İLMİHAL- ŞÜKÜR

İman; sabır ve şükürdür. Gerçek mü’minler sabrederler, şükrederler. Sabretmeyen ve şükretmeyende hayır yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Beni zikrediniz ki ben de sizi anayım. Bana şükrediniz. Sakın nankörlük etmeyiniz.” (Bakara/152)
Kulun şükrü, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetleri, O’nun istediği yerlerde, O’nun istediği şekilde kullanmasıdır. O’nun istemediği yerlerde, O’nun istemediği şekil ve tarzda istimal etmek ise küfran-ı nimettir. Gerçek manada şükür, öncelikle nimetin kimden geldiğini iyi bilmek, nimeti ihsan edeni tanımak ve iman etmektir.
Allah Teâlâ’ya şükür:
1- Kalp ile olur.
2- Lisan ile olur.
3- Diğer azalarımızla olur.
4- Mal ile olur.
5- İlim ile olur.
Kalbin şükrü: İman etmek, ihlâs, takva sahibi olmak; kalbi aşkullah, muhabbetullah ile tenvir etmek; masivâdan temizleyip ahlâkî güzelliklerle donatmak ve benzeri güzelliklerdir.
Dilin şükrü: Allah Teâlâ’yı hamdü sena etmek, O’nu devamlı zikretmek, hakkı söylemek, iyilikleri emredip kötülüklerden men etmek, İslam’ın hakikatlerini tebliğ etmek, İslam düşmanlarına, mülhidlere, din tahrifçilerine karşı İslam’ı savunmak ve benzerleri…
Diğer azalarımızın şükrü: Her birini yaratılış gayesine uygun olarak kullanmak, Allah Teâlâ’nın yasak ettiği, haram kıldığı kötülüklerde kullanmamak.
Meselâ: Harama bakmamalı, malayani, lüzumsuz lakırdılar yapmamalı, gıybet ve dedikoduları dinlememeli, ayağımızı Allah’a isyan olan yerlere gitmekte kullanmamalı, elimizi zulme vasıta kılmamalıyız.
Aklımızı hakkı anlamak, gerçeği görmek ve idrak etmek; dilimizi hakkı konuşmak, kulağımızı hakkı dinlemek, Allah kelamını, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözlerini, hikmet ehlinin hayır öğütlerini, hikmetli sözlerini dinlemek; elimizi yetim başı okşamak, zulme mâni olmak; ayaklarımızı Allah yolunda tozlanmaları için ve benzeri yerlerde kullanmak suretiyle azâlarımızın şükrünü eda etmiş oluruz.
Malın şükrü: Malı Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde, helal yollarla elde etmek, ona haram karıştırmamak, faiz karıştırmamak; malımızın zekatını, zamanı gelince, geciktirmeden kuruşu kuruşuna hesaplayarak eksiksiz olarak vermekle, malın fazlasını, fakir ve muhtaçlara, yetim ve dullara, ilim tahsil eden talebelere, İslamî hizmetlere harcamakla olur.
İlmin şükrü: İlmi dünyalık elde etmek, makam, mevki işgal etmek için değil, yalnız Allah için tahsil etmek. İlmi, basit dünyevî çıkarlara alet etmemek. Onunla amel etmek, başkalarına öğretmekle olur. Aksi takdirde küfran-ı nimet yapılmış olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz şükreder ve iman ederseniz, Allah size niçin azap etsin. Allah şükredenlerin mükafatını verici ve onların ne yaptıklarını bilendir.” (Nisa/142)
Allah Teâlâ sabredenleri ve şükredenleri sever. Sabredenlerle ve şükredenlerle beraberdir. Sabretmesini ve şükretmesini bilenler neticede kazanırlar. Allah Teâlâ’nın nice lütuf ve ihsanına nâil olurlar.
Müslümanlar, Allah yolunda hizmet ederken, cihad ederken uğradıkları belâ ve musibetlere sabrettikleri, az da olsa çok da olsa Allah Teâlâ’nın verdiği nimetlere şükrettikleri zamanlarda zafer elde etmişler, izzet ve şerefe kavuşmuşlardır.
Ehl-i hikmet:
“Az nimeti az sanma kimden geldi ona bak.
Az günahı az sanma kime karşı ona bak.” demiştir.
Hayır azda mıdır, çokta mıdır bilemeyiz. Öyleyse kula düşen, kendine düşeni yaptıktan sonra içinde bulunduğu hâle şükretmektir. Her hâlükârda sabretmektir.
“İbrahim, şüphesiz Allah’a boyun eğen ve O’na yönelen bir önderdi. Puta tapanlardan değildi. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Rabbi de O’nu seçti ve doğru yola eriştirdi.” (Nahl/120-121)