HÜZÜN ASİL ÜZÜNTÜ SEFİL

HÜZÜN ASİL ÜZÜNTÜ SEFİL

Hüzün, hazin bir kelime… Hicran gibi. Hüzünleniriz bazen etrafımızdaki olanlardan, olaylardan. Hüzün kalbin üzüntüsü, üzülmesi.

                     “Melâli anlamayan bir nesle âşina değiliz.”

diyen şairin hüznün asaletini ifade etmek istediği kesin. Her insanın bir hüznü vardır: Bireyseldir, özeldir, toplumsaldır, geneldir. Bizim şikâyetimiz toplumun şikâyetidir yoksa kendi derdimiz aklımıza bile gelmez” anlamında

                        “Bais-i şekva bize hüznü umumidir Kemal,

                          Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdıma.”

mısraları hüznünün sebebini kendinin dışında, umumi ahvalle izah eden bir toplum adamının haykırışıdır. Namık Kemal’in haykırışı bütün toplum dertlilerinin ifadesi değil mi?

                           Akşam oldu hüzünlendim ben yine

                           Hasret kaldım gözlerinin rengine

diyen şarkının hangi yârin göz rengi ile akşam karanlığı arasında ilişki kurduğunu bilmek şair söylemezse zordur.

          Çok yönlü ablukanın verdiği sıkıntı tam aşılırken neşâtın arkasından gam geliverdi. Hem de iki hüzün, iki büyük acı arka arkaya. “Ey amcacığım, ölümünden önce şehadet kelimesi getir ki, yarın mahşerde Cenab-ı Hakk’ın yanında senin Müslümanlığına tanıklık yapayım.” diye  adeta yalvardığı hamisi,  amcası Ebu Talip vefat etti. Hemen akabinde de “Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı Hatice’dir”  gibi bir kutlu sözün muhatabı, annelerin annesi ve annemiz Hz. Hatice vefat etti. Âlemlerin efendisi, efendimiz çok etkilendi bu iki güzel ve sevdiği insanın ayrılışından. “Bu ümmet üzerinde, şu günlerde toplanan iki musibetten, ben, hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum!” demekten kendilerini alamıyorlardı. Hem ona, hem sahabeye “sene-yi hüzün” oldu o yıl. Bu yıl İslâm tarihçilerince “hüzün yılı, gam ve keder yılı” olarak ifade olunmuştur. Her şeyin büyüğü onda ya. Hüznün de zoru ona olmuş demek ki.

          Hüzün Hz.Yakup’ta somutlaşmış. “Ağlar Yakup ağlar, Yusuf’um diye.”  Etrafınızda hep ağlayan, hep ayrılık ıstırabının derdiyle hüzünlenen, gözü yaştan görmeyen, gönlü ayrılıktan dinmeyen, dili sevgiyle meşgul, içi hicranla melûl birinin daim  hüzün yaşadığını hayâl ettiniz mi ?

         Onu ayırmışlar en çok sevdiğinin emaneti,  emaresi sevdiğinden ayırmışlar. “Kurt kaptı” demişler ve kendilerini insanlıktan müstafi kurt olarak nitelemişler. Çünkü o güzel  Yusuf’u, “en güzel kıssa”ya sebep olan Yusuf’u kendileri kaptı, Yakup’un elinden. Yakup’u ayırdılar Yusuf’undan. O da hep hüzünlü oldu, gülmedi, güldürmedi kimse onu. Hüzün onun adresi, kendisi oldu. Yorulmadı ağlamaktan, yoruldu etrafındakiler ağlamasından. Ona bir “hüzün mahalli” tayin ettiler. Bir ağlama mekânı ihsas ettiler. Dediler ki  “Ağla ağla Yakup Yusuf’um diye.” O da ağladı insanlardan ırak o mekânda, o kulübede, köyden uzak hücrede. Sesini duymadı köydekiler öteden. O Yusuf’un sesini duydu ta öteden.

                            Suf-ı güm-geşte bâz âyed be-Ken’ân gam ne-hor

                           Külbe-i ahzân şeved rûzî gülistân gam ne-hor

(Kaybolan Yusuf Kenan’a yine gelir, gam yeme.  Hüzünler kulübesi bir gün yine gülistan olur, gam yeme) Molla Cami ümidi bilmiş, görmüş ve ümit vermiş tüm Yusuf’unu kaybedenlere.

        Yusuf’u için ağlayan, firakın hüznüyle “hemdem”olan, hicran ateşiyle yanan, ağlamakta derman bulan Hz Yakup’un bu mekanına “KÜLBE-İ AHZÂN” demişler âşıkların dillileri. Ayrılığın sembolü olmuş” Külbe-i  Ahzân”. Fuzulî’nin de içi yanmış en sevgili için “Su”larla akmış rüzgârla haber salmış, “hâk-i payi”ne yüz sürmek istemiş. ” “Başını taştan taşa vuruğ akan su” olmuş onun yaşadığı bölgeye ulaşmak için.

        Sonra Kerbelâ toprağının devamlı meskunu olan şair yanmış ehli beyt aşkıyla, hasretiyle.”Neşatı unutmuş.Hüznün tiryakisi olmuş

                  Bağ-ı dehrin hem hazanın hem bahârın görmüşüz.

                  Biz neşâtın da gamın da rüzgârını görmüşüz.

        Nabi de “Biz bu dünyanın hem baharını hem de güzünü yaşadık, sevinç ve gam rüzgârını da yaşadık.” seslenişi ile hazanlı söyleyişe katılıyor.

Hazan vurgunu hayaller hazanla can bulurken ve ölü bir ruh hazanla dirilirken “Hadikatü’s Süeda” da ağlamış Hz. Fatıma’ya, Hasan’a, Zeynep’e, Hüseyin’e. Onların adını andıkça, onların hikâyelerini anlattıkça ağlıyor demeyeyim “kan ağlıyor gözleri, yanıyor ciğeri” diyeyim.

                   Cihân-ı vahdetin bir renge konmuş unsur-ı çarı

                   Gül âteş, bülbül âteş , nev-bahâr âteş,hazân âteş.                                                                                                                                                  

         Okurken hayal etmeye çalışıyorum Fuzulî’yi.  Ağıtını, hüznünü, gözlerin ne hal aldığını, kalemini, mürekkebin hokkasını, kağıdını. Fuzulî’yle hepsi bir ağlıyor, evren ağlıyor, okuyan ağlıyor ve bir hüzün doluyor her yana. İşte o da ağladığımı duyanlar, beni anlamayanlar, dertten zevk, keyf alamayanlar, hüzne aşina olamayanlar bîrahat olmuyor diye “külbe-i ahzan”a çekilmiş. Necef’teki türbede çölün ıssızlığında gece yıldızlarla, gündüz ceylanlarla hemhal olmuş, hemdert olmuş koca hüzün şairi.

                  Bir hânümansız serseriyim öz diyarımda

                  Teselliden nasibim yok Hasan ağlar baharımda

mısralarıyla figanını haksız bulduğu, matemine katılmadığı bülbül ile söyleşirken bir anıt şiir koyar ortaya.  Adı “Bülbül”. Sonra bülbül de şakır Akif de. Baharın tadını çıkarır bülbül gibi şair de Çanakkale’de (18 Mart-Bahar gelir )Kucak açan peygamberi görüp de kim şakımaz?

             Ama kısa sürer şairin şakıması. Susar, hüznünün asaletine karşı çıkanların neşesinin kendisinin imanıyla çatışması sebebiyle. Mısır onun hüzün seneleridir. Yakaya küsmenin hüznüyle sıralar mısralarını. “Gölgeler” onun haykıramadığı hüzünleridir.

            Hüzün gözyaşı olur, hazanda baharda. Hüzün söz olur tutulmayan sözlerin, vaatlerin ardından. Hüzün ses olur böler uykuyu rüyaların, kâbusların akabinde.

          Hüzün yaprak olur, sararmış ağaçların renkli dallarında. Hüzün gül olur, solmuş demetler halinde aşıkların elinde, kıymet bilmeyenlerin dilinde. Hüzün aşk olur, kara sevda olur Fuzulî’nin şiirinde. Hüzünsüz  yaşanır mı ?   “Münhani beden, müzmin ruh, melûl gözler ve naif bir beden… Son baharımdan kalacaksa hatırda bir şey.  Kaç hatırlanacaksam hatırına sözlerimin.”demiş ya söz sahibi bir usta.

             Hüzün huy olur kimi âşıkların gönlünde neşatı unutanların kalbinde. “ Kaç hazan nâmesi dinledi ruhum ve kaç hazan bestesi dolandı dilime. İftirakla harap gönlüme kaç hazan düşü can verdi? Son hazanda kurduğum düş kaç kez canımı aldı? Hüzün pencereden düşen son nazarlardır  var mıdır nasipte bir daha  kavuşmak hazana diye? Düşünür titrerim… Ömrümün terennümü hazan, son baharım olsun dilerim. “ Hüzün bir rengin, bir zamanın adı olur sarı, kuru.”

             Hüzün iffetin timsali Hz.Meryem’in kucağındaki bebekle halkın arasına gelişidir. Gelmek zorunda oluşudur. Hüzün, “Anam babam sana feda olsun.”sözüne muhatap âlemlere rahmet Efendimizin işkence gören müminlere “ sabır” demesidir. O ne hüzün dolu bir sabır tavsiyesi idi bilir misiniz?

                              Nâm ü nişâne kalmadı fasl-ı bahardan,

                              Düştü çemende berk-i  dıraht  i’tibârdan.

beytiyle ilkbaharın bittiğin haber vererek başlayan,

                               Eşcâr-ı bağ hırka-yı tecride girdiler.

                               Bad-ı hazan çemende el aldı çenardan.

          Hazan mevsimi rüzgârlarının çınarın yapraklarını dökmesiyle tecrit hırkası giyen ağaçlar “hazan”ın başladığını haber verir cümle âleme, tabiata. Hüzün bir yalnız şairin, bir halvet şairinin aşağıdaki mısralarıdır.

                                Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

                                Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı                       

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.