Un, Tuz, Su ve Biraz da Maya

Un, Tuz, Su ve Biraz da Maya

Toprağa atılan avuç avuç tohumlar,
Yağmurla buluşup yeşermeye başlar,
Güneşin sararttığı altın saçlı başaklar,
Ayrılınca topraktan yolu düşer değirmene kadar.

Bir sağa bir sola döner taşlar,
Ezilip büzülür araya sıkışan başaklar,
Sararıp solan saçlar,
Olur bembeyaz, toz gibi uçar.

Emekle başlar her yemek,
Un, tuz, su ve birazda maya gerek,
Bir teknenin içinde yoğurup,
Sabırla kabarmasını beklemek.

Yokluğunu çekmediğimiz şeylerin varlığından haberdar değiliz aslında. Bazen şişmanlatır diye yarım bıraktığımız, bazen masalarda unutup güneş ışınlarında kuruttuğumuz ve bazense de başka şeyler yediğimiz için ihtiyaç duymayız ve dolapta küflenmeye mahkûm kalan ekmekler.

Uzun bir evre geçirir ekmek. Ta ki topraktaki tohumdan sofralarımıza gelene kadar. Kimi zaman gramı, kimi zaman fiyatı düşük; kimi zaman gramı, kimi zaman fiyatı …

Bazen annelerimiz ya da büyük annelerimiz de pişirir fırında. Tarifi hep aynıdır. Un, tuz, su ve biraz da maya. Lezzeti de karın doyurucu olmuştur yıllar boyunca.

Aslında hiçbir menüde adı yoktur. Fakat yemeğe gittiğimiz her yerde ilk o gelir masaya. Bazen güzel bir mezeyle bazense yanındaki sapsarı limonu olan, koca bir tabak salatayla. Sürekli göz önünde olduğunda varlığı dikkatimizi çekmez, fakat yokluğu?

İşte bugün o varlığı anlamadığımız kimi insanın onu yemeden doymadığı, kimi insanın bir lokma ısırıp geriye bıraktığı, kimi insanınsa o bırakılan tek lokmanın bile sahibi olmadığı ve her gece aç uyuduğu bir dönemdeyiz.

En son gideceği yer yine çöp olur. Çöp ise gereksiz ve kullanılmayan atıkların atıldığı yerdir. Peki ya ekmek atık mıdır, ya da atık olmaya layık mıdır?

İnsan parasını çöpe atar mı? Çoğu insanların ekmek parası diye gecesine gündüzüne katıp çalışmasıyla doyar karınlar. Tamam, belki bir dilim, fazla değil ama bu ekmeği atan sadece sen de değilsin. Senin yemeyip çöpe attığın bir dilim ekmeği işte o gece gündüz çalışan insanlar bir akşam yemeğinde bölüşerek geçimini sağlıyor.

Afrika… Açlıktan midesi sırtına yapışmış, kaburga kemiklerinin kaç tane olduğunu saydığımız, halsizlikten ayağa bile kalkamayan, gözlerine, ağızlarına karasinekler konan çocuklara bak mesela. O yavruların güç bela kollarını kaldırıp sinekleri kovalamaktan başka yaptığı hiçbir şey yok. Kim istemez donatılmış masaları, çeşit çeşit yemekleri, güçlü olmayı, koşmayı, oynamayı, atlayıp zıplamayı ve her gece tok ve mutlu uyumayı? Tek istedikleri bir dilim ekmek ve keskin bakışlı akbabaların yemi olmaktan kurtulmak. Peki ya kim onların yerinde olmak ister? Hiç kimse…

Afrika uzak geliyorsa çevrene de bakabilirsin. Herkes yaşam mücadelesi veriyor. Denize atılan bir parça simit için yarışan martılar, camın önüne koyulan kırıntılar için ürkek adımlarla yaklaşan küçük kuşlar ve hava karardıktan sonra tek çaresi ses çıkaran karnını doyurmak için utancından kıpkırmızı olan yüzünü saklayarak çöpten yemek arayan ve yaşam mücadelesini böyle devam ettiren insanlar.

Toplumdaki değeri en yüksek olan nimet, yerde görünce kaldırdığımız ve öpüp başımıza koyduğumuz…

Bugün yağan yağmur, yarına toprağa düşmeyebilir. Bugün başakları sarartan güneş, yarına doğmayabilir. Bugün attığın ekmeğe yarın sen de muhtaç olabilirsin.

Bugün ekmek israfını azaltalım,

İhtiyacı olan herkesle paylaşalım,

Ne kimse aç uyusun,

Ne de yarınlarımız umutsuz olsun.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.