamız en güzel İslami hizmetlerin nasıl yapılacağı ile dolup taşmalı. Tefekkür etmeden harekete geçemeyiz. Aklımıza getiremediğimiz, düşünemediğimiz, hayalini dahi kuramadığımız bir dünyayı Rabbimiz bizlere nasıl nasip eder?
4- Örnek olmalıyız. Örnek olacak nesiller yetiştirmeye çalışmalıyız. İstesek de istemesek de örnek alındığımızı unutmamalıyız.
5- Görev ve sorumluluk bilincimiz; İslami hizmetlerde mutlaka bir yerimiz ve görevimiz olmalıdır. İslami hizmetlerdeki görev ve yerimizi almazsak buna bağlı olarak yapılamayan hizmetlerin sorumluluğu ve vebalini taşıdığımızın farkına varmalıyız
6- Tespit yapmakla iş bitmiyor! Çözüm ne? İdeal çözümler bulmak ve çözümü uygulamak sistemli bir yapı ile mümkündür. Sistemi oluşturanlar da bizleriz, bizlerin kalitesi ve sağlamlığı sistemin kalite ve sağlamlığını ortaya koyar.
7- İslam ümmetinin ve bizlerin içinde bulunduğu şartların değişmesini istiyorsak bir bedel ödemeliyiz. Bedelini ödemediğimiz hiçbir şeyin sahibi değiliz.
8- Hatalara, eksiklere ve olumsuzluklara takılıp kalmamalıyız. Bu durumlar, yapılacak hizmetlerimizi engeller, enerjimizi tüketir, böylece yerimizde sayar kalırız. Eksiklik hata ve olumsuzlukları yani hastalığı dikkatle teşhis etmeli, işin ehli kişilerle derinlemesine mütalaa edip değerlendirmeli ve tedavisini yapmalıyız.
Rabbim bizleri bu kutlu yoldan ayırmasın; ilmimizi, azmimizi, muhabbetimizi, imanımızı, ibadetimizi, sadakatimizi arttırsın. Bu yolda hizmet ederken rahmeti Rahman’a kavuşmayı bizlere nasip eylesin. Âmin
Kaynaklar
1- Fethi YEKEN, Çağdaş Davetin Problemleri
2- Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN, Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları
3- Ramazan KAYAN, Nebevi Bir Eylem Davet