Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN ile “HİCRET” üzerine mülakat

Bu sayımızda çok değerli bir ilim adamımız misafir oldu: Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakülkesi İslam Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Ağırman. İslam Tarihi üzerine eserleri, sohbetleri, röportajları, konferansları ile çok verimli çalışmalara imza atan hocamız mütevazi kişiliği ile de tanışanları hemen etkiliyor. Bizim mülakat teklifimizi de kabul ederken gösterdiği tevazusu ve hassasiyetine ayrıca teşekkür ediyoruz. Mustafa Ağırman Hocamızı farklı zeminlerde tekrar tanımak ve tanıtmak hem arzumuz hem de sözümüz olsun. Tekrar bütün yoğunluğuna rağmen bize zaman ayıran hocamıza İlkadım adına şükranlarımızı arz ederiz.
İlkadım Dergisi
**
PROF. DR. MUSTAFA AĞIRMAN:
1954 senesinde Erzurum Oltu’da doğdu. 1966 senesinde İstanbul Gaziosmanpaşa Küçükköy İlkokulu’nu, 1969 senesinde Sakarya İmam Hatip Okulu’nun orta kısmını, 1972 senesinde de aynı okulun lise kısmını bitirdi. 1976 senesinde İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitiren Mustafa Ağırman, bir dönem Samsun Alaçam İmam Hatip Lisesi’nde vazife yaptı. 1987 senesinde Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Hz.Muhammed Döneminde Mescidin Fonksiyonları” isimli tezi ile yüksek lisansını tamamladı. 1992 senesinde aynı üniversitede “Hz. Muhammed’in Savaş Stratejisi” isimli tezi ile doktorasını tamamlayan Mustafa Ağırman, aynı sene Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 1982 senesinden beri sürdürmüş olduğu öğretim görevliliği vazifesinde yardımcı doçent oldu. 2002 senesinde doçent olan Ağırman, 2008 yılında Profesör olmuştur. Evli olan hocamız, iyi seviyede Arapça ve Fransızca bilmektedir… Halen Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümünde öğretim üyeliği yapmaktadır.
**
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN:
“Hicret ile Mekke’deki cemaat, Medine’de devlet oldu”
— İlkadım: Fetih Nedir?
— Prof. Dr. Ağırman: Fetih, açmak mânâsına gelen Arapça bir kelimedir. Açmak, başlamak, ele geçirmek, zafere ulaşmak mânâlarına gelir. Sizin sorduğunuz mânâsı ile fetih, bir ülkenin veya bir beldenin kapılarını İslâm’a açmak demektir. Kapalı olan kapıları açıyorsunuz ve İslâm o kapılardan içeri o şehre giriyor. Tabiî bu kendiliğinden olmuyor. Sizin uğraşmanız ve çalışmanız neticesinde oluyor.
Ayrıca fetih, Kur’ân-ı Kerîm’in kırk sekizinci sûresinin de adıdır. Bu sûre Medine döneminde inmiştir ve 29 âyettir. Adını 1. 18. ve 27. âyetlerde geçen “fetih” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber ile Mekkeli müşrikler arasında gerçekleşen Hudeybiye musâlahası(barış anlaşması), cihâd, savaştan geri kalan münâfıklar ve Mekke’nin fethedileceği müjdesi konu edilmektedir.
— İlkadım: Genel anlamda fethin amaçları nelerdir?
— Prof. Dr. Ağırman: Fethin amaçları, bir şehrin veya bir ülkenin kapılarını İslâm’a açmak ve orada oturan insanlarla İslâm’ı buluşturmak ve tanıştırmaktır. Yani fethin amacı, Allah’ın diniyle Allah’ın kullarını buluşturmaktır. Bu buluşmaya engel olan zâlimleri şöyle veya böyle zararsız ve etkisiz hale getirerek, İslâm’ı bu zâlimlerin zulmü altında inleyen insanlara götürmektir fethin amacı. Yoksa şehirleri yakıp yıkmak, insanları öldürmek, ganimet elde etmek ve sömürmek değildir. Zaten Hz. Peygamber efendimizin Mekke Fethi’nde ganimet almadığı herkes tarafından bilinmektedir. Yine Hz. Peygamber efendimizin Mekke Fethi’nden önce kan dökülmemesini emrettiği de bilinmektedir. Fetihten sonra da Mekkelilere: “Siz bugün serbestsiniz.” demiş ve İslâm’ı kabul etmeleri konusunda hiçbir dayatmada bulunmamıştır. İnsanlar, kendi gönül rızaları ile İslâm’ı kabul etmiş ve Müslüman olmuşlardır.
— İlkadım: Mekke’nin fethi nasıl olmuştur?
— Prof. Dr. Ağırman: Mekke’nin fethi, hicretin sekizinci yılında, Hz. Peygamber efendimizin başında bulunduğu on bin kişilik bir ordu ile olmuştur. Bu ordu Mekke’ye girinceye kadar Mekkelilerin böyle bir ordudan haberleri olmamıştır. Hz. Peygamber efendimiz, bütün hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yürütmüş ve Medine’nin dışına hiçbir bilgi sızdırmamıştır. O, Mekkelilerin kendi hazırlığını duyup, onların da hazırlık yapmalarından ve neticede büyük bir savaş çıkmasından korkuyordu. Hesaplarını ve hazırlıklarını çok ince bir şekilde yaptı. İstediği gibi de oldu; Mekkeliler duymadı ve hazırlık yapamadılar. Neticede de savaş olmadı. Mekke, yüksek derecede bir strateji ve taktik neticesinde fethedildi.
Hz. Peygamber efendimiz, sekiz sene önce gizlice terk etmek mecburiyetinde kaldığı şehre şimdi on bin kişilik bir ordu ile giriyor. Girerken de ashâbına kan dökmeyeceklerine dâir emir veriyor. Bir-iki küçük çarpışmanın dışında ciddî bir vuruşma olmadan Hz. Peygamber ve beraberindekiler şehre giriyorlar.
— İlkadım: Mekke İslâm tarihinde nasıl bir öneme sahiptir?
— Prof. Dr. Ağırman: Kur’ân-ı Kerim’den öğrendiğimize göre dünyada ilk kurulan şehir Mekke, ilk yapılan mâbed de Kâbe’dir. Yine Kur’ân-ı Kerim’den öğrendiğimize göre Mekke yeryüzünün merkezidir, arzın göbeğidir. Bütün şehirlerin anasıdır (Ümmü’l-Kurâ). Yani dünyanın başkentidir. Mekke’de, hiçbir şehirde bulunmayan üç özellik vardır:
1-) Allah’ın evi olan Kâbe (Beytullah) Mekke’dedir.
2-) Allah’ın sağ eli mesâbesinde olan el-Hacerü’l-esved Mekke’dedir.
3-) Zemzem suyu Mekke’dedir.
Bu üç özellik Mekke’ye ayrı bir statü kazandırmış ve onu diğer şehirlerin üstüne çıkarmıştır. Bizim inancımıza göre Mekke, Yüce Allah’ın şehridir. Çünkü Allah’ın sarayı oradadır.
— İlkadım: Mekke’den çıkış (hicret) bir dönüş müydü?
— Prof. Dr. Ağırman: Bilindiği gibi Hz. Peygamber, peygamberliğinin on üç yılını Mekke’de geçirdi. Mekke’de oturan ve kendisinin de mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinin Müslümanlığı kabul etmelerini çok istiyordu. Eğer onlar Müslüman olurlarsa Kâbe de putlardan temizlenir ve hürriyetine kavuşurdu. Hz. Peygamber efendimiz çok istemesine ve uğraşmasına rağmen Mekkelilerin büyük çoğunluğu bu güzel dine girmeyi kabul etmediler. Hz. Peygamber efendimiz de Mekke’nin dışında bir merkez arayışına girdi. Bu maksatla Tâif şehrine gitti. Tâif’te oturan Sakîf kabilesi mensupları da İslâm’ı kabul etmediler. Bu sefer Hz. Peygamber efendimiz Medine’ye yöneldi. Akabe bîatları ile Medine’yi İslamlaştırdı ve sonra da bu şehre hicret etti. Aslında Mekke’nin fethi, işte o gün başlamıştı. Çünkü hicret, bir kaçış değildir. Hicret, cemaatten devlete geçiştir. Mekke’deki cemaat Medine’de devlet oldu. Medine’de devletini kuran Hz. Peygamber, nihâî hedeflerinden biri olan Mekke fethini gerçekleştirdi.
— İlkadım: Mekke fethinde dikkatinizi çeken olaylar ve kişiler nelerdir?
— Prof. Dr. Ağırman: Bu konuda söylenecek söz çoktur. Anlatılacak çok olay ve tanıtılacak çok kişi vardır. Bunların hepsinden söz etsek o zamanda bu konuşmanın hacmi çok büyür ve uzar. Ben, bu olaylardan birini anlatmak istiyorum.
Hz. Peygamber efendimiz, Mekke fethi için hazırlık yaptığı günlerde Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Miktad’a diyor ki: “Hemen yola çıkın ve Hah bostanına (bahçe) kadar gidin. Orada bir kadın, kadında da bir mektup var. Onu alıp bana getirin.” Bu üç sahâbî gidiyorlar ve gidilen yerde de kadını yakalıyorlar. Kadından da mektubu istiyorlar. Kadın önce vermemek için direniyor. Bizimkiler biraz zor kullanınca kadın saç örükleri arasında sakladığı mektubu çıkarıp veriyor. Kadın okur-yazar olmadığı için mektupta neler yazıldığını bilmiyordu.
Bu üç güzel sahâbî, mektubu getirip Peygamberimize verdiler. Bu mektubu sahâbe-i kiramdan Hâtıb ibn-i Ebî Beltaa yazmıştı. Hz. Peygamber’in hazırlıklarını Kureyş’e bildiriyor ve hazırlıklı olmalarını istiyordu. Elbette ki bu konuyu Hz. Peygamber efendimize Hz. Cebrâil gelip bildirmişti. Hz. Peygamber efendimiz Hâtıb’ı çağırıp neden böyle yaptığını sordu. Hâtıb da: “Ey Allah’ın elçisi! Beni cezalandırmada acele etme, niçin böyle bir şey yaptığımı anlatayım.” dedi ve şunları anlattı:
“Bildiğiniz gibi ben, Kureyş asıllı değilim. Kölelikten gelmiş ve onlara sonradan katılmış biriyim. Medine‘deki muhâcirlerin her birinin Kureyş içinde yakın akrabaları var. Muhâcirlerden eşini ve çocuklarını henüz Mekke’ye getirmemiş olanların âilelerine bu yakınları bakar ve ilgilenir. Mallarını korur ve kendilerini himâye ederler. Benim ise Kureyş içinde bir yakınım yok ki, oradaki ev halkımı korusun. Ben böyle bir yanlışlık yapmakla onlar nezdinde bir ilgi ve alakaya mazhar olacağımı ve onların benim ev halkımı koruyacağını umdum. Yoksa ben bunu yapmakla hâşâ dinimden dönmüş değilim. Müslüman olduktan sonra asla küfre rıza göstermem.”
Hâtıb’ı dinleyen Hz. Peygamber çevresindekilere döndü ve: “Hâtıb doğru söylüyor.” dedi. Hz. Ömer söze katılıp: “Ey Allah’ın elçisi! İzin verin de şunun boynunu vurayım.” dedi. Hz. Peygamber de, Ömer’in bu sert davranışına şöyle cevap verdi:
“O, Bedir’de bulunmuş bir kişidir. Ne bilirsin, belki de Allah, Bedir mücâhidlerinin yapacaklarını bilerek: “sizi tamamen affettim, istediğinizi yapın demiştir.” buyurdu. Bu olay üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanlarım, sizin de düşmanlarınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbûki onlar, size gelen hakkı inkar ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Rasûl’ü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim cihâdıma çıktıysanız böyle yapmayın. Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz.(veya sevgi sebebiyle onlara sır veriyorsunuz.) Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa mutlaka doğru yoldan sapmıştır…” (el-Mümtehine, 60/1)
Hâtıb’ın yaptığı savunmadan ve bu âyetlerin inmesinden sonra Hz. Peygamber onu affetti ve mesele kapandı. Bu olayda beni etkileyen nedir biliyor musunuz? Muhâcirler, Medine’ye hicret edeli sekiz sene oldu; onlardan bir kısmının çocukları ve eşleri hâlen daha Mekke’dedir. Bu insanlar, bu sıkıntılara ve ayrılıklara İslâm için katlandılar. Biz, yıllarca çocuklarımızdan ayrı kalabilir miyiz? Sahâbeyi uzaktan değil de, içlerine girerek tanımanın daha doğru olacağını söylemek istiyorum. Onlarla konuşarak ve sohbet ederek tanıyabilsek onları, ne kadar iyi olacak.
Bütün bu sıkıntılara katlanan Hâtıb, çocuklarını düşündüğü için böyle bir yanlışlık yaptı. Maksadı İslâm’a ve Hz. Peygamber’e zorluk çıkarmak değildi. Onun maksadı Mekke’de sahipsiz ve kimsesiz olan eşini ve çocuklarını korumak ve kurtarmaktı. Böyle olduğu için de Hz. Peygamber onu affetti. Bizim çevremizde bulunan insanlar da yanlışlık yapabilir. Yanlışlık yapan insanları hemen defterden silmek ve çizip atmak doğru değildir, en doğrusu affetmektir. Ama şunu unutmayalım ki, bu gibi durumlarda yanlışlık yapmak ile ihânet etmeyi birbirine karıştırmamak gerekir. İhânet affedilmez.
Sahâbe dediğimiz bu güzel insanlar İslam dâvâsı uğruna mallarını terk ettiler; yıllarca âilelerinden ayrı kaldılar. Neticede de hem Mekke’yi fethettiler hem sevdiklerine kavuştular. Şunu bilelim ki sabredenler, zafere eriyorlar.
— İlkadım: Mekke fethi İslâm’a nasıl bir açılım getirdi?
— Prof. Dr. Ağırman: Arap Yarımadası’ndaki bütün Araplar her konuda olduğu gibi İslâm’ı kabul edip etmeme konusunda da Kureyş kabilesine bakıyorlardı. Medineli ensar, her şeyi göze alarak Kureyş kabilesine rağmen İslâm’ı kabul ettiği ve Hz. Peygamber ile bütün Müslümanları kendi şehirlerine kabul ettikleri için Hz. Peygamber efendimiz tarafından çok takdir edildiler. Hz. Peygamber efendimiz bu takdirini vefat ederken bile dile getirmiş ve ensarı yüceltmiştir.
Her konuda Kureyş kabilesine bakan Araplar, Mekke fethinden sonra Müslüman olan Mekkelileri kendilerine örnek alarak Müslüman oldular.
Mekke fethinden sonra Huneyn savaşında yenilen Hevâzin kabilesi de Müslüman oldu. En fazla direnen Tâif’te oturan Sakif kabilesi de direnmekten vazgeçti ve Müslüman oldu.
Mekke fethinden sonra Arap Yarımadasının her tarafından Medine’ye elçiler geldiler. Hicretin dokuzuncu senesinde o kadar çok elçi geldi ki, bu seneye elçiler yılı manasında “senetü’l-vüfud” denildi. Hz. Peygamber efendimiz, Medine’ye akın eden bu elçileri misâfir edebilmek için müstakil olarak bir devlet misâfirhânesi yaptırdı. Bu gelen elçiler ya İslâm’ı kabul ettiklerini bildirmek için ya da Hz. Peygamber efendimizi görüp tanımak ve İslâm hakkında bilgi almak için geliyorlardı. Neticede onlar da Müslüman olup şehirlerine geri dönüyorlardı.
Mekke fethinden sonra İslâm dininin Arap yarımadasında hızlı bir şekilde yayılmasından şöyle bir ders ve ibret çıkarabiliriz:
Her ülkenin, her beldenin ve her yörenin kendine göre bir Mekke’si ve Kureyş’i vardır. İslâm’ı çevrelerine yaymak isteyenler önce Mekkelerini fethederek işe başlasınlar. Çevrenizdeki Kureyş’i Müslüman edin gerisi kendiliğinden gelir.
— İlkadım: Elbette ki Mekke fethinden alınacak ders ve ibretler çoktur. Sizce bunların en önemlisi hangisidir?
— Prof. Dr. Ağırman: Yeryüzünde Mekke ne ise vücudumuzda da kalbimiz işte odur. Mekke yeryüzünün merkezi, kalp de vücudun merkezidir. Vücudunuzu fethetmeye kalbinizden başlayacaksınız. Kalp, vücuda hâkim olacak. Vücut da kalbin emrine girecek. Hz. Peygamber’in Mekke fethinden sonra Kâbe’de var olan putları kırdığı gibi siz de kalbinizdeki putları kıracaksınız. Kalbimizde yer etmeye çalışan şirk, hased, kin, dünya sevgisi… gibi şeyler birer puttur. Bu putları kırın ve kalbinizi iman ile doldurun. Göreceksiniz o zaman vücudunuzun nasıl değiştiğini. Bu konuda sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkât 107, 108)
— İlkadım:
— Prof. Dr. Ağırman: Ben de teşekkür eder İlkadım’a başarılar dilerim.