KAPAK- İmtihanımızın Farkında mıyız?

KAPAK- İmtihanımızın Farkında mıyız?

 

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde “imtihan” maddesine baktığımız zaman bizi bela maddesine yönlendiriyor. “Bela” maddesi ile ilgili de Süleyman ULUDAĞ’ın açıklamaları şu şekilde:

“Belâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “eskimek; denemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve sıkıntı” mânalarında kullanılmıştır. Firavun’un İsrâiloğulları’na yaptığı korkunç işkenceler “büyük belâ” (belâün azîm, el-Bakara 2/49; el-A‘râf 7/141; İbrâhîm 14/6) ve “açık belâ” (belâün mübîn, ed-Duhân 44/33) diye vasıflandırılmıştır. Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etme teşebbüsüne de “açık belâ” (deneme) denilmiştir (es-Sâffât 37/106). Allah’ın kendisini denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile çıkması da “güzel belâ” (belâün hasen) olarak tarif edilmiştir. Bu mânada Bedir Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer, “güzel bir belâ” yani başarıyla verilmiş bir imtihan olarak nitelendirilmiştir (bk. el-Enfâl 8/17).

Kur’an’da dinî yükümlülükler de belâ kelimesiyle ifade edilmiştir. Bakara sûresinin 155 ve Muhammed sûresinin 31. âyetlerinde belâ (ibtilâ) bu mânada kullanılmıştır. Allah’ın korku ve kıtlık vermesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer belâdır (bk. el-Bakara 2/155). Esasen Kur’an’a göre dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır (bk. el-Mülk 67/2). Hz. Peygamber de denenmek ve denemek için gönderilmiştir (bk. Müslim, “Cennet”, 63). Başta peygamberler olmak üzere Allah herkesi bir belâ ile denemektedir…”

Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’de özel olarak Bakara Suresinin 153 – 157. ayetlerine baktığımız zaman Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirinde özetle şu açıklamalarda bulunuyor:

“153- Ey iman şerefi ile yükselmiş olan tüm iman ehli! Siz herhalde, Size vaad edilmiş olan olgunluk gayesine ermek için her şeyden önce sabır ve namazla yardım isteyiniz.

Önce sabır ve kararlılığa alışınız, nimetlerin kendilerine göre zahmetleri de vardır. Allah’ın bütün nimetlerine, hele sonsuz nimetlerin tamamına anahtar olan iman ve İslâm nimetine şükretmek ve özellikle bunu “ihsan” mertebesinde eda edebilmek elbette kolay değildir. Siz bu girip yürüyeceğiniz yolda ebedi bir gayeye yürüyeceksiniz. Yürürken imtihanlar geçirecek, biri içte, diğeri dışta iki büyük düşmanla çarpışacaksınız.

Ruhen ve bedenen nefsinizi terbiye etmezseniz, sabır ve tahammüle, kararlı ve metin olmaya alışamazsınız, Allah’ın yardımının ilk sebeplerinden birini kaybetmiş olursunuz, tehlikeye uğrarsınız. En ufak bir sıkıntı, bir acı karşısında korkmaya, sızlanmaya başlarsınız. Ümitsizliğe ve gevşekliğe düşersiniz. Şunu biliniz ki sabır, her başarının başıdır.

İmandan sonra takip edilecek yolun başı sabır, ahlâkın başı sabır, ilmin başı sabır, amelin başı sabır, kısaca varlık âlemini tanımanın başı sabırdır.

Sabırsızlık; ivmek ve bir anda her şeyi istemektir. Halbuki yaratıklar, zamana bağlı olup, terbiye kanununa tâbidirler. Zaman ise peş peşe gitmek, yavaş yavaş olmak demektir. Bunun için yaratıkların tam başarıya ulaşmaları derece derece bir silsile takip eder. Bu da sabra bağlıdır. Her şeyi bir anda istemek, hiçbir şey istememektir. Hatta yaşamak, sabretmektir.

Bununla beraber bazı durumlar vardır ki, orada sabır kötüdür, meşrû değildir. Öyle durumlarda hızla savunmak için hayatı feda etmek daha çok tercih edilir ve belki de vâcib olur.

Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir. O’nun en güzel isimlerinden biri de “Sabûr” ism-i şerifidir. Her kimde sabır varsa onda Allah’ın kudretinden bir tecelli kokusu vardır. Hele bu sabırlı kimseler bir araya gelip bir cemaat olurlarsa her halde Allah’ın yardımına ererler. Allah onların daima dostu ve velisidir. Dualarına, isteklerine cevap vermek için Allah’ın yardımı daima onların yanlarında dolaşır. Bu beraberliği göstermeyen, gizleyen şey ise o sabırlı kimselerin dağınık bulunmalarıdır.

Ebussuud, bu inceliğin açıklamasında demiştir ki: “Çünkü, sabırlı olmaya gerçekten girişenler, sabırlı kimselerin cemaatidir. Bu bakımdan bunlar, kendilerine uyulan kimseler olarak gösterilmiş oluyorlar…” Yani bu beraberlik, çalışıp elde edilecek şeylerde Allah’ın iradesinin, kulların iradesinin arkasından geldiğini ifade etmektedir. Böyle olunca Allah’ın “Rahîm” (çok merhamet edici) sıfatının hükmü olan bu ilâhî şerefi bahşetmenin, kullar hakkında ne büyük bir lütuf olduğunu inceden inceye düşünmek gerekir. Sabır meselesinin bütün anahtarı bu noktadadır. Şunda da şüphe edilmemelidir ki, Allah’ın kullarına bu şerefi bahşetmesi, O’nun iradesine bağlı bir lütuftur.

İşte ey müminler! Bunu bilerek zikir ve şükür yolunda sabırla yardım dileyiniz. Bu konuda Allah’ın düşmanlarıyla, malla canla cihada ihtiyaç duyarsanız onu da yapınız. Bu uğurda kaybınız bulunursa onların acılarına, ayrılıklarına da katlanınız.

155-Kısaca, ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyiniz. Çünkü Biz, peygambere tabi olup, olmayanı seçmek ve o nimeti tamamlamak üzere sizi korkudan, açlıktan, mallar, canlar ve ürünlerin eksikliğinden az bir şeye uğratacağız ve böyle bazı sıkıntılarla imtihan edeceğiz.

Ahirette: “Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Âl-i İmrân, 3/170) sırrına ermeniz için dünyada biraz bu sıkıntıları tadacaksınız. Düşmanların hücumu korkusu, kıtlık ve darlıktan dolayı açlık, savaş ve savaş masrafları dolayısıyla mal ve can eksikliği, kazanç ve evlat eksikliği cinsinden herhalde biraz bir şey ile imtihan edileceksiniz.

Bu mutlak ifade içinde bu âyet, İslâm dininde farz kılınacak olan bazı hükümlere ve sorumluluklara bile işaret etmektedir. Korku Allah korkusuna, açlık Ramazan orucuna, mal eksikliği zekata, can eksikliği cihada, şehitliğe ve hastalığa; ürün eksikliği, evlat eksikliği kazanç zayiine işarettir.

Merhum Ali KÜÇÜK de Besairul Kur’an Tefsirinde bu ayetle ilgili olarak özetle şu şekilde açıklamada bulunuyor:

“Bilelim ki bütün bu belâlar insanın imanını, iradesini ve dayanıklılığını güçlendiren hayatın deneyimleridir. Bu imtihanlar sayesinde mü’min güç ve kuvvet sahibi yegâne varlığın Allah olduğunu, insanın âciz olduğunu, kendisinin hadiselere müdahale edemeyecek kadar güçsüz olduğunu, Allah’ın mülkü olduğunu anlayacaktır. İnsan, kendisi mülk olunca Mâlik’e karşı herhangi bir itiraz hakkına da sahip değildir.

E, efendim dünyada bunlar olmasın! Hastalık olmasın! Ölüm olmasın! Sıkıntı, keder olmasın! Bunlar güzel temenniler, ama hayat hiç de böyle değildir. Bakıyorsunuz bir korku, bir kâfir korkusu, bir düşman korkusu, ya da başka korkular bizi sarıveriyor. İşte bu bir imtihandır. Acaba bu korkuyla karşı karşıya kalan insan ne yapacak? Gerçekten Rabbine güvenebilecek mi? Veya meselâ sürekli iyi doymaya alışık olan bizler bir anda açlıkla karşı karşıya bırakılıveriyoruz. Veya bazen mallarda noksanlıkla karşı karşıya geliveriyoruz. Çok kazanıyor iken bir anda bitiveriyor. Güçte kuvvette noksanlık, çok güçlüsünüz ama bir anda gücünüz kuvvetiniz bitiveriyor, ihtiyarlık hastalık gelip belinizi büküveriyor. Ve meyvelerde, ürünlerde noksanlıklar, kıtlıklar, sıkıntılar ve yokluklar. İşte bütün bunlar karşısında:

Sabredenlere müjdele. İşte bütün bunları size biz verdik ve verdiklerimizle sizleri imtihana tabi tutarız, diyor Rabbimiz. Sabredenlere müjdele.

156-Bu acı ve sıkıntıların her birinden böyle biraz çekmekle mükellef bulunmak, bunların tam ve genel bir şekilde herkesi içine almasına engel olacak ve ahirette büyük büyük nimetlere ulaştıracaktır. “Ey Muhammed! Sen sabredenleri ise müjdele. O sabredenler ki kendilerine bir musibet dokunduğu vakit, yani “mümine eziyet verecek her şey, onun için bir musibettir.” hadis-i şerifi gereğince eziyet verecek herhangi bir zarara uğradıkları zaman: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” derler. “Biz, her halde Allah’ınız ve mutlaka O’na dönüp varacağız.” diye Allah’a teslim olduklarını arz edip teselli bulmuş olarak sabrederler. Bunu yalnız dil ile değil, yaratma ve yaratılma gayesini düşünerek bütün kalb ile söylerler.

“Biz Allah’ınız” demekte malı, canı, her şeyi Allah’a teslim ve Allah’ın mülkü olan her şeyde, hatta canlarımızda ve bedenlerimizde bile dilediği gibi yönetim hakkı olduğunu ve acı tatlı O’nun hiçbir tasarrufuna itirazın caiz olmayacağını itiraf ile Allah’ın dilediğini yapmasına, kaza ve kadere razı olduğunu açıklama vardır. Bu makam, pek büyük bir makamdır. Bu makamı kazanan nefse: “Nefs-i râdıye: Allah’ın emrine râzı olmuş nefis” denir demekte ise: “Biz dönüp dolaşıp sonunda mutlaka Allah’a döneceğiz. Başlangıçta yok iken Allah’tan geldiğimiz gibi sonuçta da yine O’na varacağız.” diye görünürde olsun eğreti varlığımızın ölümle sona erip helak olmasına ve bununla beraber gayenin mutlak bir yokluk olmayıp, tamamen buluşma olduğuna iman ve bu imanla Allah yanında kendisinden razı olunma ümidini açığa vurma vardır. Bu makama: “Nefs-i mardiyye kendisinden razı olunan nefis” makamı denir.

Bu ise, isteklerin sonu ve mertebelerin en üstünü olan en büyük rızadır. Lezzetlerin en büyüğü de rıza lezzetidir. İnsanın nefsi önce “nefs-i emmare: Kötülüğü emreden nefis” iken, dini bilgi ve Hz. Muhammed’in ahlâkı olan büyük ahlâk ile ilerleyip gelişerek ikincide “nefs-i levvâme: Kötülüğünden dolayı kendini kınayan nefis”, üçüncüde “nefs-i mutmeinne: Kötülükten temizlenerek Allah’a yaklaşıp huzura eren nefis”, dördüncüde “nefs-i râdiye: Kendisine sonsuz nimetler bahşeden Rabbinden razı olan nefis”, beşincide “nefs-i mardiyye: Allah’ın kendisinden razı ve hoşnut olduğu makbul nefis” olur ki, Fecr sûresindeki: “Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, o da senden razı olarak Rabbine dön.” (Fecr, 89/27-28) şeklindeki ilâhî hitap, bunun beyanıdır. Bu dönüşün, bir yere ve bir yöne intikal suretiyle olmadığı ortadadır. Çünkü Allah Teâlâ yön ve mekandan münezzehtir. Bundan dolayı burada üç mânâya ihtimal vardır:

1- Bu, nefsimiz hakkında bir son bulma ikrarından kinâyedir.

2- Bâki (sonsuz) olma ikrarıdır.

3- Bir yönden yok olmayı, bir yönden ebedî kalmayı ikrardır.

Bizce doğrusu, bu üçüncüsüdür. Çünkü bu, hepimizin zatının sona ermesi ile Allah’ın baki olmasını ikrar etmektir.

157-Böyle bir tevhid ile bütün ümidini bakâbillaha dayandırarak “râdiye” ve “merdıyye” makamlarına ermiş olan sabırlı kimseler, her müjdeye layıktırlar. Bunları şu âyetle müjdele: İşte Rablerinin salevât ve rahmeti bunlara mahsustur ve işte hidayete ermiş, doğru yolu tutmuş olanlar ancak bunlardır.

Allah’ın salevâtı, bütün günahların bağışlanmasıdır. Allah Teâlâ, bunların günahlarını tamamen örter. Onları rahmetiyle öyle mükafatlara, öyle nimetlere ulaştırır ki, bunlar dünyada ne görülmüş ne duyulmuş ne de insanın akıl ve hayaline gelmiş şeyler değildir. Bunlara: “Gir iyi kullarımın arasına! Gir cennetime.” (Fecr, 89/29-30) denecektir.

O sabırlar, ancak yerine getirilmesi mümkün olmayan Allah’a şükürde meydana gelecek kusurları, günahları örtecek ve onların yerini sevaplara bırakacak ilâhî yardımlardandır. Müminler, bunu bilerek, sabır ve namazla yardım istemelidirler. “Râdiye” ve “merdıyye” makamlarını kazanmalıdırlar. Namazlarında Mescid-i Haram tarafına yönelerek Allah’ı zikredip, O’na şükretmelidirler ki vaad edilen dünya ve ahirete ait nimetler tamamlansın, ebedî hoşnutluk lezzeti ihsan edilsin.”

***

İnsanoğlunun imtihanı Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yaratılışı ile başladı. Cennette yaklaşmamaları gereken ağaca yaklaşarak ilk imtihanlarını kaybettiler ve kendilerine verilen nimetlerden belli bir süre mahrum kaldılar. Dünyaya geldiklerinde de imtihanları bitmedi. Evlatlarıyla imtihan oldular. Kabil Habil’i öldürdü. Dünyaya gelemeden başlayan imtihanımız dünyada artarak devam etti ve ediyor. Yukarıdaki meal ve tefsirleri dikkatle okuduğumuz zaman başımıza gelen imtihanların bizi olgunlaştırması ve Rabbimize daha çok yaklaştırması gerektiğini görürüz. Hz. Adem 40 yıl Rabbimize tevbe etti. Hz. Yunus balığın karnında Rabbini suçlamadı. Nefsine zulmettiğini söyledi. Bizler imtihanları tekrar etmekten ziyade imtihandan sonra Rabbimize yaklaşacak yollar aramalıyız. Hatasında ısrar edenin şeytanlaştığını, hatasından tevbe edeninin de Ademleştiğini, adamlaştığını aklımızdan çıkarmamalıyız.

Hz. Adem ve Hz. Yunus aleyhisselam’ın duaları bizler için çok güzel bir formül gibidir. O formülü hayatımızda sıkça kullanmalıyız ki başımıza gelenleri rabbimizden değil nefsimizden bilelim. Değilse sorumluluğu ya da kabahati sürekli yaratana yükleyen biz zihniyet yapısından kurtulamayız. Son depremde bazı cümleler gerçekten ne demek istediğimizi özetler mahiyettedir. TOKİ’nin yaptığı evler yıkılmadı, cümlesini okuduğumuz zaman Rabbimiz hiç ortada yokken, depremde yıkılan ya da vefat kardeşlerimizle ilgili hemen ‘kader’ kelimesini kullanarak bir nevi suçu ya da sorumluluğu Rabbimize yüklemiş olmuyor muyuz? İlahi kudreti iliklerine kadar hisseden birisi bu tür cümleler kullanabilir mi? Bizler nimetler verilirken şükrederiz. Nimetler elimizden alındığında ise sabrederiz. Her halükârda “Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” ayetini vird ediniriz. Rabbimizin bizimle olduğu bilincini kazandıktan sonra nimet verildiğinde ya da elimizden alındığında bizler de duygu olarak pek de bir değişikliğin olmadığını idrak edeceğiz. İmtihanın büyüklüğü ile sabrımızın büyüklüğü artacak, nimetin çokluğu ile de şükrümüz daha da artacak.

Söylediğimiz sözlerin bizleri nerelere götüreceğine lütfen dikkat edelim. Fecr Suresi 14. ayette Rabbimiz: “Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.” buyuruyor. Her hal ve şartta gözetleme altında olduğumuzu unutmayalım. Bizler Rabbimizi görmüyoruz ama Rabbimiz bizleri her an görüyorsa bizleri yardımsız bırakır mı? İmtihanımızın farkında olalım ve kazananlardan olmaya gayret edelim.

***

Cibril hadisi diye meşhur olan hadisimizde iman ve İslam anlatıldıktan sonra üçüncü sırada ihsan kavramı yer alır. Tanımlanırken de; biz Allah Teala’yı görmesek de Allah Teala’nın bizi gördüğü ifade edilir. İnananlar olarak, meşhur Hadis-i Şerifimizdeki ihsan kavramını bilmekten yaşama boyutuna geçersek Rabbimizin bizleri imtihanını çok rahat karşılayacağız ve kalben çok rahat olacağız. Çünkü imtihana muttali olduğumuz anda aklımıza hemen Rabbimizin bizleri gördüğü gelecek. Manevi bir destek olduğunu anlayacağız. Hz. İbrahim aleyhisselam ateşe atılırken Cebrail aleyhisselam’a Rabbim benim bu halimi görüyor mu demişti ya hani. Bizler hangi imtihanla karşılaşırsak karşılaşalım Rabbim beni görüyor ya, bu sıkıntı benim için Rabbimin izniyle çok rahat atlatılır diye düşünürüz.

Bilme düzeyinden yaşama düzeyine geçmediğimiz hiçbir kavram aslında bizler için pek de bir şey ifade etmeyecektir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.