KAPAK-Doğruları Teşvik Etmek, Yanlışları Engellemek

“İçinizden, iyiliğe, dünya ve âhiret için en hayırlı olana, İslâm’a, Kur’ân’a, Kur’an ilkeleriyle yaşamaya davet eden, teşvik eden, sevk eden; Kur’ân’ın ve sünnetin hükümlerini, meşrû olanı, İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri, mü’minlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü planları, programları, adaleti uygulayarak, kamu düzenini sağlayan, iyiliği emreden, şeriatın suç saydığı ve haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeyleri, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü akıllarını kullanıp yasaklayarak, önleyici tedbirler alarak kamu güvenliğini temin eden, teşkilatçı, eğitimli, yetişmiş, yönetici, uzman, tutkun kadrolar, müesseseler (devlet-sivil toplum kuruluşları) bulunsun. Onlar, işte onlar kurtuluşa ebedî nimetlerle mutluluğa erenlerdir.” (Âl-i İmran suresi 104. ayet, Ahmet Tekin Meali)
Kim bir münker görür ise eli ile düzeltsin, buna gücü yetmez ise dili ile düzeltsin, buna da gücü yetmez ise kalbi ile buğz etsin ki bu imanın en zayıf noktasıdır’ (Müslim)
Bu rivayette dikkat çeken unsur, metnin herkese bir sorumluluk alanı verildiği ve hiç kimsenin bundan müstesna kılınmadığıdır. Metinlerin sağladığı imkânlar ile konuya ilişkin kullanılan bu kıstas da bunun bir hak değil, bir sorumluluk, dolayısıyla, bir vecibe olduğudur. (Bayram Çınar, Van İlahiyat Dergisi)
Emri bil maruf nehyi anil münker olmazsa bireysel Müslümanlığımız da cemaat halindeki Müslümanlığımız da sıkıntıya girer. Toplumun içinde olacağız ama içinde olduğumuz toplumdan etkilenmeyeceğiz. Toplumun küfründen, toplumun şirkinden, toplumun İslam dışı davranışlarından etkilenmeyeceğiz. O toplumu etkilemeye çalışacağız. Müslüman olarak bizler İslam’ı cemaat halinde yaşarız. Cemaat halinde yaşarken de çeşitli durumlara dikkat etmemiz gerekmektedir. Münkeri gördüğümüzde elimizle, dilimizle düzeltmemiz, hiç olmazsa kalbimizle buğzetmemiz gerekmektedir. Peki, münker nedir, maruf nedir? Münker ve maruf ölçüsünü Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyeden almalıyız.
Münker; Allah ve Rasulünün tasvip etmediği, mekruhtan harama kadar tüm menhiyatlardır. Maruf ise Allah ve Rasulünün güzel gördüğü her türlü davranış, düşünce ve eylemdir.
Kavramaları tam olarak bilmezsek münkeri engellememiz gerekirken marufu engeller, marufu teşvik etmemiz gerekirken münkeri yaygınlaştırabiliriz.
Dolayısıyla dinimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor ki neyin ne olduğunu yerine oturtalım. Müslümanlar toplumun sigortasıdır. Sigorta olarak zamanında gereken vazifemizi yapmazsak elektrik tesisatının yanmasından şikayetçi olmayacağız. Zamanında toplumda yapılmaya başlanan yanlışlara müdahale etmezsek bu yanlış zamanla normalleşir ve bizler artık normalleşen ve toplum tarafından kabullenen bir davranışı engelleme mücadelesi veririz.
Dünyada “Kırık Camlar” teorisi diye bir teori vardır ve gerçekten toplumlar açısından çok dikkat çekici bir teoridir. Teori şöyledir;
“Philip Zimbardo 1969 yılında suç oranının yüksek olduğu Bronx’a ve yaşam standartları yüksek olan Palo Alto’ya 1959 model araba bırakır. Bronx’ta yaşayanlar, kısa süre içerisinde arabayı yağmalayarak kullanılamaz hale getirir. Palo Alto’ya bırakılan arabaya ise uzun süre kimse zarar vermez. Bir hafta sonra Zimbardo ve öğrencileri Palo Alto’ya bıraktıkları arabanın camını kırarak arabaya ilk zararı verirler. Zimbardo ve öğrencileri arabanın camını kırdıktan kısa süre sonra çevrede yaşayan insanlar da arabaya zarar vererek yağmalamaya başlar. Dakikalar içerisinde Palo Alto’da bulunan arabayı da kullanılamaz hale getirirler. Zimbardo’nun deneyi gösteriyor ki insanların arabaya zarar vermesi için arabada oluşan küçük bir tahribat yeterli oluyordu.
Wilson ve Kelling, Zimbardo’nun deneyinden yola çıkarak 1982 yılında Kırık Camlar (Broken Windows) teorisini geliştirdi. Teoriye göre bir binada/bölgede bir cam kırılırsa diğer bütün camların kırılmasının önü açılır. Çünkü insanlar binanın/bölgenin bir otorite tarafından önemsenmediğini düşünür ve vandalizm göstermeye başlar. Bu durum bir süre sonra yapının bulunduğu bölgede suç oranlarının artmasına da sebep olur. Yaşanan küçük bir değişim bir süre sonra bütün bölgenin geleceğini etkileyebilmektedir.”
Bizler emri bil maruf nehyi anil münker vazifemizi layıkıyla yerine getirmezsek Kırık Cam teorisinde olduğu gibi ufak bir davranış, toplumun diğer kesimi tarafından da normal olarak kabul edilir ve yapılmaya başlanır.
Müslümanlar her zaman ve her yerde daima hakkın ve doğrunun yanında ve ona yardımcı; kötülüğün ve kötülerin karşısında ve ona engel olmakla mükelleftir. Ne zaman ki İslam milleti bu özelliklerini korumuşlar, kendi yakınları ve hatta öz nefislerinde de olsa Şeriat’ın yasak ettiği kötülükleri irtikap edenlere asla taviz vermemişler, hep iyiliklere destek olmuşlarsa, dünyaya düzen veren, adalet tevzi eden hakim unsur haline gelmişleridir. Bunun en tabii sonucu olarak da Müslümanlar din, akıl, nefis, nesil ve mal emniyeti sağlanmış ve çok mazbut, kendi içinde uyumlu, dışa karşı caydırıcı bir güç olmuşlar ve bütün milletlerin gıpta ettiği medeni bir seviyeye yükselmişleridir. (Zeki SOYAK, Mefkure, s. 230)
Özellikle zamanımızda bizler emri bil maruf nehyi anil münker vazifesinden kendimizi uzak göremeyiz. Bizler için bunun bir sorumluluk, görev olduğu bilinci içerinde olmalıyız. Bu görevimizi yaparken de bazı özelliklere sahip olmamız gerekmektedir.
- İlim sahibi olmalıyız. Neyi teşvik edeceğiz, nelerden nehyedeceğiz? Bunları bilmezsek yarı yolda kalırız.
- Allah’ın rızasını ve dinin yüce emirlerinin hayata hakim olmasını dilemeli ve bunun için dua etmeliyiz.
- Şefkat vasfımız olmalı. Muhatabımıza sevgiyle yaklaşmalıyız. Hilm ve rıfk sahibi olmalıyız.
- Sabırlı ve tahammüllü olmalıyız.
- Emrettiklerimizi yapmalı, nehyettiklerimizden de kaçınmalıyız.
- Muhatabımızı ya da muhataplarımızı iyi tanımalıyız. Onların her yönüyle müsait olduğu, alıcılarının açık olduğu zamana dikkat etmeliyiz.
Kanuni Sultan Süleyman, “günün birinde, Osmanoğulları da inişe geçer de çökmeye yüz tutar mı?” diye düşünmeye başlar. Birçok konuda olduğu gibi, bu düşüncesini de süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Düşündüklerini, kendi el yazısıyla yazarak, Yahya Efendi’ye gönderir:
“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da yok olur mu?” diye özetler endişesini. Sultan Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır: “Neme lâzım be Sultanım!”
Elimizde olanların kaybolmaması için neme lazım demeden gayret kuşağını kuşanalım.