KUR’AN İKLİMİ / Evlat

“Bu, Rabbinin kulu Zekeriya’ya olan rahmetini anmadır. O, Rabbine içinden yalvarmıştı. Şöyle demişti: Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olmadım, bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu benden sonra yerime geçecek yakın akrabalarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! O’nun rızanı kazanmasını da sağla.” (Meryem, 2-6)
Çocuk sahibi olmayı istemek sıradan bir canlının “benim de yavrum olsun” içgüdüsünden ve arzusundan farklıdır. Benim çocuğum olsun demek ben de dünya medeniyetine katkıda bulunayım, benim de bu muhteşem tabloda hoş bir sedam kalsın, benim de ölünce arkamda bırakacağım hayırlı bir kuşak kalsın arzusudur.
Yüce kitabımız yaşlılık hallerinde dahi çocuk arzusu ile yanan, yakaran peygamberleri örnek verir:
Dualar, dualar… Bir Peygamberin değil birçoğunun, bir insanın değil yüzlercesinin arzusu. Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan göğsü gere gere istenecek hayırlı bir dua. Ancak şu kadarı da var ki “İsteyenler sorumluluğa hazırlar mı?” sorusu çok önemli ise de cevap aceleden “evet”tir. Madem evetti de madem anneler-babalar yeni bir nesli, yeni bir toplumu yetiştirmeye hazırdı da bu manzara nereden çıktı? Bu sefihler güruhunu yetiştirenler de anne ve baba değiller mi? Çocuk istemek, sahip olmak, onu sevmek ve onu başıboş bırakmak mıdır?
İnsan orta bir çizgide yaratılmıştır. Mükellefiyet çağıyla birlikte ya yukarıya doğru melekût âlemine yükselecektir ya da aşağıya doğru esfele safiline yani hayvanattan daha aşağıya inecektir.
“And olsun ki cehennem için de birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.” (Araf, 179)
Nefsimizden başlayarak NESLİMİZİ iyi bir analize tabi tutmalıyız. Sıradan bir canlı mıyız? Yoksa melekût yolunun yolcuları mıyız?
Müslüman topluma bakalım. Bu insanlara Allah’ın ayetleri gelmiş midir? Yoksa gelmemiş midir?
Milyonlarca litre ile ifade edilen alkollü içki tüketimini bu ülkenin çocukları yapıyor. Milyonlarla ifade edilen uyuşturucuyu yine onlar tüketiyorlar. Cenab-ı Hak iffetsizliği ve ona götüren yolları yasaklıyor, ama işte ürünlerimizin, çocuklarımızın durumları!
– Sahi biz Müslümanlar yeni bir nesle örnek olmada başarılı mıyız?
– Gerçekten bu toplum o yüce insanların çocukları mı?
– Sahi anneleri, babaları bunun için mi çocuk sahibi olmak istediler?
– Böyle giderken hakikaten Batı’yı yakalayıp geçecek miyiz?
Yoksa biz ay çekirdeği çiçeği gibi miyiz? Bilirsiniz o çiçeğe şemsi kamer de denir. Çünkü hareketlerini güneşe göre ayarlar. O hangi tarafa geçerse çiçekte o yöne döner.
Bizler de kılık ve kıyafetimizi Allah azze ve celle’nin istediği için değil de sanki güneşin zorunluluğu gibi ayarlıyoruz diye düşünüyorum. Etrafımıza baktığımız da kışın Allah’ın emri imiş gibi örtünen ve şimdi şu kılıkta olan bizim evladımız mı?
Ne oldu bize ve hayır umduğumuz evlatlarımıza? Nedir, bu Müslümanlığın ateizmden ya da Yahudi ve Hristiyanlıktan farkı? Sanki komünizm ve düşüncesi Rusya’dan tasfiye edilmekle bitti gibi düşünüldü, oysa pratik kazandı. Sosyal hayat nefsanî arzularla yaşanıyor, Allah’ın düşmanlığı manevi değer düşmanlığı ile yaşanıyor, sonra cami avlusuna getirilen acınası müslümanın namazı kılınıyor. Bilemiyoruz belki de İslam düşmanı Müslüman! Musalla taşında ve hor hakir gördüğü müslümanlar ona son görevini yapıyor.
“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir.” (Tahrim, 6)
“Ey inkâr edenler! Bugün özür beyan etmeyin, ancak işlediklerinizin karşılığını görmektesiniz denir.” (Tahrim, 7)
Ayeti kerimelere baktığımızda kendimizi korumak görevi de ailemizi ve çocuklarımızı koruma görevi de bize verilmiştir. Bu hem çok önemli bir görevdir hem de çok önemli bir fırsattır.
Toprağa atılan bir kayısı çekirdeğinden yetişen kayısılar ve onlardan yetişen kayısı ormanları gibi dünyaya gelen hayırlı bir evlat ve ondan gelen nesiller de ilk atasına rahmet vesilesi olacaktır.
Efendimiz aleyhisselam: “Kişi öldüğü zaman şu üç şey hariç amel defteri kapanır. Bunlar şunlardır: Sadaka-i cariye, faydalanılan ilim, kendisine dua eden hayırlı bir evlat.” buyurmaktadır.
Ve Cenab-ı Hak hepimizi tevbeye çağırıyor:
“Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi içinden ırmak akan cennetlere koysun. Allah’ın peygamberini ve onunla beraber olan mü’minleri utandırmayacağı o gün, ışıkları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve ‘Rabbimiz ışığımızı tamamla, bizi bağışla, doğrusu sen her şeye kadirsin.’ derler.” (Tahrim, 8)