KAPAK-Zalim Zulmünün Esiridir

KAPAK-Zalim Zulmünün Esiridir

Zulüm, sosyolojik ve terimsel tanım olarak baktığımızda, insanların ve diğer canlıların hayatına ve hakkına tecavüz etmek, zorbalıkla veya şeytanlıkla, başkalarına hakaret ve hıyanete yönelmek, insafsız ve vicdansız davranışlara girişmek demektir. Herhangi bir hakkın gasp edilmesine ve gecikmesine sebep olmak, görev ve yetkilerini kötüye kullanmak, hile ve hıyanetle hakkı olmayan makam ve menfaatlere konmak da zulümdür.

 

Kur’an, zulüm kavramını adaletin, imanın, tevhidin zıddı olarak tanımlıyor. Zulüm; sevginin, şefkatin ve adaletin de zıddıdır. Zulüm; haddi aşmak, kötü, kaba davranmak ve insanları sıkıntıya sokmak, eza-cefa vermektir. Zulüm, karanlık demektir, aydınlıktan mahrum kalmak demektir. Zulüm, Allah’ın gazabını ve lânetini celbetmek demektir.

 

Zulüm; örtmek, karartmak, söndürmek, bozmak, yok etmek, işleyişi tersine çevirmek anlamlarını da içerisinde barındırarak ortaya konuluyor. Kötü eğilimlerin somutlaşmış son hali şeklinde karşılık buluyor.

 

Yukarıdaki tanımdan da yola çıktığımızda bu olumsuzlukları bizzat yapan, yapılan zulme kalbiyle bile olsa sessiz kalarak razı olan kişi ise zalimdir. “Zulmedenlere meyil/eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud, 11/113)

 

“Zalim” ve “zulüm”, Allah Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de üzerinde en fazla durduğu kavramlardandır. Kur’an-ı Kerim’de küfürle, şirkle eşdeğer ve bu öncüllerin kabulüyle cahiliye ortamına dönüşen toplumların genel hallerinin tespiti olarak zikrolunan zulüm kavramı, Allah’ın kendi alanına (Allah’ın sıfatlarının adlandırıldığı gaybi alana) müdahale olarak değerlendiriliyor ve şirkin en büyüğü olarak tanımlanıyor: “Muhakkak Allah, inkâr edenleri ve zulmedenleri ne bağışlar ne de doğru bir yola eriştirir.” (Nisa, 4/168)

 

“Ey oğulcuğum Allah’a şirk koşma. Çünkü şirk en büyük zulümdür.” (Lokman, 31/13) Zulüm kavramını imanın, hayrın, güzel ahlakın zıddı olarak tanımlayan Rabbimiz, insanın vahye tabi olması çerçevesinde vahiyle uyumlu davranışlarını İslam diye adlandırıyor ve ortaya koyacağı tanıklığını adil şahitlik olarak nitelendiriyor. Yani yaratılış amacına uygun olarak Kur’an, zulme karşı çıkmamızı, zalimlere karşı koymamızı, her türlü zulme tavır almamızı bize emrediyor. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de zalimlerden bizlere örnekler vererek, onların akıbetlerini gözlerimizin önüne sererek, her konuda olduğu gibi bu durumdan da ibretler almamızı bizlere söylüyor.

 

İnsanlık tarihi boyunca zulüm hep olmuştur. Ancak şu da bir gerçektir ki, zulmü yapan zalimlerin de sonu ahirette hüsran olacağı gibi dünyada da hiç iyi olmamıştır. Sadece Müslümanlara zulmeden zalimler değil gayrimüslim de olsa masum insanlara zulmeden zalimlerin sonu da bu dünyada hiç iyi olmamıştır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

 

Hiç kimse yoktur ki, cinayetlerinin, zulümlerinin, vahşetlerinin büyüklüğü ve mahiyetinin ehemmiyeti, vazifesinin sorumluluğu ve azameti ölçüsünde mükâfat veya cezadan kaçabilsin. Hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları vaatleri ile koltuğa yapışıp mazlumların kanından beslenen, kan akıttıkça makamlarını sağlamlaştıran o kadar gaddar, zalim idareciler geldi geçti ki dünyadan…

 

Bir sivrisinek için beynini tokmaklattırıp sonra da o sivrisineğe yenik düşerek tarihe kara bir sayfa olarak geçen Nemrut’tan, küfrün yerle yeksan oluşunun sembolü Firavun’a, zevki uğruna kendisine muhalefet edenleri aç aslanlara yem eden, Roma’yı çıra gibi yakıp, şehrin yüksek yerine yaptırdığı sarayının balkonundan manzarayı seyreden ve nihayetinde kendi kölesinin kılıcı ile parçalanan diktatör Neron’dan, Kâbe’yi yıkmaya gelirken Ebabil kuşları tarafından vücudu lime lime olan zalim Ebrehe’ye, Hırsla saldırdığı dünyadan, perişan, aşağılık, zelil vaziyette elveda bile diyemeden giden, hırsın, gururun, egonun sembolü Napolyon’a,

 

Bizans’ın mağrur imparatoru, Alparslan’a esir düşen, sonra kendi halkı tarafından gözlerine mil çekilen vahşi Romanos Diogenes’den, sayısız zulümlere imza atan, bir maymunun kolunu ısırması neticesinde kudurarak ölen Yunan Kralı Aleksandros’a, binlerce silahsız Habeşlinin katili, kendisini devirenler arasında olan damadı Ciano’yu idam ettirip tüm liderleri öldüren ve nihayetinde, bir zamanlar topuklarını yalayan kendi adamları tarafından üzerine sayısı kurşun sıkılarak bir benzin istasyonunda ayaklarından baş aşağı asılı bulunan faşist Mussolini’den, dünyayı zapt etmeye niyetlenen, yolun sonu göründüğünde bir sığınakta önce, metresine kurşun sıkıp, sonra da şakağına namluyu dayayıp tetiğe basarak intihar eden Adolf Hitler’e,

 

Halkı açlıktan kırılırken, kırk odalı villasında çılgınca zevk-sefa peşinde koşan, ancak kimsenin aklından bile geçiremeyeceği bir hadise ile Başkanlık Sarayının balkonundan halka hitap ederken, kalabalık arasından önce homurdanmaların yükselmesi, sonra halkın bir yanardağ gibi patlayan öfkesi ve çıplak kralın tüm dünyanın gözü önünde 1989’da kurşuna dizildiği Nikolay Çavuşesku’dan, Komünist İhtilalin Babası, astığı astık, kestiği kestik, Bolşevik Devriminin beyni ve yine bir Komünist olan İspanyol Jacson’un çekiç darbeleri ile beyni darmadağın olan Lenin’e, milyonların katili, yaptıklarının bedelini ödemekten kaçmak için, saçlarını boyatıp kılık değiştirerek kaçmaya çalışan Kamboçya’nın Zulüm mikrobu Pol Pot’a,

 

Filistinlilerin ahı ile yıllarca acı içinde kıvranan, asırlarca İslam Birliğinin öncülüğünü yapan Osmanlı Devletine ihanet edip, paralı ve İngiliz askerleri ile ortak olup, Mukaddes Toprakları müdafaa için, Hicaz’da ve Filistin’de bulunan Mehmetçiği arkadan hançerleyen, İngiliz kızı ile evli, yaklaşık beş bin Filistinlinin katili olarak tarihe “Kara Eylül” olarak geçen, vahşetin bir numaralı aktörü, kalbi ve beyni dışında vücudu tamamen ölen ve makineye bağlı yaşayan, ailesi tarafından makinenin fişi çekilerek 1992’de resmen ölen, öldüğünde İsrail’in yas ilan ettiği, İngiltere’de bayrakların yarıya indiği, ABD’nin derin üzüntülerini bildirdiği, Kral Hüseyin’den, Şaron’a ve isimleri sayılmaya kalkılsa sayfalara yetmeyecek bir yığın zalim ve gaddar idarecilerin hazin sonları, öyle görülüyor ki şimdinin zalimleri için hiçbir şey ifade etmiyor.

 

Nahl suresi 60. ayette Allah Teâlâ “Ahirete inanmayanlar kötü sıfatlarla anılır; Allah’a ise en yüce sıfatlar yaraşır. O azizdir, hakîmdir.” buyurarak cahiliye dönemi müşriklerinin zalimce bir uygulamasını da bizlere misal olarak veriyor. Müfessirler, genellikle ahirete inanmayanlara ait olduğu bildirilen “kötü sıfatlar”ı, erkek çocuklara ihtiyaç duyup kız çocukları aşağılamak ve reddetmek, ilkel bir namus anlayışı veya geçim endişesiyle onların canına kıyacak kadar merhametsizleşmek ya da cimrileşmek; Allah’a yaraştığı ifade edilen, “en yüksek nitelikler”i de O’nun evrende hiçbir şeye muhtaç bulunmayacak derecede eksiksiz-kusursuz olması, yaratılmışlara özgü vasıflardan münezzeh bulunması şeklinde sıralamışlardır. Ancak âyeti daha kapsamlı düşünmenin de mümkün olduğu kanaatindeyiz.

 

Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde olduğu gibi bu sûrenin 17. âyetinden başlayan bölümünde de putperestlerin inançları, tutum ve davranışları, uygulamaları, töreleri ve son olarak kız çocuklarıyla ilgili merhametsiz telakkileri eleştirilmektedir; 56. âyette ise Allah adına yemin edilerek bütün bunlardan dolayı sorguya çekilecekleri açıkça bildirilmektedir. Fakat onlar, nefislerinin esiri olmaları, günah işleme arzusuyla dolup taşmaları yüzünden böyle bir sorumluluğu kabule yanaşmıyor, bundan dolayı da ahirete inanmıyorlardı; çünkü böyle bir hayatın varlığına inanmak, yaptıklarının hesabını vereceklerini kabul etmek anlamına gelecekti. Zira onlar ahirete inansalardı bu sıfatlardan da kurtulmaya çalışırlardı.

 

Sonuç olarak, Cenab-ı Allah hiçbir kuluna zulmetmez. İnsanlar kendi kendilerine zulmederler. Kendisi zulmetmediği gibi kullarına da zulmü yasaklamıştır. Yapılan zulmün karşılıksız kalmayacağı hem dünyada cezalandırılabileceği hem de ahirette cezalandırılacağı gerçeği de bize haber verilenler arasındadır. Bu zulüm ateşi karşısında bize düşen görevleri iki maddede özetleyebiliriz:

 

1. “Allah hiçbir nefse gücünün yetmediği yükü yüklemez.” âyetinden aldığımız dersle, gücümüzün neye yettiğini iyi tespit etmeli, mazlumlara yapmamız gereken her türlü yardımı eksiksiz yapmaya çalışmalıyız.

 

2. Bu yardımların geçici bir tedbir olduğunu bilip, gerçek tedbirin “düşman karşısında ondan daha güçlü olmaktan geçtiğinin” şuuru içinde tembelliği, eğlence ve sefahati, israfı, gayrimüslimleri kendi sermayemizle besleme gafletini terk ederek kalkınmamıza hız kazandırmalıyız. Sadece zengin olmak için değil güçlü olmak, zalimlere “dur” demek ve mazlumları kurtarmak için bütün gücümüzle çalışmalıyız.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.