Husumette Ölçü

“Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık” (Kamer, 49)
“… Onun katında her şeyin bir ölçüsü vardır.” (Rad, 8)
“… Her şeyi yaratan ve onlara bir ölçü takdir eden Allah’tır.” (Furkan, 2)
Allah bu âlemde yarattığı her şeyi belirli bir ölçü içinde, özenle yaratmıştır. Bu nedenle Allah’ın yarattığı her şeyde hikmet, amaç, güzellik, ahenk ve denge vardır.
“Biz gökleri yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve bir eğlence olsun diye yaratmadık. Biz onları hak ve hikmetle yarattık.” (Duhan, 38-39)
İrade sahibi ve halife olarak yaratılan insan da Yüce Yaratıcı’nın bu âlemde koyduğu ölçüleri, dengeleri ve mükemmel düzeni (DİN) muhafaza etmekle yükümlüdür. Allah ölçüsüzlükten, haddi aşmaktan, koyduğu sınırları ihlal etmekten insanı men etmiş, razı olmadığını tebliğ etmiş ve bu sınırların muhafazasından insanı direkt sorumlu tutmuştur.
Kur’an ve Sünnet’le insanlığa ulaştırılan bu sınırlar ihlal edildiği, ölçüler kaçırıldığı her durumda yeryüzü ifsad olur, dünya insanlık için yaşanabilir olmaktan çıkar. Bu insanın kendi ferdî/özel hayatında da aile ortamında da cemiyet hayatında da böyledir. Ölçüleri tanımamanın neticesi hem bu hayatta hem de asıl hayat olan ahirette hüsrandır, pişmanlıktır.
Yaratıcının razı olduğu yegâne din olan İslam, her şeyde olduğu gibi muhabbet ve husumette de bir ölçü koymuş ve itidali emretmiştir.
Bu hususta da çoğu kez ölçüyü kaçırır, dengeleri bozar ve sınırları taşarız. Neticede pişmanlık duyarız. Hislerimizi, heveslerimizi, heyecanlarımızı, sevgi ve nefretimizi Kur’an ve Sünnet’in aydınlığında kontrol edemez ve yaşantımızdaki ahengi kaybederiz. İfrat ve tefrit arasında gitgeller ile ruhî bunalımlara düşer, dost ve düşmanı ayırt edemez, muhabbet ve husumet sınırlarını birbirine karıştırırız. Düzeltelim derken bozar, yapalım derken yıkar, faydalı olalım derken zararlı oluruz. Kimi ve neyi seveceğimizi ve ne ölçüde seveceğimizi, kime ve neye buğzedeceğimizi ve ne ölçüde buğzedeceğimizi Kur’an ve Sünnet süzgecinden geçirmediğimiz için, zaman zaman seveceklerimizden nefret eder, buğzetmemiz gerekenlere sevgi besler, ya da sevgi ve buğzumuzda ifrata kaçarız.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğin kişiyi orta halli sev. Belki o, bir gün buğzettiğin birisi olabilir. Buğzettiğin kişiye de orta halli buğzet. Belki o, bir gün dostun olabilir.” (Tâc)
İnsanlara olan sevgimiz dünyevî bir maslahattan, geçici bir his ve heyecandan dolayı olmamalıdır. Keza, şahsî meselelerimiz ve duygularımız kişilere buğzetmeye sebep teşkil etmemelidir. Muhabbetimiz de Allah için, buğzumuz da Allah için olmalıdır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Tâc) buyurmaktadır.
Biz Müslümanlar, şahıslara buğzetmeyiz. Biz, şahıslardan sâdır olan küfür, şirk, nifak, günah-ı kebair gibi kötülüklere buğzederiz ve bu kötülükler zâil olup sahibi tevbekâr olunca, onu muhabbetle kucaklar, dostlarımız arasına katarız. Biz bir kişiyi de imanından, sâlih amellerinden, ihlâsından, takvasından, güzel ahlâkından dolayı severiz. Allah korusun o bu güzel hallerini terk eder, kötülüklere dönerse ona olan sevgimiz zail olur. İsterse öz kardeşimiz olsun, yakın dostumuz bulunsun.
İkrime radiyallahu anh Mekke fethi gününe kadar İslam’ın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin en azılı düşmanlarından biri idi. Kâbe örtüsüne tutunmuş olsa bile öldürülmesi emredilmişti. Mekke fethi günü Müslümanlara kılıç çekti, sonunda kaçarak canını zor kurtardı.
Daha önce Müslüman olan hanımının delâletiyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin affına mazhar oldu. Müslüman olmak üzere Rasulullah’a geldiğinde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalkarak onu kucakladı ve yanına oturttu. İkrime Müslüman oldu. Çeşitli savaşlara katıldı. Nihayet Bizanslılarla yapılan Yermük savaşında kendisiyle ölünceye kadar savaşmak üzere biatlaşan 400 bahadır ile Bizans sürülerinin üzerine atıldı. Şehid olana kadar savaştı. İslam’la şereflenen İkrime radiyallahu anh, imanını, şehadetle de taçlandırmış oldu.
Bir zamanlar babası Ebu Cehil gibi, İslam’ın en azılı düşmanı olan İkrime, artık Müslümanların sevgilisi idi. Gönüllerimizde taht kuran bir mübarek şehid, bir mübarek sahabî oldu. Onu sevmemize, onu hürmetle anmamıza ne babasının İslam düşmanlığı ve ne de kendisinin daha önceki İslam düşmanlığı manidir. Onun şefaatini umarız.
Öte yandan Ebu Leheb, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öz amcası idi. Ne yazık ki kâfir olarak yaşadı, kâfir olarak öldü. İslam düşmanlığı had safhada idi. Karısı da Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme eziyet etmekten, adeta zevk alırdı. Kur’an’da Ebu Leheb’in ve karısının kötü sonları şöyle anlatılır:
“Ebu Leheb’in iki eli kurusun. Kurudu da. Malı ve kazandıkları onu kurtaramadı. O, alevli bir ateşe girecek. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da ateşe girecek.”
Müslümanlar, küfür ve şirklerinden dolayı kâfirlere buğz ettiği gibi Ebu Leheb’e de buğzederler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin amcası olması ona bir ayrıcalık tanımaz. Müslümanlar Bedir’de, Uhud’da ve diğer muharebelerde en yakın akrabaları ile ölümüne savaşmışlardır.
Bu çarpıcı misaller üzerinde uzun uzun tefekkür edelim. Kişilere olan muhabbet ve buğzumuzu çok iyi bir şekilde kontrol edelim. Sevgi ve nefretimize nefsimizi karıştırmayalım. Buğzumuzu sürekli kine dönüştürmeyelim. Müslüman kardeşine husumette haddi aşmak münafıklık alametlerinden birisidir: “Kimde dört vasıf bulunursa halis münafık olur. O dört şeyden biri kendisinde bulunan kişide ise onu terk edinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur. Bunlar: kendisine bir emanet bırakıldığı zaman ihanet eder; konuştuğunda yalan konuşur; anlaştığı zaman sözünde durmayıp bozar; bir kimseyle çekiştiği zaman aşırı giderek karşısındakinden fazla kötülük yapar.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai)
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem husumeti kan dökmeye kadar vardıran Müslümanları da uyarmıştır: “İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman öldüren de ölen de cehennemdedir.” “Ya Rasulallah! Öldürenin durumu belli ama ölen niçin cehennemdedir?” diye sorulduğunda ise: “Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu.” buyurmuşlardır. (Buhari, Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanın Müslümana küs durmasını bile şiddetle yasaklamıştır: “Bir Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz. Kim üç günden fazla küser ve bunun üzerine ölürse cehenneme girer.” (Ebu Davud) “Kim kardeşine bir yıl küserse bu onun kanını dökmesi gibidir.” (Buhari)
Bilelim ki buğz imanın son noktasıdır. Münkere, küfre buğz dahi edememek ve hatta kalpte sevgi ve imrenme arzusu bulundurmak Allah korusun imanın kalpten tamamen uzaklaşmasına yol açabilecektir.
“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Tirmizi, Nesai, İbn Mâce)
Rabbimiz bizleri ölçüsüzlükten, haddi aşmaktan, koyduğu sınırları ihlal etmekten muhafaza eylesin.