KAPAK – ASABİYYET (IRKÇILIK) E GENEL BİR BAKIŞ

İnsana kıymet kazandıran mensup olduğu ırk değil, sahip olduğu faziletlerdir. İslam dini, ırkları bir realite olarak kabul eder. Cenab-ı Hak Kur’an’da şöyle bildirir: ‘Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.Birbirinizi tanımanız için, sizi milletlere, kabilelere böldük. Şüphesiz Allah katında en şerefliniz, en takva sahibi olanınızdır.’(Hucurat, 13) Ayette bildirilen erkek ve dişiden murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dır. Bütün insanlar onların torunları durumundadır. Hz. Âdem’in aynı zamanda ilk peygamber olduğu da nazara alınırsa, bütün insanların peygamber torunları olduklarını söyleyebiliriz. Ayette farklı milletlere ayrılmanın hikmeti, insanların birbirlerini tanımaları olarak haber veriliyor. Gerçekten de her milletin kendine has bazı özellikleri vardır ve bu özelliklerden hareketle bir insanın hangi millete mensup olduğunu belirlemek mümkündür. İnsana kıymet kazandıran mensup olduğu ırk değil, sahip olduğu faziletlerdir. Yoksa hemen her millette hem iyiler, hem de kötüler bulunmaktadır. Irklar, insanlık kilimindeki farklı renkler ve desenlerdir. Yüce Allah, sanatında daima renkliliği esas almıştır. Mesela, renkler yedidir, sesleri gösteren notalar yedidir, tatlar farklı farklıdır? İnsanlık âleminde farklı ırkların olması da ilahi kader programından gelen bir güzelliktir. Kilimdeki farklı motif ve desenler o kilime farklı bir güzellik katar. Gök kuşağı tek renk olsaydı, şimdiki kadar güzel olmazdı. Farklı ırklar ve milletler de dünyamıza farklı güzellikler kazandırmıştır. Ülkemizde farklı ırkların varlığı, muazzam bir kültür zenginliği sonucunu doğurmuştur vermiştir. Ülkemizin doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde farklı yemekler, farklı müzikler, farklı mimari durumlar’ bizleri “büyük millet” yapmaktadır.
“Sen Allah’ın boyasına bak! Daha güzel boya kimin olabilir?” (Bakara, 138)
Yunus Emre, Kur’an’dan aldığı dersle ‘Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü’ der. Ama herkes Yunus Emre kadar olgun olmayabilir. Şöyle bir olay anlatılır: Bir grup insan hac vazifesini eda ederken, beyaz ırka mensup bir Müslüman, zenci birini görünce biraz yüzünü ekşitir. Zenci, yanındaki arkadaşına yönelir ve şöyle der: ‘Bana yüzünü ekşiterek bakan şu Müslüman kardeşime, sor bakalım, boyayı mı beğenmemiş, yoksa boyayanı mı’? Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın boyası” ifadesi geçer. En güzel boyanın “Allah’ın boyası” olduğu ifade edilir. (Bakara, 138) Allah-u Teala Hz. Âdem ve Havva’yı bütün ırkları netice verecek özellikte yaratmış, zamanla da ırkları meydana getirmiştir. Aynı topraktan rengârenk çiçekleri yarattığını gördüğümüz ilahi kudrete, aynı Âdem ve Havva’dan farklı özellikte ırkları yaratmak zor gelmez. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Âdem’in ve Hz. Havva’nın genetik yapısında bütün ırkların karakterleri vardı. Bu karakterler zaman içerisinde ırkların ortaya çıkmasına vesile oldu. Böylece farklı coğrafyalarda farklı ırk ve kabileler zuhur etti.
Irkçılık Nedir?
“Irkçılığa çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere ölen bizden değildir.” (Müslim, İmare, 57) Problemlerimizin çözümü, Kur’an’da ve Peygamber Efendimizin hadislerinde yer almaktadır. Bunları bilmeyenler, mesela ırkçılık konusunda “acaba kendi milletimi sevmem ırkçılık sayılır mı?” şeklinde tereddütlerde kalabilirler. Hâlbuki böyle bir sorunun cevabı, saadet asrında yaşanan şu olayla verilmektedir: Sahabeden biri, “Ya Rasulallah, kişinin kavmini, milletini sevmesi, ırkçılık sayılır mı?” diye sorar. Peygamber Efendimiz şöyle cevap verir: “Hayır, sayılmaz. Lâkin ırkçılık, kişinin kendi kavmine zulümde yardımcı olmasıdır.” Kişi, sırf “kendi kavmindendir” diye bazılarına ayrımcılık yapsa, haksız olduklarını bile bile onları savunsa zulme yardım etmiş olur. Hâlbuki değil zulüm işlemek, zulme razı olmak bile uygun görülmemiştir. Zira “küfre rıza küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.”
‘Üstün ırk’ yok, ‘faziletli insanlar’ vardır ve bu faziletli insanlar her ırktan çıkabilir. Irkçılığı esas alan kimseler kendi ırklarını en üstün ırk olarak görürler. Oysa insanın kıymeti ne yaşına, ne makamına, ne malına göredir. Onun kıymeti onun sahip olduğu kemâle göredir. Kimde iman, güzel ahlak, salih amel gibi değerler varsa, o kimse kıymetli olur. ‘Irk’ peşinde koşmak, boşa vakit kaybetmek, hatta kan kaybetmektir.
Gerek ülkemizde, gerekse dünyanın başka coğrafyalarında zaman zaman “saf kan ırkçılığı” yapanlar çıkabilmektedir. Dünyanın bazı kesimlerinde bunu iddia etmek mümkün olsa bile, Türkiye coğrafyasında bunu ortaya koyabilmek mümkün değildir. Çünkü bu mübarek vatanın müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra, hemen her taraftan göç ile buraya gelip yerleşenler olmuştur.
Yakın zamanlarda bile Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya gibi yerlerden bu ülkeye gelip yerleşenler olduğu, şimdiki nesillerin bile gördüğü bir realitedir. Bu durumda, “saf kan bir ırk”, Türkiye için söz konusu olamaz. Özellikle Türkler ve Kürtler yüzyıllardır çapraz evlilikler yoluyla birbirleriyle kaynaşmışlar, et ve kemik gibi ayrılmaz hale gelmişlerdir. “Daha müreffeh bir Türkiye” için gayret sarf etmek gerekirken, Türkçülük veya Kürtçülük adıyla bazı teşebbüslerde bulunmak boşuna zaman kaybetmek, hatta kan kaybetmektir.
Irkçılık, bir fanatikliktir. Irkçı insan, insaf ve adaleti kaybeder. İnsan, yaratılışı gereği kendi akrabalarına daha bir yakınlık duyar. Mensup olduğu milleti diğer milletlerden daha fazla sevmesi de bu yakınlığın bir görüntüsüdür. Aslında buraya kadar bir problem söz konusu değildir. Ama bazıları kendi kabile ve milletini sevme duygusunu, başka kabile ve milletlere düşman olmak şekline getirirse, problemler işte o zaman başlar. Birinci hâl gayet normaldir, ama ikinci hâl fanatikliktir, zararlıdır. Benzeri bir durumu particilik ve futbolda görürüz. Bir insanın benimsemiş olduğu partiyi veya taraftar olduğu takımı desteklemesi gayet normaldir. Ama bu, “benim partimden olanlar iyi diğerleri kötü, benim takımımdan olanlar dost, diğerleri düşman” şekline gelirse, çok ciddi problemleri de beraberinde getirir. İnsan, insaflı olmalıdır. Kendi milletinden olanların bazen haksız olabileceğini kabul etmeli, “bizden olanlar daima haklıdır” gibi genellemelerden kaçınmalıdır. Farklı ırklara mensup olabiliriz. Ama her şeyden önce hepimiz birer insanız. İnsanı insan olarak görmek ve değerlendirmek yerine, nedense bazıları ırk ve milliyeti öne alırlar ve ona göre değerlendirirler. Elbette herkesin mensup olduğu bir millet ve vatan vardır. Ama bu mensubiyet, diğerlerini inkâra yol açmamalıdır.
Irkçılığın Bittiği Nokta
Kabir sualleri arasında ‘hangi ırktansın’? sorusu yok! Bir insan şu dünya hayatında general rütbesini elde edebilir. Ama vefat ettiğinde cenazesi “er kişi niyetine” diye kılınır. Çünkü artık ölümle beraber rütbeler, makamlar sona erer, herkes ameliyle baş başa kalır. İnsanlar şu dünya hayatında akrabalık bağlarından, aynı millete mensup olmak gibi durumlardan da yararlanabilirler. Ama bu yararlanma belli bir zamana kadardır. Kur’an buna şöyle dikkat çeker: “Sûr’a üflendiği zaman aralarında artık ne nesep kalır, ne de birbirlerinin hallerini sorarlar.” (Mü’minun, 101) Yani kıyamet koptuğunda, herkes kendi derdine düşer, başkasının halini düşünmeye, sormaya sıra gelmez. O gün, salih amel dışında bir şey insana fayda vermez. Hatta peygamber oğlu veya peygamber kızı olmak da insanı kurtarmaz.
Ruhun Irkı Yok!
İnsan, ruh ve cesetten meydana gelir. Ceset için bir ırka mensubiyet söz konusu olmakla beraber, ruhun ırkı yoktur. İnsanlar hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar, diğer âlemde ırklarından değil, amellerinden sorumlu olurlar. “Şu ırktan olanlar cennete, başka ırktan olanlar cehenneme” diye bir ölçü yoktur. Ama “Mü’min olanlar cennete, kâfir olanlar cehenneme” ölçüsü vardır. Mü’min veya kâfir olmak ise, tek ırka mahsus değildir. Hemen her ırktan hem mü’min hem de kâfir çıkabilmektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan- sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır.” (Müslim, Birr, 33)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir başka hadisinde de şöyle buyurur: “Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (İbnu Mâce, Zühd, 9)