KAPAK-Nimet ve Şükür

KAPAK-Nimet ve Şükür

Nimet; iyilik, ihsan, lütuf, yiyecek, içecek gibi güzel bir yaşantıyı devam ettirmek üzere gerekli olan maddi unsurları ifade etmek için kullanılırken, bazen de iman, hidayet, hikmet gibi manevi değerleri anlatmak için kullanılmıştır. Bu bakımdan Rabbimizin sonsuz kereminden lütfettiklerini saymaya güç yetiremeyiz. Zira Kur’an’da bu hususla ilgili olarak yer alan: “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl, 18) ayeti ile gizli veya açık tüm nimetlerin Rabbimizden olduğunu beyan eden: “Elinizde nimet olarak ne varsa Allah’tandır.” (Nahl, 53) “Allah’ın, göklerde ve yerde bulunan şeyleri hizmetinize verdiğini, nimetlerini gizli ve açık olarak önünüze bolca serdiğini görmez misiniz?” (Lokmân, 20) ayetleri nimet konusunun ehemmiyet ve çerçevesini gözler önüne sermektedir.

Yine muhtelif ayetlerde Allah, insana istediği her şeyi verdiğini (İbrahim, 34); kendilerine gönderilen uyarıcılar vasıtasıyla da bu nimetlerin hatırlanıp unutulmamasını istediğini (Fatır, 3) görmekteyiz. Kur’an, Bakara suresinde İsrailoğullarına hatırlatma babından; bulutun gölgelendirmesi, gökten indirilen yiyecekler, kayadan su fışkırması, Firavun’un zulmünden kurtarılmaları ve onların üstün kılınması, mü’minlerin gönüllerinin birbirlerine ısındırılması ve yardımlarına ordunun gönderilmesi, helaktan kurtarılmaları, imanın sevdirilmesi, küfür, isyan ve fasıklığın çirkin gösterilmesi gibi nimetleri zikretmiştir.

Namazlarda devamlı okunan Fatiha suresindeki “Bizi dosdoğru yola ilet.” yakarışı ile “hidayet” talep edilirken bu, Allah tarafından nimetlendirilen kimselerin (Nebiler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihler) yolu olarak belirtilmiştir. Nimet verilen kimselerin karşıtı olarak da gazaba uğrayan ve doğru yoldan sapıp dalalete düşen nankörlerden Allah’a sığınılması vurgulanmıştır.

İnsanın saymaktan bile aciz kaldığı maddi ve manevi nimetleri veren Allah Teâlâ’ya gereği gibi şükretmek ve kullukta kusur etmemek gerekir. Bu hususta Allah’a iltica ederek ondan yardım istemesi Kur’an‘da tavsiye edilmektedir.

Nimetlerin Hikmeti

 

Dünya hayatı “Dâru’l-imtihân”dır. Hayatımızın sonuna kadar çeşit çeşit ilâhî imtihanların söz konusu olduğunu “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk, 2) “Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar.” (Tevbe, 126) ayetlerinde müşahede edebiliyoruz. Bunlar bir anlamda, kulluk kalitesini ortaya çıkaran sınavlardır. Varlıkta ve darlıkta denenmek, zor sınavlardan biridir. Diğer imtihanlarda olduğu gibi bu imtihanı başarmanın yolu da güçlü bir imana sahip olmaktır. Taksimi yapan Yüce Rabbimiz olduğuna göre ne yokluğa yerinir ne de varlığa seviniriz.

Kehf suresinde şuurlu bir mü’minle, gâfil ve fakat varlıklı bir kimsenin kendi aralarında geçen şu konuşmalara yer verilir: “Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekin bitirmiştik.

Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık. Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; nüfusça da senden daha güçlüyüm.” Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi:

“Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum.” Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben,

“Yoksa sen, seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’a da mı inanmıyorsun? Hâlbuki O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, ‘Mâşaallah! Güç yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de rabbimin, senin bağından daha iyisini bana vereceğini umuyorum. Allah senin bağına gökten âfetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelebilir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez.”

Çok geçmeden adamın ürünleri (felâketlerle) kuşatıldı. Sahibi, çardakları yere çökmüş haldeki bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. “Ah!” diyordu, “Keşke ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!” Ona Allah’tan başka yardım edecek yandaşları da yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O’dur.” (Kehf, 32-44)

İnsan, nimet verenin Allah olduğunu bilmemesi, güç ve kudreti kendine nispet etmesi sonucunda bir taraftan imtihanı kaybediyor diğer taraftan ise nankörlüğünün tabii bir neticesi olarak nimetlerden mahrum bırakılıyor. Aynı şekilde kazandığı mülkü kendi ilmine bağlayan Kârun da kınanmış ve sonuçta yerin dibine batırıldığı Kur’an’da beyan edilmiştir. (Kasas, 76-83)

İnsanın dünya hayatı, inişler-çıkışlar, neşeler ve hüzünler toplamıdır. İnsanoğlu bolluk ve darlık içinde gelgitler yaşar, bazen ağlar bazen de güler. Her durumda nimetleri minnet ve şükranla anarak, Allah’a yönelmek gerekir. Haliyle şükür; tevazu göstermek, iyilik işlemeye devam etmek, şehvetlere muhalefet etmek, bolca taat yapmaktır. Kulun şükrü, Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun istediği yerde istediği şekilde kullanmaktır. Aksi, küfran-ı nimettir. Zira iman, sabır ve şükürdür. Nimete bütün hallerde şükretmek gerekir.

Allah Teâlâ: “Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin!” (Bakara: 152) “Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!” (İbrâhîm, 7) buyurmaktadır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz aleyhisselam geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığı halde Allah Teâlâ’nın nimetlerine şükredebilmek için ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. En büyük nimet, Müslüman olarak yaşayıp Müslüman olarak ölmek değil midir? İnsana düşen görev her halükarda şükretmek, hamd etmek ve sabretmektir.

Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük içinde bulunanlar şöyle uyarılmaktadır: “Allah şöyle bir şehri örnek veriyor: Bu şehir güvenlikli ve huzurluydu; her yerden oraya bol rızık geliyordu. Derken ahalisi Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti, Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden genel bir açlık ve korku felâketini tattırdı.” (Nahl, 112)

“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.” (Lokman, 12)

Şükrün faydası ve sevabı yine şükredenin kendisine döner. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim de salih amel işlerse onlar kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.” (Rum, 44) “Kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmran, 145)

İnsan, biraz düşünürse başkasında olmayan veya pek az kimsede bulunan birçok nimetleri Allah Teâlâ’nın özel olarak kendisine verdiğini görecek ve hamd edecektir. Hayır’ın azda mı, çokta mı olduğu bilenemez. Bu nedenle kula düşen kendine düşeni yaptıktan sonra içinde olduğu duruma şükretmektir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.