İstişarede Usul

İstişarede Usul

İstişare, İslam nizamının en önemli dayanaklarından biridir. Rabbimiz Rasulünün şahsında ümmetin tüm sorumlularına istişareyi emir buyurmuştur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayatı boyunca uyguladığı istişare, kıyamete kadar ümmetin başkanları üzerindeki bir hakkıdır. Rabbimiz:

“İş hakkında onlara danış…” (Ali İmran 159) buyurmaktadır.

Taberî Tefsirinde, “Allah Teala’nın Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme müşavereyi emretmesi herhangi bir felaket anında Peygamber’e uyarak aralarında müşavere etmeleri içindir.” der.

Razî ise tefsirinde, “Hasan ve Süfyan bin Uyeyne derler ki; Allah Teala’nın Peygamberi’ne müşavereyi emretmesi bu hususta başkalarının da O’na uyması ve müşaverenin ümmet içerisinde sünnet olması içindir.” demiştir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimizin ashabıyla çok müşavere etmesinden dolayı ulema “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemashabıyla müşaveresinden daha çok müşavere eden kimse yok.” derler.

Vahyin muhatabı olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz ashabına çokça danışmıştır. Buna ihtiyacı olmamasına rağmen ashabına danışması ümmetlerine örnek olması açısından önemlidir. Bedir’de müşriklerle savaş hususunda ashabına danıştı. Uhud harbinden önce Medine’de kalıp kalmama hususunda ashabına danıştı. Hendek savaşında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz Saad bin Muaz ve Saad bin Ubade ile müşavere etti. Bu iki zat, düşmanların Medine’den çekilip gitmelerine mukabil, onlara bazı vergiler vermeyi reddeden bir görüş ortaya koydular. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz bunların görüşlerini kabul etti.

Kurtubi Tefsirinde İbn Atiyye’nin şöyle dediği nakledilir: “Şûra bir şeriat kaidesi ve kesin bir hükümdür. Din ve ilim ehliyle istişare etmeyenin azli farz olur.”

Müşavere isabetli görüşün ortaya çıkması için yapılmalıdır. Kendi görüşünde ısrarcı olanlar istişarenin tıkanmasına sebep olurlar. İstişarede herkesin kendi görüşünde ısrarcı olduğunu düşünelim, böyle bir istişareden netice almak mümkün olur mu? İstişare edenler kim adına istişare ettiğini unutmayıp vekâleten yaptıkları bu işte müvekkillerinin hakkını korumaya azami gayret göstermelidirler. Diğer bir yönüyle istişare insanların azgınlık ve tahakkümlerinin önüne geçme bakımından da çok önemli bir fayda sağlamaktadır.

Rabbimiz:

“Gerçek şu ki insan kendini kendine yeterli görerek azar.” (Âlak 6) buyurur.

Cessas Tefsiri’nde de: “İstişare, hakkında vahiy bulunmayan din ve dünya işlerinde de cereyan eder.” der.

Küçük ve basit işlerde istişareye gerek yoktur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz’in istişarelerine baktığımızda bazen toplumun çoğunluğuyla bazen bir gurubuyla bazen de birkaç kişiyle istişare ettiğini görmekteyiz. Ganimetlerin taksimi meselesinde cihada iştirak edenlerinin çoğunun görüşünü almaya özen göstermiş, Bedir esirlerinden fidye alıp almama hususunda ashabın bir kısmıyla, Gatafan kabilesiyle yapılan sulh anlaşması konusunda Saad bin Muaz ve Saad bin Ubade ile istişare etmiştir.

Kurtubî Tefsirinde, “Devlet başkanı bilmediği veya anlamakta güçlük çektiği dini konularda âlimlerle, harple ilgili hususlarda ordu komutanlarıyla, halkla ilgili işlerde onların ileri gelenleriyle, ülkenin imar ve faydasına olan işlerde ilgili bakanlarla vali ve yöneticilerle istişare etmesi gerekir.” denilmiştir.

Âlimler ahkâm konusunda istişare edilen kimsenin âlim ve dindar, dünya işlerinde ise akıllı ve tecrübeli olması gerekir derler. Başkan ile Şûra ehli arasında ihtilaf çıkması durumunda ise Rabbimiz çözüm yolunu göstermektedir:

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan Ulül Emr’e(idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahrete geçekten inanıyorsanız ona Allah’a ve Rasulüne götürün (O’nların talimatına göre hareket edin). Bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha hayırlıdır.” (Nisa 59) buyurmaktadır.

İhtilafın devam etmesi halinde işi başkana bırakmak gerekir. O dilerse azınlığın dilerse çoğunluğun dilerse de kendi görüşünü kabul eder.

Rabb’ımız: “İş hususunda onlarla istişare et bir de azmettin mi artık Allah’a dayan.” buyurmakta.

Bu ayetin tefsiri hakkında Katade: “Allah Teâlâ nebisine bir işe karar verdiği zaman onu icra etmesini ve istişareye değil Allah’a güvenmesini emrediyor.” (Kurtubî) der.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz’in görevlendirdiği Üsame radiyallahu anh komutasındaki İslam ordusu Medine’den ayrılmak üzere iken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemEfendimiz’in vefat haberini alınca durakladı. Mürtetlerin Medine’ye saldırmasından endişe ediyordu. Diğer Müslümanların kanaati de bu noktada olunca Üsame radiyallahu anh, Ömer radiyallahu anh’ı yeni halife seçilen Ebubekir radiyallahu anh’a göndererek izin ister fakat Ebubekir radiyallahu anh bunu reddeder ve ordunun yoluna devam etmesini emreder.

Mürtetlerle savaş konusunda sahabenin ekseriyetinin muhalif görüşüne rağmen Ebubekir radiyallahu anh: “Vallahi mallarının zekâtını vermeyenlere savaş açarım.” diyerek görüşünde ısrar etmişti.

Halife yaptıklarından tam olarak sorumludur. Doğruluğuna emin olmadığı müddetçe başkalarının görüşünü icraya mecbur değildir. Başkalarının görüşünü tatbik etsin, sonra da bu görüş ve neticelerinden sorumlu olsun, bu olmaz.

“En doğru çözüm yolu istişare edenlerin ihtilafı halinde, işi uygun gördükleri şekle bağlamak üzere başkana terk etmektir.”

“Halife müşavere ettiği kimselerin veya ekseriyetin görüşünü kabul etmedikten sonra, müşaverenin faydası nedir?’’ denirse müşavere doğru görüşün ortaya çıkmasına yardım eder. Halife hakkında ise doğru görüşü kabul edeceği düşünülür. Onların görüşlerini kabul etmediği zaman, söylenenlerin doğru olduğuna kanaat getirmediği anlaşılır. Yoksa inat ve muhalefet istediğinden değil.

Allah celle celaluh müşavereyi emretmiştir. Öyleyse, kendilerine danışılan kimselerin görüşlerini kabul etmek de bir emirdir, denilebilir mi? Danışma icra değildir. Allah celle celaluh müşavereyi emretmiştir. Bu emir, müşaverenin yerine getirilmesiyle, fiilen icra edilmiş olur. İnfaz ise başka şeydir. Mesele içtihadî olduğu sürece devlet başkanı uygun bulduğu görüşle amel eder. Bu hükümlerin tatbikinde ne milletin ne de danışma meclisinin halifeye isyanı kabul edilir. Fakihlerin dediği gibi “İçtihat, emsali bir içtihatla bozulamaz.”

Halife İslam’ın hükümlerini tatbik ve milletin menfaatlerini gerçekleştirmek için tayin edilmiştir. Doğru görüşleri değil hatalı görüşleri kabul edeceği farz edilse bile, bu pek nadirdir. Kaide ise nadire göre değil çoğunluğa göredir. Allah korkusu ve murakabesinin hâkim olduğu ortamlarda içtihadî ihtilaflar, itikadî ihtilaflarmış gibi, büyütülerek ümmetin maddî ve manevî menfaatlerine zarar verilmez.

Fethi Yeken de şûra konusunda özetle şunları söylemektedir:

“Şûra İslam nizamının temel vasıflarından ve teşriinin temel alametlerinden biridir. Hakkında nass bulunan meselelerde şûra ve içtihada yer yoktur. Şer’î bir içtihadın hükmüne ihtiyaç gösteren meselelerde sayı çokluğuna değil, delil kuvvetine itibar edilir. Bunun dışındaki meselelerde tercih hakkı, meşveret yapıp görüşler dinlendikten sonra başkana aittir. Yine şunları da anlamış olduk ki; İslam’da başkanlığın bir kaç kişinin elinde bulunması mümkün değildir. Başkan bir ferd olmalıdır, daha çok değil, İslam tarihi boyunca durum bu şekilde devam etmiş, ancak Müslümanların kafaları beşerî nizamlarla bulanınca artık kurul başkanlığı savunulmaya başlanmıştır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.