Çiftçi Peygamber Hazreti Muhammed ve Filizleri

Çiftçi Peygamber Hazreti Muhammed ve Filizleri

Ashabı Kiramın İncil ve Tevrat’ta Müjdelenmesi

“Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onun yanında yer alan Sahabeler ve Müslümanlar ise inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. Onlar, imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar. Onları, namazda rükû edip eğilerek, secdeye kapanarak Allah’ın lütuf ve rızası için yalvardıklarını görürsün. Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerindedir. Böyle Müslümanların yüzlerinde tevazu, şefkat, rahmet ve merhamet, bütün tavır ve davranışlarında da ibadetin kazandırdığı güzellik, letafet ve aydınlık, itminan ve sükûnet görülmektedir. Bu, onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir.

İncil’deki nitelikleri ise şöyledir: Mü’min, tıpkı filiz veren bir tohuma benzer ki, bu minicik filiz zamanla güçlenir, serpilir ve kökü üzerinde dimdik ayağa kalkar. Öyle ki, kendisini yetiştiren çiftçileri hayran bırakır. İşte Allah, her devirde böyle mü’minler yetiştirecektir ki, onlar sayesinde, mazlumlara kan kusturan inkârcıları çileden çıkarsın ve zulmün saltanatını, onların eliyle alaşağı etsin ve yıksın. İşte bu yetişmekte olan taptaze filizler var ya; Allah, onlar arasından Kur’an’a yürekten inanan ve bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar gösterenlere, kendi katından bir bağışlama, bir af ve muhteşem bir ödül olan cennet vaat etmiştir” (Fetih, 29)

Ayeti kerime, Amr b. Süheyl’in ve onun arkasındaki müşriklerin kabul etmedikleri ve inanmadıkları Hazreti Peygamberin sıfatını tespit ederek başlıyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın gerçek Peygamberidir. Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’in şeksiz ve şüphesiz gerçek Resulü olduğunu haber vererek “Muhammed, Allah’ın Resulüdür.” buyurur ki, bu bütün güzel nitelikleri içine almaktadır. O, müşriklerin dediği gibi değildir. En yüce ahlak üzere olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen, son ve gerçek hak Peygamberdir.

Allah Teâlâ, ikinci olarak, O’nun ashabını ve O’na iman eden mü’minleri överek şöyle buyurur: “Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhametlidirler.” Onun seçkin ve değerli arkadaşları, kâfirlere karşı sert, kendi aralarında birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların sertlikleri, mü’minler için değil, İslam düşmanları içindir. Onlar, mü’minlere karşı merhametli, şefkatli, yumuşak, nazik ve dertlerini paylaşan gönülden dostlardır. Gaye ve inançlarının bir oluşu, onların içinde birbirlerine karşı sevgi, dostluk ve tam bir uyumluluk hali meydana getirmiştir.

Rasulullah aleyhisselam’ın ashabının ve mü’minlerin, kâfirlere karşı sert olması, onların kâfirlere karşı haşin ve katı davranmaları demek değil, imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, hayat düzenlerinin olgunluğu ve imanlarından ileri gelen, ileri görüşlülüklerinin şaşmazlığı sebebiyle, kâfirler karşısında granit bir kaya gibi sağlam durmaları demektir. Onlar, korku ile sindirilemezler. Onlar, bir takım ihtiraslarla satın alınamazlar.

Ashabı kiram, kâfirlere karşı çok çetin, çok şiddetlidirler. Onların küfürlerine karşı zayıflık, yılgınlık göstermez, sert ve güçlü davranırlar. Onun için Hudeybiye barış görüşmeleri sırasında kâfirlerin sözlerine karşı galeyana gelmişlerdi. Fakat kendi aralarında merhametlidirler. Birbirlerine karşı çok yumuşak, çok nazik ve merhametli hareket ederler. Onun için aralarında hak sözü üzerinde toplanmaları da kolay olur.

Allah Teâlâ tarafından ashabı kiramın şerefli kılındıkları açıktır. Çünkü birinci noktada onların bu durumu tescil edilmektedir. Kâfirlere karşı tavizsiz ve çetindirler. İçlerinde babaları, kardeşleri, çocukları, eşleri, dostları ve yakınları olmasına rağmen onlara karşı şiddetlidirler. Çünkü onlar, bütün temel bağları, küfür nedeniyle koparmışlardır. Kendi aralarında merhametlidirler. Çünkü sadece din kardeşidirler. Şu halde, onların şiddeti ve merhameti Allah içindir. Sevgi ve buğzları Allah içindir. Allah için sever ve yine sadece Allah için kızarlar. Hamiyetleri inançları içindir. Müsamahaları akideleri içindir. Kendileri için ve kendi paylarına bir şey yapmamaktadırlar. İnançlarına düşman olanlara karşı çetin davranmakta, inanan kardeşlerine karşı ise yumuşak hareket etmektedirler. Bunlar mü’minlerin sıfatıdır, kimliğidir ve şahsiyetidir. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın kendilerini sevdiği, onların da O’nu sevdikleri, mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum…” (Maide, 54) “Onlar, sizde bir sertlik bulsunlar” (Tevbe, 123) gibi ayeti kerimelerle onlara karşı sertliği emrettiği içindir. Hatta onların, kâfirlere karşı sertliği o dereceye ulaşmıştır ki, “Müşrikler necistir.” (Tevbe, 128) prensibinden hareketle kâfirlerin elbiselerinin bile kendi bedenlerine değmesinden sakınırlardı. Hâlbuki kendilerinden bir din kardeşini görünce onunla severek, candan ve samimi bir şekilde musafaha eder, tokalaşır ve kucaklaşırlardı.

“Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler.” Allah Teâlâ, onları çok amel işlemeleri ve çok namaz kılmaları ile nitelemektedir. Namaz, amellerin en hayırlısı, en güzeli ve en faziletlisidir. Onları namazda Allah için ihlâslı olmakla, Allah katında bol olan sevabını yine Allah’tan bekleme sıfatıyla nitelemiştir. Allah katında bekledikleri bol sevap ise Allah’ın lütfunu içeren bol rızık ve Allah’ın onlardan hoşnut olmasıdır. Sen, o mü’minleri çok namaz kıldıkları ve ibadet ettikleri için rükû ve secdede görürsün. Gece ibadetle meşgul olurlar. Gündüzleri ise aslanlar gibi İslami davet, tebliğ, emri bilmaruf ve nehyi anilmünker ve cihadla meşgul olurlar. İbadetleriyle ve eylemleriyle Allah’ın rahmetini ve rızasını ararlar. Bu konu ile ilgili İbni Kesir rahmetullahi aleyh şöyle der:

“Allah Teâlâ, onları, amellerin en hayırlısı olan namazı çok kılmakla, ihlâs ve O’nun katında bol sevap bekleme sıfatlarıyla niteledi. Bol sevaptan maksat ise Allah’ın lütuf ve rızasını içine alan cennettir.” O kadar çok namaz kılarlar, öyle itaatkâr ve ibadetlerine çok düşkündürler. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Daha fazla sevap ve hoşnutluğunu isterler, öyle çalışırlar ve daima Allah’ın rızasına doğru ilerlemeyi düşünürler. Allah’ın kendilerine ikram edişi, hal ve durumlarını seçiş tarzından da bellidir. Çünkü burada ibadet halinde rükû ve secde ederken görüldükleri belirtilmektedir. Onların devamlı durumlarının bu olduğu ifade edilmektedir. Çünkü rükû ve secde hali, ibadet olarak mü’minlerin ruhunda yer eden en köklü bir haldir. Aynı şekilde onların ruhlarının derinliklerini, iç dünyalarının enginliklerini yakalayarak gözler önüne sermektedir. İstedikleri ve arzu ettikleri, zihinlerini meşgul eden değişmez şeyler Allah’ın sevgisi, lütfu ve rızasıdır. O’ndan başka bir şey istemezler.

“Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.” Allah için ihlâs ile secde edip durdukları yüzlerinin temiz ve parlayan nuraniliğinden bellidir. Nitekim bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü güzel olur. (Riyadun-Nasihin) Buradaki söz, yalnız Allah için ve samimi secde edenlerin yüzlerinde meydana gelen izdir. Abdullah b. Abbas radiyallahu anh şöyle der: “Bu ayetteki izden maksat, göreceğiniz iz değil fakat İslam çehresi, karakteri, şahsiyeti, tavrı, vakar ve tevazudur.” Bazı müfessirler ise bunu; “Dünyadaki secdelerinden, namazlarından dolayı, kıyamet günü yüzlerinde meydana çıkacak nur diye açıklamışlardır.”

Burada anlatılmak istenen, sadece namaz kılanların alınlarında secde yapmaktan dolayı meydana gelen yuvarlak iz değildir. Esasen burada kastedilen mana, Allah’a baş eğme sonucu insanda fıtri olarak meydana gelen ruh yüceliği, ahlak güzelliği, vakar ve takva gibi insan çehresinde kendisini gösteren hasletlerdir. Allah buyruğunun özü bize şunu gösteriyor; Hz. Muhammed’in sahabileri öyle kimselerdir ki, yüzlerinde takva nurunun parlamasından dolayı onları görenler, onların insanların en hayırlıları ve mahlûkatın en iyileri olduklarını derhal sezer ve kabul ederler.

Yüzlerindeki secde izinden asıl maksat ibadetin tesiridir. Secde lafzının seçilmesi de apayrı bir anlam taşır. Çünkü secde, insanın Allah’a ibadetinin ve O’na en yakın oluşunun, huşu ve huzur halinin en mükemmel şeklini ifade eder. Onların yüzünde görülen bu huşunun tesiridir. Bu noktaların temsil ettiği parlak görünümler yeniden ortaya çıkmış bir şey değildir. Kökü çok eskilere dayanır. Zikri Tevrat’ta geçer. “İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur.” Daha yeryüzüne gelmezden evvel, Allah’ın müjdelediği, Musa aleyhisselam’ın kitabı olan Tevrat’ta tanıttığı özellikleri budur onların. Kâfirlere karşı sertlik, mü’minlere karşı merhametli olma, namazı çok kılma ve secdeyi çok yapma sıfatları onların Tevrat’taki sıfatlarıdır.

Hz. Muhammed’in ve beraberindekilerin İncil’deki sıfatları ve müjdelenmeleri ise şöyledir: “Onlar, filizini yarıp çıkarmış…” gelişen, kuvvet ve enerji dolu bir bitki gibidirler. Yan yatmamış, eğilmemiş, gövdesi üzerine dikilmiş, dosdoğru ve kuvvet dolu bir ekin gibi. Bu ekin, kuvveti, yoğunluğu ve güzel görünüşüyle çiftçilerin hoşuna gider. İşte onların sureti bu. Ki, bu ekicinin hoşuna gider. Buradaki ekici Hazreti Peygamberdir. Ve bu ekinin sahibi ekiminin gücünü, verimliliğini ve imrendiriciliğini bilmektedir. O, İslam tohumunu Hazreti Hatice, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ali, Hazreti Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Birkaç kişinin imanı ile başlayan İslamlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmayı, eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır.

Bu gelişme inkâra şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır. Kâfirlerin ruhundaki tesirine gelince bu aksine tecelli etmektedir. Onların çoğalmasıyla kâfirler kızar. Onlar, kızmakta ve üzüntü duymaktadır bu ekinin verimliliğinden ve çoğalmasından. Bu son derece açık bir temsildir. Buradaki ekin Hazreti Muhammed aleyhisselam, filiz ise ashabı kiramdır. Kâfirleri öfkelendirmekle, bu ekinin, Allah’ın veya Resulünün ektiği bir ekin olduğu ima edilmektedir. Bu tasvir ashabı kiramın ve ümmeti Muhammedin İncil’de zikrolunan özellikleridir. O ekinin çıkardığı filizlerden, iman eden, Allah ve Resulünü tasdik eden, Allah’ın emrettiği güzel işler olan salih amelleri işleyen kimselere bağışlanma ve büyük sevap vaat etti demek olur ki, bunlar İslam’a girenlerdir. Bununla beraber, kıyamet gününe kadar, Allah’ın, Hazreti Muhammed ile gönderdiği İslam dinine girenlerin tamamı kastedilmiştir.

Bu misal de bir önceki gibi sonradan uydurulmuş veya ortaya çıkarılmış bir misal değildir. Aksine kader sayfasına kaydedilmiştir. Bunun için, daha Hazreti Muhammed ve beraberindekiler bu dünyaya gelmezden önce zikredilmiş ve İncil’e kaydedilmiştir. Hazreti Muhammed’in ve ashabı kiramın geleceği İncil’de müjdelenmiştir. Böylece Allah Teâlâ, ebedi kitabında bu seçkin kitle olan ashabı güzinin niteliklerini tespit ediyor. Onların bu vasıflarını mevcudatın özüne koyuyor. O nesiller, daha sonra gelen, imanın en üstün derecesini tahakkuk ettirmek isteyen nesillere örnek olarak yerlerini alıyorlar.

Bütün bu ikramların üzerinde de Allah Teâlâ, onları bağışlayacağını ve büyük bir mükâfat vereceğini vaat ediyor. “Allah iman edip salih amel işleyenlere hem mağfiret (günahlarının bağışlanması) hem de büyük bir mükâfat (bol bol sevap, şerefli bir rızık ve cennet) vaat etmiştir.” Yalnızca o ikram bile yeter kendilerine. Yalnızca Allah’ın hoşnutluğu büyük bir mükâfattır onlar için. Allah Teâlâ, onlara ahirette tam bir af ve bağışlama, büyük bir mükâfat ve Naim cennetlerinde güzel rızık vaat etti. Hiç şüphe yok ki, Allah’ın vadi gerçektir, doğrudur. Allah’tan daha çok sözünde duran kim olabilir? O vaadinden dönmez ve O’nun vaadi değiştirilmez. Her kim, sahabenin izini takip ederse onların hükmündedir. Yani aynı vaatler ve nimetler onlar için de geçerlidir. Fazilet ve kemal onlarındır ki, bu ümmetten hiç kimse bu hususlarda onlara yetişemez. Allah onlardan razı ve hoşnut olsun. Onları da hoşnut eylesin. Son duraklarını Firdevs cennetleri eylesin. Nitekim bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ashabıma sövmeyin (dil uzatmayın). Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz, Uhud dağı kadar altın infak etmiş olsaydı, onlardan birinin, bir müdd sadakasına (iki avuç hurma kadar) veya onun yarısına bile erişemezdi.” (Müslim, Fedailussahabe: 221)

Fetih Suresi, Kur’an-ı Kerim’in resmettiği şekilde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dostları ve arkadaşları olan ashabı kiramın arz ettiği parlak manzarayla, o eşsiz, seçkin ve bahtlı kişilere Allah Teâlâ’nın yüce övgüsü ile son buluyor. Allah Teâlâ, onlardan razı olmuş, hoşnut olmuş, sevmiş ve rızasını tek tek onlara tebliğ etmiştir. Hiç şüphe yok ki, bu ümmet, geçmiş kitaplarda tazimle anılmış ve Allah Teâlâ, onların anısını, hatırasını, değerini, şerefini yüceltmiştir. Onların en büyükleri ve en üstünleri ise, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ashabı güzinidir.

Allah’ım! Bizi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve O’nun yıldız cemaati olan ashabı güzinin sevgisiyle rızıklandır. Âmin.

Kaynaklar

  1. Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, Mahmut KISA
  2. Fi Zilalil Kur’an, Seyyid KUTUB
  3. Safvetüt-Tefasir, M. Ali ES-SABUNİ
  4. Kuran Yolu Tefsiri, DİYANET
  5. Tefhimül Kur’an, MEVDUDİ
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.