CİHAD DERSLERİ- Doksan Yaşındaki Mücahid

İslâm tarihi boyunca doksan yaşında cihada çıkan çok mücâhid vardır. Bunların başında Ebû Eyyûb el-Ensârî gelir. Ebû Eyyûb, Asr-ı saâdette Medine’de yaşayan Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Asıl adı Hâlid b. Zeyd’dir. İlk çocuğu Eyyûb’dan dolayı Ebû Eyyûb künyesini almıştır. Hicretten iki yıl önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâm dinini ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında (mîlâdî 622 yılında) yapılan ikinci Akabe bîatında hazır bulundu.
Hz. Peygamber efendimiz, Medine’ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Rasûlullah (s.a.v.) oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır.
Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Hz. Peygamber efendimiz, kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu.
Hz. Peygamber efendimiz, hicretten sonra onunla, Medine’yi İslâmlaştıran Mekkeli Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Ebû Eyyûb, Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda O’na zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashâb-ı kirâm arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.
Ebû Eyyûb, Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs’ın fethinde de bulundu. Medine, âsilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali, halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye b. Ebî Süfyan ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas, Basra’ya gelen Ebû Eyyûb’a, “senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona tahsis etti ve Basra’da kaldığı müddetçe onu güzel bir şekilde ağırladı.
Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir.
Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında, doksan yaşında vefat etti. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatorunun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.
Ebû Eyyûb’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşf yoluyla belirlendiğine dair Osmanlı tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan haberlerle bu bilgiler çelişmemektedir. Zira kabrin yeri korunmuş olmakla beraber İstanbul’un fethi sırasında sur dışında çok sayıda manastır, kilise, ayazma ve kutsal sayılan mezar bulunduğu için herhalde kabrin yeri kesin olarak bilinmemekteydi.
Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Hz. Peygamber’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Rasûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Hz. Peygamber’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân, bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “ben bu mezar taşına değil Rasûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi.
Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî’den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir’den bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır.
Mescid-i Aksâ’yı ve Filistin’i koruyamadığımız şu günlerde böyle mücâdidlere ne kadar da çok ihtiyacımız var, değil mi?