KAPAK- Her Daim Adalet

KAPAK- Her Daim Adalet

Zulmün zıttı olan Adalet, düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir.

İslâm’da adâlet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara farklı davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her insanın ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, arzu ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.

Toplumda adaletin tesisi için Kur’an ve sünnette pek çok ilahi mesaj vardır. Ayetlerden bazıları şöyledir;

“Ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Adil olun, bu Allah’ın koruması altına girmenin en kestirme yoludur: Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 8)

“Ey iman edenler adaleti ayakta tutarak Allah için şahitlik edenler olun. Kendinizin, ana ve babanızın aleyhinde bile olsa (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilmek için hevâ ve hevesinize uymayın. Eğer eğri davranır veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 135)

“…Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ, 58)

“Allah, adaleti ve ihsanı emreder. “ (Nahl, 90)

“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58)

Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Mâide, 42; Hucurât, 9)

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadis buyurmuşlardır:

“Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmâre, 18)

“Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.” (Buhârî, Edep, 36)

Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur. Adil Halife Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde onunla ashâbdan Übey b. Ka’b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit’e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd, hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer’e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti: “İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım.”

Sonra davacı Übey b. Ka’b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer’in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd b. Sâbit, Übey’e şöyle dedi: “Gel Halife’yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim.” Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi: “Halife ile herhangi bir Müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir.” Ayrıca mahkemelerde şahitlik yapacakların da adalet sahibi olarak tanınan kimseler olması şart koşulmuştur.

İslâm’da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulmuştur. Resulullah davalara bizzat kendisi bakmıştır. Bu durum ikinci halife Ebu Bekir (radiyallahu anh) zamanında da böyle devam etmiş, Hz. Ömer zamanında ise İslâm toprakları oldukça genişlediğinden bazı sahâbiler muhakeme işleriyle görevlendirilmiş ve birer kadı olarak vazife görmüşlerdir.

Adalet, sadece devlete ve yöneticilere has bir olgu değildir. Adalet, hukuki, içtimai ve ahlaki alanların hepsini kapsar. Bu bağlamda adalet “kişinin kendine, ailesine ve çevresinde yer alan insan, doğa ve hayvanlara karşı görevlerini ve haklarını yerine getirmesidir.”

İslam’da adalet sadece Müslüman olanlara değil, kültür, bilgi, mevki, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözetmeden bütün insanlara, sadece insan oldukları için aynı değer ve ölçüde uygulanması şeklinde emredilmiştir.

Adalet kavramı, İslam toplumuna, “Adalet Mülkün (Devlet’in) Temelidir” özdeyişi ile mâl olmuştur. Resulullah’ın ikinci halifesi olan Hz. Ömer, bu anlamda adalet ile sembolleşmiş bir şahsiyet olmuştur. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık gözetilmemiş, zengin-fakir, kuvvetli ve zayıf ayırımı yapılmamıştır.

Adaletin olmadığı cemiyetlere zulüm, anarşi ve terör hâkim olur. Toplumsal isyanlar çıkar, mahkemelere, devlete hatta fertlerin birbirlerine olan güveni kaybolur.

İnsanın adaletten sapmasının en başlıca sebeplerinden biri nefret duygusudur. Kendimizce haklı gerekçeler bulmakta zorlanmıyor ve bu nedenle de nefretimizi meşru görüyoruz. Çoğu zaman öfke ile karıştırabiliyoruz bu duyguyu. Onun için “el hubbu fillah vel buğdu fillah” yani “sevgi de nefret de Allah için” olmalı.

Eşler arasındaki tahammülsüzlük, ebeveyn ile çocuklar arasındaki çatışma, çevremizle olan sürtüşmeler tüm bunlar kendi içlerinde giderek azalan adalet ve giderek artan nefretle, onarılması güç durumlar doğurmaktadır. Eşimize, evladımıza, dostlarımıza ve çevremize göstermediğimiz adalet sebebiyle onlarda bir nefret duygusunun doğmasına ve onlardan gördüğümüz nefret ile de kendi içimizde de bir nefret duygusunun uyanmasına sebep oluyoruz. Başkalarından esirgenen adalet, nefret olarak geri dönüp insana mezar oluyor.

Anne ve babanın, çocukları arasında adaleti sağlamak gibi bir kaygısı olması gerektiğini belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan durumu şu ifadelerle özetliyor, “Anne ve babanın adaletli davranmak ilkesi olmalı. Eğer böyle bir ilke varsa çocuk her zaman ‘Annem babam bana haksızlık yapmaz’ der ve eve bağlılık artar. Evle ilgili sorumluluk duyguları artar.” Adaletin en büyük düşmanının bencillik olduğuna vurgu yapan Tarhan, ailede adaletsizliğin, duygusal ihmallere yol açtığını ifade ediyor.

Adaletle eşitlik kavramlarının hep karıştırıldığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan şu noktaların altını çiziyor, “Eşitlik herkesin aynı tip elbise giymesi gibidir. Aynı, eşit miktarda verilmesidir. Adalette bir denge ve ölçü vardır. Hak edene hak ettiği kadar vermek, hak etmeyene vermemek tarzında. Bu nedenle adaleti eşitlik gibi algılamamak gerekiyor. Yetenekli ve çok çalışan birinin elde edeceği haklarla tembel ve hiç çalışmayan birinin elde edeceği haklar aynı olursa tembelliğe prim verilmiş olur. Bu nedenle adalet orada yetenekli olanların önünü açacak ama öbürlerinin asgari haklarını verecek şekilde bir denge kuracak.”

Bir toplumun yaşanabilir olması bazı temel değerler ekseninde ortak bir tavır ve birliktelik duygusuna ihtiyaç gösterir. Bunlar çoğu kez kader birliği, sevinçte ve kederde birleşme, dayanışma gibi bazı özellikleri içerir. İnsanların toplum içerisinde birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri de birlikte yaşamanın vazgeçilmez gereğidir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.