İMBİK- Delilere İftar

İMBİK- Delilere İftar

“Yapma yahu!” dedi, “Niye karşı çıkıyorsun garibanlara iftar yemeği vermeye?” Çıkışma biçimindeki cümleye Nadiye Hanım hemen cevap vermek yerine gözlerini eşinin gözlerine dikmeyi tercih etti. Saniyeler geçmesine rağmen bakışlarını çekmedi. Bakışlarının etkili bir sindirme aracı olduğunu keşfetmişti Muammer Bey. Dayanamadı, gözlerini Lâdik halısının desenleri arasına indirmek zorunda kaldı. -Uzun süre baktığında hanımı Nadiye’nin çakır bakışlarından yayılan parlak ışıkların gözlerinden yaşlar gelmesine sebep olduğunu, daha evliliğinin ilk yıllarından itibaren bildiğinden genellikle bakışlarını sürdüremezdi.-

Nadiye “Ben senin iftar yemeği vermene karşı değilim. Bilirsin ki böyle hayır hasenat işlerinde seni asla yalnız bırakmadım. Geçen Perşembe akşamı bir iftar verdik. Sıkıntı çıkmadı. Gayet güzeldi. Yemeklerimiz hem yeterli geldi hem de tadı tuzu yerinde idi. Komşular da beğendi. Memnuniyetlerini izhar etmekten geri durmadılar. Vallahi, içimden gelerek söylüyorum, beğenmelerini söylemeleri önemli değil. Lakin bir hanım pişirdiği yemeğin beğenilmesini yine de ister. Ben Allah’ın nimetlerini israf etmekten geri dururum. Her neyse…” dedi. Gözlerini tavana kaldırdı. Sesini yükseltti: “Ama şimdi sen diyorsun ki şehrin delilerine yemek verelim! Koca Konya’nın delisi mi biter?”

Başını kaldırırken kırmızı-lacivert halı desenlerinden gözlerini çekmek zorunda kalan Muammer Bey tekrar hanımına bakarak, “Kaç deli var, kaç deli? Söyle bakalım? Topu topu yirmi, yirmi beş kişi. Deli mi kaldı memlekette! Üstelik bunların hepsi deli değil zaten. Ahrazlar da var bunların içinde. Benim tanıdığım altı tane ahraz var. Hem dilsiz hem sağır bunlar, biliyorsun.” Son cümlesi ağzından çıkarken işaret parmağını sağa sola sallayarak bu insanların zararsız olduklarına vurgu yapmıştı. Nadiye Hanım, “Sen ne kadar inatçı bir herifsin, sana laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor… Hasbünallah ve ni’mel vekil” diye içinden geçirdikten sonra zoraki yumuşamış göründü ve: “Peki, o zaman yirmi beş kişiden fazla olmasın. Zaten oruç tutmadıkları için fazla yemek yapmayalım.” diyerek yüzünü ekşitti.

Muammer Bey de -hah şöyle yola gel- diye hızlıca içinden geçirdiği düşüncelerden sonra “Sağ ol! Allah razı olsun, hanım. Ne de olsa eşraftanız. Bu sene bir başlayalım. Tecrübe etmiş oluruz. Beğenirsek her Ramazan ayında iftar veririz. Onlar da Allah’ın kulları. Masumlar topluluğu. Sen de bilirsin ki tarihte birçok delinin veli olduğu ancak öldükten sonra anlaşılmıştır. Tevekkeltü tealellah. Sen hiç merek etme, ben Heli’yi bulup konuşacağım. Ne de olsa en akıllıları. Zaten sık sık bir arada bulundukları arkadaşlarını, ahrazları yarın akşama toplar getirir. İnşallah bir sıkıntı, bir müşkül olmaz, tasalanma!” dedi.

Konuşma bittikten sonra Nadiye Hanım, salondan düşünceli düşünceli ayrıldı. Muammer Bey biraz daha oturduktan sonra kalktı. Duvar saatine baktı. İkindi ezanına yedi dakika vardı. Paltosunu giyindi. Mahalle camisine doğru yönelmek için bahçe kapısından çıktı. Namazdan sonra Heli ve arkadaşlarının eğlendikleri Kayalı Park’a gitti. Sağa sola baktı. Heli’yi bulamadı. Parkta öteyi beriyi süpüren görevliye sordu. Heli’nin İplikçi Cami’sinin ihata duvarında birkaç deli ile oturduğunu öğrendi. İplikçi camisine doğru yürüdü. Heli’ye selam verdi. Durumu birkaç defa anlattı. Ne yapacağını tembih etti. Son olarak, “Bak Heli! Yarın akşam ezanından önce arkadaşlarını ve ahrazları getiriyorsun. Bizde yemek yiyeceksiniz. Unutma sakın, herkesi al gel!” demekten kendini alamadı. Heli’yi görevlendirmekle iyi ettiğini düşünerek mutmain bir halet-i ruhiye ile eve döndü.

Deli Heli, ertesi gün öğleden sonra Kayalı Park’a geldi. Oradaki delileri organize etti. Hep beraber yakın sokaklardaki deli ve ahrazları bulmak için yola koyuldular.  Heli, gördüğü delilere “İftar yemeği var, yemek var, oraya gideceğiz.” diyerek durumu anlattı. Ahrazlara da el kol işaretleri ile yemeği ve daveti anlatmaya çalıştı. Böylece ne kadar deli, ahraz varsa ikindi ezanından sonra Muammer Bey’in köşkünün önünde toplanmaya başladı. Nadiye Hanım pencereden olanları görünce “Eyvah! Korktuğum başıma geldi, deliler erkenden toplanmışlar” diye mırıldandı. Hemen kendince bir karar aldı. İftar vaktine kadar dış kapıyı hiç açmamanın daha hayırlı olacağını hane halkına açıkladı. Evden çıkmak zorunda olanların da dış kapıyı hemen kapatmaların söyledi.

Yemekler hazırlandı. Sofralar açılıp serildi. Siniler sofralara yerleştirildi. Kaşıklar ve çatallar tevzi edildi. Ekmekler siniye kondu. Dış kapı açıldı. Sabırsızlıkla bu anı bekleyen grup bağırıp çağırarak içeri girerken zorlandı. Üç dört tanesi birden kapıdan geçmek istediğinden sıkışmalar oldu. Muammer Bey ve kâhyası İbrahim Efendi sıkışanların kollarından çekerek kapıdan geçmelerine yardımcı oldu. Muammer Bey, bu arada gülmekten kendini alamıyordu. Bir taraftan da trajikomik bir durumda olduklarını düşünüyordu.

Deliler ve ahrazlar salondaki sofraların etrafında yerlerini aldılar. Kimi deliler ezanı beklemeden ekmeklerin kenarlarından kopararak yemeye başladı. Kop Kop Zekeriya, ağzındaki ekmeği çiğnerken arkadaşına “oğluum top atılmadan niye orucunu bozdun!” deyip sert çıktı. Arkadaşı Cözürük Selami cevap vermeden yemeye devam etti. Ahraz Bebe de bir takım sesler çıkarıp el kol işaretleri ile Cözürük Selami’ye kızdığını belli etti.

Derken iftar topunun gürleyen sesi duyuldu. Ezanlar başladı. Heli “Bismillah” diyerek tutmadığı orucunu açtı. İftar topunu bekleyen diğer deliler de kimi tekbir getirerek, kimi eûzü çekerek, bazıları da sadece “Allah, Allah” diyerek oruçlarını açmış oldular. Bamya çorbası, etli ekmek, ayran, salata ve tel kadayıftan oluşan iftar yemekleri bir bir yenildi. Sofradan kalkılmadan birer de kahve ikram edildi. Teravih vakti yaklaşıyordu. Fakat o da ne! Delilerin kımıldadığı yok. Muammer Bey “haydi arkadaşlar, iftar yemeği sona erdi, evlerinize gidebilirsiniz.”demesine rağmen hiçbir deli ya da ahraz yerinden kalkmadı. Kâhya İbrahim Bey biraz sertçe aynı cümleleri tekrar etti. Hane halkından da bu minvalde uyarılar oldu. Lakin yine sonuç alınamadı.

Aman Allah’ım bu ne iştir? Zaman geçiyor, deliler yerlerinden kalkmıyordu. Bu arada kaşık çatal sesleri yükselmeye başladı. Misafirler kaşıkları çatalları boş tabaklara vurarak “yemek, yemek” diye bağırıyorlardı. Muammer Bey, kısık bir sesle “Al başına belayı, ne yapacağız biz şimdi!” diyerek salondan çıktı. Kâhya İbrahim’i de yanına alarak mutfaktaki Nadiye hanımın yanın vardı. Nadiye hanım, “Ah herif ah, bütün bunlara sen sebep oldun” deyip üzüntüsünü yansıttı. Muammer Bey cevap vermedi. Soğukkanlılığını terk etmeden durumu özetleyip ne yapacaklarını sordu. İstişare ettiler. Bir karara vardılar. Muammer Bey ve İbrahim Efendi salona tekrar döndü.

Muammer Bey, “Heli, gel buraya! Şimdi seninle trencilik oynayacağız. Ben makine dairesiyim, sen ve arkadaşların kompartıman. Bütün arkadaşlarını arkana tak, peşimden gelin.” diyerek emredici bir tavır takındı.

Heli söyleneni hemen yapmaya başladı. Arkasından uzattığı kollarını Muammer Bey’in göbeğinin üstünde kenetledi. Deliler ve ahrazlar da “Ne oluyor?” kabilinden Heli’nin yaptığını tek sıra halinde birbirlerine yaptılar. Muammer Bey, bir tren kornası taklidi yaparak hareketi başlattı. Etraftakiler gülmelerine engel olamadılar. Daha sonra yavaş yavaş “cufcuf cufcuf” sesleri çıkartmaya başladı. Bu ses herkesin hoşuna gitti. Mutfak kapısından manzarayı merakla seyreden Nadiye Hanım ise gülerek hoşlanma derecesini belli ediyordu. Peşi sıra deliler de “cufcuf cufcuf” seslerini çıkartmaya başladılar. Sesler arş-ı alaya bir acayip şekilde karmaşık huruç ediyordu. Kompartımanı oluşturan delilerin elleri de tren tekerleği gibi daireler çiziyordu. Muammer Bey önde; Heli hemen arkada, onun arkasında yirmi, yirmi beş kadar insan “cufcuf” sesleri eşliğinde salondan tek sıra halinde çıktı.

Bahçeye geçilince toplu çıkan “cufcuf” sesleri hızlandı. Dış kapıda bekleyen İbrahim Efendi kapıyı açtı. Trenin makine dairesi kapıdan çıktı. Kompartımanlar onu takip etti. Gece yarısına kadar o sokak senin, bu sokak benim tren dolaştı durdu. Muammer Bey delileri nerede nasıl bırakacağını düşünmemişti. Bunu niye düşünmediğinin ıstırabı ile dili cufcuf dese de zihni çareler aramakla meşguldü. Sonra“cufcuf” seslerinin zayıfladığı bir anda birden kendini yere attı. “Heli.” dedi, “Makine dairesi bozuldu; hemen sen makine dairesi ol! Kompartımanları götür.” Heli makine dairesi olmanın sevinci ile cufcuf seslerini yükselterek treni nereye gittiği belli olmayan bir yöne doğru götürmeye başladı.

Muammer Bey, yorgun argın, kan ter içinde sahura zor yetişti. Suratından düşen bin parça idi. Ne yedeğini bilmeden içtiği iki yudum sudan sonra yarının orucuna niyetlendi.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.