Kavgaların Anatomisi; Ya Da Put Tercümanlığı-2

Kavgaların Anatomisi; Ya Da Put Tercümanlığı-2

Allah (cc) indindeki din olan İslam’ın giriş kapısı konumundaki kelime-i tevhid, işin hemen başında, bütün ayrıcalıkları tümüyle ortadan kaldırmakta ve insanların her yönüyle eşit haklara sahip olduklarını, çok açık bir biçimde, insanlık alemine duyurmaktadır. Bir kere daha tekrar etmekte yarar görürüm ki, cahil toplumların insanlarının böyle bir sonuca razı olmaları hiçbir şekilde mümkün değildir. Öyleyse ne yapacaklardır cahili toplumların insanları, bir köşeye çekilip, hiçbir şekilde razı olmadıkları bir sonucun getirilene mi katlanacaklardır, yoksa şeytanlarının yönlendirmesiyle, hevalarının peşine takılıp, kelime-i tevhidin getirdiği eşitliği kendi lehlerine bozmanın yollarını mı arayacaklardır? İlk zorba Kabil’den başlamak kaydıyla, insanlık tarihi boyunca yeryüzü coğrafyasında yaşayan bütün zorbalar, kendi rızalarıyla, diğer insanlarla eşit haklara sahip olmayı bir türlü kabullenememişler ve kendi kısır mantıklarınca, güya kendi çıkarlarına olacak biçimde, kendi düzenlerini kurmanın yollarını aramışlar ve de bulmuşlardır. İşte, isimleri ve cisimleri ne olursa olsun, insanlık tarihi boyunca ortaya çıkarılan bütün putlar ve putların benzerleri olan bütün dokunulmazlar bu tür arayışların doğal sonuçlarıdır.

Yine nasıl mı, diye soruyorsunuz? Gerek putlar gerekse put benzeri dokunulmazlar, kendi oluşumlarıyla paralel olacak biçimde, belki de o zamana kadar hiç mi hiç bilinmeyen, çok enfes ve de o ölçüde yararlı bir mesleğin neşvü nema bulmasına ön ayak olmuşlardır, cahili toplumların zorbaları için. Bu meslek, ortaya çıkışından bugüne kadar, özellikle putları ve dokunulmazları olan toplumlar için, önemini ve değerini aynen muhafaza etmiş ve hatta, bilim ve teknolojinin sağladığı kazanımların doğal bir sonucu olarak, toplumlar nezdindeki gücünü ve rağbetini daha da arttırmıştır diyebiliriz. Bu durumda, kimi insanların aklına gelen meslek “put yontuculuğu” gibi gözükse de, bu meslek kesinlikle put yontuculuğu değildir. Çünkü, insanlık tarihi boyunca değerini, önemini ve de rağbetini kaybetmeyen bu meslek takdir edersiniz ki sahip olduğu konumuna binaen put yontuculuğu ile mukayese edilemeyecek biçimde, icra edenlere daha fazla kazanç, daha fazla getiri, daha fazla güç ve daha fazla şöhret sağlamaktadır. Oysa “put yonucuları”, özellikle yaşadıkları devirlerde, icra ettikleri işin karşılığı olarak, ancak karınlarını doyurabilmişlerdir. Oysa tarih boyu değerini ve önemini hiç kaybetmeyen bu gözde mesleğin sahipleri ise, özellikle yaşadıkları devirler içinde, hep el üstünde tutulmuşlar ve bunun doğal bir sonucu olarak da, paraya, şöhrete ve güce sahip olup, “bir elleri yağda, bir elleri balda” denecek biçimde, “gül gibi geçinip” gitmişlerdir.

Cahili toplumların hayali tanrıları adına yontulmuş putları “dillendirme görevi” üstlenerek, onların meramlarını anlatmalarına yardımcı olan ve böylece tanrılarla tabileri arasındaki ilişkinin kurulmasını sağlayarak para, şöhret, makam, mevki ve güç kazandıran bu gözde mesleğin ismi, “put tercümanlığı”dır. İşte, cahili toplumlarda, putların tercümanlığını yapan “put tercümanları”dır ki, toplumun büyük çoğunluğunun ve de özellikle zorba sınıfının çıkarlarını, kelime-i tevhid öğretisinin getirdiği “eşitlikçi anlayış”a karşı koruma görevini üstlenirler ve de yerine getirirler büyük bir özveriyle. Bir diğer ifadeyle, “put tercümanları” putların ve daha doğrusu, tanrıların elçileri olup, cahili toplumlarda, tanrıların ne dedikleri, neyi sevip, neyi sevmedikleri, neden hoşlanıp, neden hoşlanmadıkları, neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda, sürekli olarak bilgi taşırlar, toplumun düşünme ve akletme özelliklerini kaybetmiş olan geneline. Bu bilgilerin, bir çok özellikleri yanında değişmez ve oldukça ilgi çekici iki özelliği vardır ki, bunlardan birincisi, tanrılardan gelen bilgilerin birbirleriyle sürekli olarak çelişkili olması ve buna rağmen bunun hiç kimse tarafından önemsenmemesi, ikincisi ise, bu bilgilerin, putların tercümanlığını üstlenen tercümanların çıkarlarıyla, hiçbir zamanda ve mekanda, kesinlikle çelişmemesidir. Bu iki özellik “çç” yani “çelişme ve çelişmeme” özellikleri olarak tanınır. Putlara ve tanrılara perestiş edenler, hemen hemen her işlerinde ve de uygulamalarında bu iki özelliğin olmasına, mutlak manada özen gösterirler. Aksi halde işlerinin yürümeyeceğine inanırlar ve bunda da haksız değillerdir hani. Gerçekten de, cahili toplumların tümünde, gayet olağandır tanrılardan gelen haberlerin birbirleriyle çelişmesi. Örneğin, herhangi bir tanrı, herhangi bir konuda, akşam “ak” dediğine, sabaha erip de güneş etrafı aydınlatınca, hiçbir utanma, arlanma ve de sıkılma belirtisi göstermeden, gayet rahatlıkla, “kara” diyebilir. Zaten, cahili toplumların tanrılarında, utanma, arlanma, sıkılma ve yüz kızarması gibi hasletlerin hiçbirisi yoktur. Bu halleriyle cahili toplumların tanrıları, günümüz Türkiye’sinde, “dün” ile “bugünün” farklı oluşunu çok veciz biçimde ifade eden “devşirme demagog”lara benzerler.

Bu arada şu hususu mutlak surette belirtmek durumundayım ki, “put tercümanlığı” öyle her babayiğidin harcı ve de hakkı değildir. Öyle olsaydı, iş çığırından çıkar ve önüne gelen tercümanlık yapmaya kalkışacağı için, meslek çokça yaygınlaşır, gözden ve gönülden düşerdi çarçabuk. Böyle bir durumun oluşması ise, hem zorbaların tercümanlık kazancını azaltacak, hem de, kelime-i tevhid öğretisinin karşısında zorba sınıfının çıkarlarının tam olarak korunamamasına yol açacaktır. Diğer taraftan, çok sayıda tercümandan kaynaklanması muhtemel tercüme karışıklığından dolayı, zaten çelişkili olan haberlerin ve bilgilerin çelişkileri daha da artacak, böyle bir durumdaysa tanrılar gazaplanabilecekler ve kimi tercümanlarının derhal gözden düşürülmesini ve belki de ortadan kaldırılmasını isteyebileceklerdir. Doğal olarak bu “tanrısal gazabı” dillendirecek olanlar da yine tercümanlar olacağı için, piyangonun kime, ya da kimlere vuracağı hiç belli olmaz ve bir de bakmışsınız, en deneyimli ve de şöhretli tercüman, ya gözden düşürülmüş, ya da kelleyi bir güzel teslim etmiştir, aldırdığı kellelerin bedeli olarak. Bu nedenle yapılacak en garantili şey, gerekli tedbirleri ta baştan almak ve “put tercümanlığı” işine, elden geldiğince, kimseleri yanaştırmamaktır. Bu iş, büyük bir titizlikle başarılır ve böylece “put tercümanlığı”ndan sağlanan “rant”, belli bir zorba grup arasında, güç ve beceri ölçüsünde paylayışılır, ilanihaye.

İşte, kelime-i tevhid öğretisinin getirdiği eşitlikçi anlayışın karşısında çıkarlarını koruyabilmek amacıyla olanca gayretleriyle çalışan, cahili toplumlardaki zorba sınıfların mensuplarının, herşeyin yaratıcısı olarak bildikleri Halık-ı Zülcelalde, “O gün Allah onları çağırarak; ‘Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?’ diyecektir. 28/62” ayetinde belirtildiği şekilde, ortak tanrılar varmışcasına bir davranış içine girmelerinin nedeni, “tanrı dillendiricis”, ya da “put tercümanlığı” işini ihdas edebilmek ve sonra da bu işi güzelce kotarabilmek içindir. Gerçekten de, hesabını sadece bu alem için yapanlara göre, “put tercümanlığı” öylesine yağlı, ballı kaymaklı bir iştir ki; bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, ya da toplumlar ne kadar modernleşirlerse modernleşsinler, “put tercümanlığı”, Halık (cc)’a kulluğu unutan cahili toplumların tümünde, önemini ve değerini kıyamet gününe kadar koruyacak ve hiçbir şekilde yitirmeyecek demektir. O “son” günü mü merak ediyorsunuz? O son gün, yani kıyamet günü, o tercümanların organları kendileri için şahit olacaklardır, fakat hiç de ummadıkları bir şekilde. Böyle durumlar için “altını kirleten kokusuna katlanır” demiyor muyuz?

İslam’ın giriş kapısı konumundaki kelime-i tevhid, kelimenin tam anlamıyla, insanı, “insan oluşun” ve “kul oluşun” zirve noktasına davet etmektedir esas olarak. Bir başka ifadeyle, insan, kelime-i tevhidin künhüne varamayacak ve anlamını kavrayamacak olursa, “kul” oluş ve “hür” oluş arasındaki bire bir ilişkiyi, hiçbir zaman, çözemeyecek demektir. Çözemeyince de, “hür” olmadan “kul”, “kul” olmadan “hür” olma çabası içine girecek, fakat bütün gayretine rağmen, gerçek anlamda, ne “kul”, ne de “hür” bir insan olabilecektir. Nitekim, İslam’ın giriş kapısı olan kelime-i tevhid, “kul” olmaya talip olan bir insana, öncelikle “hür” olmayı, yani “köle” olmamayı şart koşmaktır. Öyle ya, köle insan, yani iradesini bir başkasına teslim eden insan, nasıl olacak da gerçek bir “kul” olabilecektir dersiniz? İşte bu nedenledir, İslam’ın, bütün büyük günahların kefaretlerinde köle azadını ön plana çıkarması. İşte bu nedenledir, köleliğin de en kötüsü olan “put tapıcılığı” nın, işin hemen başında reddedilişi. Gerçekten de, insan gibi en güzel biçimde ve en şerefli olarak yaratılmış olan bir mahlžk, başına üşüşen pislik sineklerini bile kovmaktan aciz bir putun önünde eğilip, insanlık onurunu zedeledikten sonra, kul oluşun zevkine ve de zirvesine varabilir mi hiç? İşte bu nedenledir, her şeyden önce ilahların reddedilişi ve Halık-ı Zülcelalin nazargahı olan “gönlün” putlardan bir güzel temizlenişi. İnsan, özellikle ve de öncelikle, putlardan temizleyecek gönlünü ki, sonra da tertemiz bir gönülle çıkacak Halık (cc)’ının huzuruna ve böylece gerçek bir kul olabilecektir.

Kolay şey değildir gerçek kul olabilmek. Kolay şey değildir, Halık (cc)’tan başka bir varlığın önünde eğilmemek. Kolay şey değildir, putları, tabuları ve her şeye rağmen, her çeşidinden dokunulmazları reddedebilmek. İşte bütün bunları yapabilen insandır ki, kim ve ne olursa olsun, hiçbir şey için, hiçbir yaradılmışın önünde eğilmez ve böylece “hür” ve “kul” oluşun zevkine ve zirvesine varır. “Hür” ve “kul” olan böyle bir insan ise, kimsenin hakkını yemez, kimseye hakkını yedirmez ve kesinlikle satın alınmaz. İşte bu durum ürkütür cahili toplumların insanlarının büyük çoğunluğunu ve de özellikle zorbalarını. Çünkü onlar bilirler, “hür” ve “kul” olan insanları sömüremeyeceklerini. Kelime-i tevhide ve kelime-i tevhid bağlılarına, yani gerçekten “hür” ve “kul” olanlara karşı çıkışları işte bu nedenledir, kesinlikle, tanrıları ve putları reddedildiği için değil. Eğer, tanrılarının ve putlarının reddedilmesi, cahili toplumların insanlarını gerçekten de fazlaca rahatsız etmiş olsaydı, Allah (cc)’ın Rasulüne (s.a.v.), “Bir sene sen bizim ilahlarımıza tap, bir sene de biz senin Allah (cc)’ına tapalım” tarzında sapık bir teklifin sahibi olarak gelebilirler miydi, dersiniz? Eğer onlar, gerçekten de tanrılarının ve putlarının olmayan onurlarını korumayı hedeflemiş olsalardı böyle bir teklif götürebilirler miydi sizce? Fakat onlar, yani cahili toplumların zorbaları, böyle bir teklif yaparak, tamamen kaybolmasından endişe ettikleri çıkarlarının, hiç olmazsa bir kısmını korumayı amaçlıyorlardı şüphesiz ki. Fakat bu amaçlarına ulaşamadılar bir türlü ve nihayet korktukları başlarına geldi bilindiği gibi. Kelime-i tevhidin öğretisiyle gönülleri aydınlanan, zihinleri açılan, “hür” ve “kul” oluşun zevkine varan ve zirvesine çıkan insanlar, cahili toplumun zorba insanlarının tanrılarını ve putlarını reddederek, onların, “put tercümanlığı” görevlerine son verdiler ve böylece, yıllar yılı zorbalar lehine dönen sömürü çarklarını, kısa bir süre için de olsa, durdurmasını bildiler.

Evet, sadece peygamber ikliminin hakim olduğu coğrafyalarda ve insanlık tarihine göre çok kısa zaman dilimleri için durdurulabilmiştir, zorbaların sömürü çarklarını döndürebilecekleri bir mekanizmayı mutlaka kurmasını bilmişlerdir, yaşadıkları mekan ve zaman içinde. Çünkü onlar, günümüzün globalleşmiş dünyasının zorbaları da dahil olmak üzere, her şeye göz yumarlar, izin verirler ve hatta razı da olurlar, fakat sömürü çarklarını durduracak olan en küçük bir oluşuma bile, kesinlikle göz de yummazlar, izin de vermezler, razı da olmazlar. Bu hususta hiçbir zorba, kıptilerin reisi olan Firavun’dan daha az insafsız ve de merhametsiz değildir, bilesiniz. Nitekim, ismi insanlık tarihi boyunca lanetle anılacak olan o meşhur zorba, saltanatını yıkma ihtimali olan Musa (as)’nın gelişini önlemek amacıyla, gözünü dahi kırpmadan yüz binlerce çocuğu katlettirmekten çekinmemişti. Ne var ki, her zorbanın gücü, Firavun ve Nemrut kadar değildir ve bu nedenle, isteseler de insanlığa o denli zarar veremeyebilirler. Biraz önce de belirtildiği gibi, bu onların daha az insafsız olmalarından değil, daha güçsüz olmalarından kaynaklanmaktadır. İşte bu durum kesinlikle unutulmamalı ve zorbaların din, ya da ideolojik kaygılarla hareket edebilen insanlar olabileceği ihtimali kesinlikle akla getirilmemelidir. Daha açık bir ifadeyle, kesinlikle bilinmelidir ki, gerek tarihin derinliklerinde kalmış zorbalar, gerekse modern dünyanın değişik iklimlerinde halen yaşamakta olan çağdaş zorbalar, insanlığa reva gördükleri bütün zulümleri, hangi kalıp içinde sunarlarsa sunsunlar, sadece ve sadece çıkarlarını korumak amacıyla yapmışlar ve de yapmaktadırlar. Bunu bilmekte fayda var, aksi halde yani bu durum bilinmeyecek olursa, kendileri de zorbaların zulmüne maruz kalan kimileri dini ya da ideolojik yakınlık dolayısıyle, zorbaların safında olmak ve onların sömürülerine yardım etmek durumunda kalırlar ki, böyle bir gelişme, zorbaların arayıp da bulamayacakları bir şeydir, sömürülerini biteviye sürdürebilmek için… Daha açık bir ifadeyle, gerek geçmiş zamanda yaşamış olan gerek günümüz dünyasında yaşayan zorbalar, sömürü çarklarını döndürebilmek için, belli kesimlerin desteğine ihtiyaç duyarlar. İşte ihtiyaç duydukları bu desteği dini ya da ideolojik alanlardan temin ederler. Bu nedenle, sömürü çarklarını döndürecek olan ana mekanizmayı, dini ve ideolojik alanlara kurarlar ki, böylece, o alanlardaki kesimlerden destek alabilsinler. Ve tarih boyu bunda da başarılı olmuşlardır.

†lkemizde oynanan oyuna ve döndürülen dolaplara, dini ve ideolojik gözlüklerden değil de, bir de bu açıdan, yani sadece ve sadece sömürü açısından bakabilsek olmaz mı dersiniz? Ben inanıyorum ki, bu ülkenin insanları, yapay bir şekilde oluşturulan, sağcı-solcu, ileri-gerici, laik-antilaik, Kemalist-anti Kemalist, alevi-sünni gibi bölücü, parçalayıcı ve yıkıcı ayrışmalardan kurtulup da, yek vücut olarak çıkarcıların üzerine gidecek olursa, zorbaların sömürü çarkını ancak o zaman durdurabilecektir. Aksi halde, ecdat yadigarı bu güzel ülkede iç çatışmalar hiçbir şekilde durmayacak değişik motiflerle ve sürekli olarak, bu iç çatışmaları körükleyen modern zorbaların sömürü çarkları ise, olanca hızıyla ve biteviye, dönmeye devam edecek demektir.

Gerçekten de, yeryüzü coğrafyasındaki bütün ülkelerde yaşayan zorbaların sömürü çarklarının yakıtı, hangi kılıf altında ve hangi nedenlerle çıkarılmış olursa olsun, iç çatışmalardan başkası değildir, bilesiniz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.