Bae’nin Feryadı

Hangi gündeyiz, hangi ay, hangi yıl… Gerçekten kaçıncı yüzyıldayız bilmiyorum. Hafızam, bilincim yerinde. Sağlığım, dinçliğim gayet üzerimde. Uçmaya başlasam taa olmazlara kadar uçabilir, biiznillah olur hale getirebilirim bunun farkındayım ama vücudumda büyük bir ağırlık var. Nasıl desem hani şimdiki gençler bilgisayardan dünyayı kurtarıyor da annesine bir bardak su getirmeyi kendine en büyük işkence sayıyor uyuşuyor da uyuşuyor ya veya saatlerce telefondan her türlü oyunu oynayıp, rehberdeki herkesle mesajlaşıp sonra iyice yorulan yatsı namazını gece kılarım deyip de gece de kalkamayan gafiller gibiyim. Sanki yılların ertelenmiş yarınların yükünü hissediyorum kanatlarımda. Mükemmel bir serkeşlik içerisindeyim. Gayreti zayi bir gencin ellerindeyim… Seviyor, ilgileniyor benimle. Yediriyor, içiriyor, havaya atıyor. Bazen evinin avlusunda, salonda geziniyorum yatarken beni de odasına götürüyor orada uyuyoruz. Bilmiyordu ki birçok gencin gurbetteki nikâhlı helal eşleri ve dostlarıyla birleştirip yakınlaştırdım. Bilmiyordu ki birçok savaşı başlattım, bitirdim. Ben tarihin görmüş olduğu en büyük casuslardandım ve konuşabiliyordum.
Yine o sıradan bomboş günlerden biriydi. Öyle ki kendi halimde evin avlusunda volta atıyordum. Sahibim olan gencin babaannesi de avlunun bir köşesinde oturmuş bana bakıp “Rabbim ne güzel yaratmış!” deyip tevekkül ederken hasbinallah deyip elindeki tesbihin bir boncuğunu parmakları ile çekiyor, kendi kendinin bir adım önüne geçiyordu. Bende onunla birlikte bu güzel zikri söylüyordum. Bu babaanne bana ilk eğitimimi aldığım hindikuş dağlarını hatırlatıyordu. Ne muhteşem zamanlardı, aç kalmaktan zevk aldığım, ebabiller gibi zalimlerin üzerine taş olup yağdığım ve bu esnada birçok arkadaşımı kaybettiğim vakitlerdi. Kanatlarımdan ve başımdan yaralandığım ama gözyaşlarıyla gülebildiğim zamanlar. Hele ki o mücahitler on beşinde dağlarla nişanlanıp hayatlarını hiçe sayanlar işte onlar Allahu ekber Allahu ekber diye haykırdıkça kendimden geçer semaya hilaller çizerdim, kurşunların yıldız olduğu gökyüzünde bayrağı tamamlardım.
Sahi ben kimdim ne idim bileniniz var mı? Ben hindikuş dağlarında doğmuş, büyümüştüm. Osmanlı sultanlarına hediye edilmiş büyük bir değerdim. İlk sahibim ve aynı zamanda eğitmenim beni burada yakalamış sonra yavaş yavaş ehlileştirip insan içine çıkabilir hale getirmişti. Bana hep BAE (değerli kıymetli)’m der ve çok severdi. Böylelikle adım BAE oldu. Hocam, eğitmenim beni çok özel yetiştirdi, tüm bildiklerini öğretti. Hız, beceri, sadakat, dayanıklılık, tok gözlülük, dava bilinci, şuur… Sanki hepsini ciğerlerime ilmek ilmek nakşetti. Eğiticim hep ‘her arayan bulamayabilir ancak bulanlar arayanlardır’ derdi. Ardından ‘BAE’m sen kendini kaybetme, yitiğini arayanlara da ömrünün sonuna kadar yardım et’ derdi. Bu söz eğiticimin hocası olan ‘İmamı Rabbani’ ye aitti. Ah hocam ah! Hayatını adadı. Duamdır yarısı kadar olabilmek…
‘Bir kuş olsam uçsam sana, süzülsem sokaklarına…’ diye devam eden bir şiir varya işte beni oradan anımsayabilirsiniz. Haberci ve aynı zamanda bir savaş güverciniyim. Öyle uçarım ki devirlerden devirlere, asırlara gidebilirim. Hâkimiyetin HAKK’ın olduğu zamanlardan batılın hâkim olduğu zamanlara. Mesela Bedir’de Peygamber aleyhisselamın yanında olup dünyalarından vazgeçenleri onun yanında, tüm hücreleri dünya ile dolduğu için yapılan her türlü zalimliğe sesini çıkaramayanları da bilirim.
Bakalım mı şimdi, biraz uçalım mı zalimcikler kanatlarımızı kırmadan? Kapatın gözlerinizi, salın kendinizi. Şimdi gökyüzündeyiz bembeyaz bulutların arasından aheste aheste geçelim asırları, devirleri bilmem fark ettiniz mi siz yetişebilin diye böyle yavaş uçuyorum. Bakışlarınızı alt tarafımıza doğru yönlendirin. Akşam güneşi Kızılırmak’a yansıyınca ufukta çok güzel bir kızıl manzara oluşuyor ve köyün hemen kıyısında kedilerin ulaşamayacağı baştanbaşa iki dizi küçük takaları (bir tür küçücük pencereleri) olan tren katarı gibi sıra evlerin üzerine yavaş yavaş gölge düşüyordu. Ne var ki bu gölgeyle beraber içimi bir ürperti kaplardı. Bakın işte yanlış anlamadınız türdaşlarım aşağıda resmen bir güvercin gübre fabrikası gibi çalışıyor, bizimkilere barınak olarak inşa etmişler adını da güvercinlik koymuşlar. Bir zamanlar bende burada sürgündeydim. Burada çok işkence gördüm devamlı yedirip besliyorlar buradaki diğer güvercinler de kanmışlar bu sosyal cennete yiyip içip yatıyorlar. Kendimi zor kurtardım.
Bir gece karanlığında kendimi uçuş moduna alıp şarj kablosunu kopartıp kaçtım. Öyle yorulmuşum ki baygın halde şimdiki sahibim buldu beni. Evet, yorulmadıysanız uçmaya, seyretmeye devam edelim. Biraz da ümmet coğrafyamıza yani yürek coğrafyamızı solumaya doğru açalım kanatlarımızı bir cuma rüzgârı eşliğinde. Mısır, Cezayir üzerinden devam ediyoruz ve bir ses işitiyorum inceden inceye. Sanki Tarık bin Ziyad’ın elbisesindeki yamalarının yırtılış sesiydi bu ama medeniyet başka türlü kurulamazdı. Süzülüyoruz, akıyoruz geleceğimize. Tarih ağlıyor, yıldızlar sızlanıyordu, ardımızda bir ağlayan daha var o da Endülüs yıkılırken son hükümdarının altından üzengisi olan atı sanki yüzyıllardır ağlıyor gibi. Biz bu hale nasıl geldik diyor gibi. Hala havadayız. Şöyle bir hilal çizdikten sonra Anadolu’nun üzerindeyiz ve o an çok büyük bir ses geldi. Sesin yankısından göktekiler yere inecekti sanki. Aniden kâinat çatırdadı sanki “huuu” Duymadınız mı, sağır mı kesildiniz. Güvercinlerin son kalesi Osmanlı yıkılıyor, bakın halifemiz elden gidiyor. Tutun ellerinden birliğimiz dağılıyor. Ben küçücük bir güvercinim yetmiyor gücüm sadece gökkuşağından kanatlar çırpabiliyorum ve gücümün yettiği kadar haykırıyorum…
Bu arada evin avlusunda volta atarken şimdiki sahibim olan genç geldi beni içeriye götürdü. Yedi, içti, eğlendi ve uykusu geldi zaten hep uyuyordu. Sahibimi kendine getirmek için bir şeyler yapmalıydım. Gece boyunca düşündüm, buldum buldum. Sabah ezanı okunmaya başlamıştı ve birden sahibimin başına üşüştüm kanatlarımla tokatladım umursamadı ve gerilip tüm gücümle sert bir şekilde vurdum biraz uyanır gibi oldu. O zaman yüzüne yüzüne haykırdım ‘uyan be adam uyan bırak artık şu serkeşliği, bak yavaş yavaş helak oluyorsun uyan artık şu gaflet uykusundan!’ Bir an sessizlik oldu aradan 10-15 dakika geçti bir elinde tesbih bir elinde seccade sabah namazını kılmaya geldi. Bana baktı ve dedi ki:
-Sen konuşmadın değil mi BAE?
Ben sıradan bir güvercin gibi sadece guuk diye ses çıkardım ve sahibim… Biliyordum ve sana yöneliyorum deyip namaza durdu.
Belki size göre ilkel bir drone’um ama unutmayın ben sizin geleceğinizim. Ne dersiniz biraz daha uçmaya devam edelim mi yoksa yeter mi diyorsunuz? Ben devam ediyorum gelmek isteyenler kanatlarını çırpsınlar ama biraz alçak uçuş yapacağız sağlam durun.