“GÖNÜLLÜ ESARET”: MEDYA

“Bilgi çağı” ya da “dijital çağ” olarak adlandırılan 21. Yüzyıl, insanlara birçok gelişmiş teknolojiyi sunmakla birlikte beraberinde yeni bir düzene geçişi de zorunlu kılmıştır. Pandemi sürecinde insanların evde kalma zorunluluğu başta eğitim olmak üzere birçok ihtiyacın giderilme şeklini değiştirmiş ve yaşanılan bu zorunluluklar yeni düzene geçişe zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda bu süreç, insanları çeşitli sebeplerle yoğun medya kullanımına yönlendirmiştir. Genel olarak süreç ile ilgili haber takibi yapan kullanıcılar kimi zaman eğlence kimi zaman da ihtiyaç gidermek üzere medyayı gereğinden fazla kullanmaya başlamışlardır.
Yeni düzene geçişte, -ağırlıklı olarak tek yönlü kitle iletişim araçları; gazete, dergi, radyo, televizyon- yani “geleneksel medya” kavramı yerini “yeni medya” kavramına bırakmış ve bu kavrama örneklik eden İnternet, insanların vazgeçilmezi olmuştur. İletişimin çift yönlü hale gelmesi ve İnternette herkesin kontrolsüz bir şekilde var olması buradaki bilgilerin geçerliliğini de olumsuz yönde etkilemiştir. Artık bütün kullanıcılar sosyal medya hesapları aracılığıyla şahit oldukları olayları kendi bakış açılarına göre aktarabilmekte ve bilgi çağından dezenformasyon (bilgi çarpıtma) çağına hızlı bir geçiş yaşanmaktadır. Disiplinsiz gelişen haber/ bilgi süreci doğal olarak kaosa sebep olmaktadır.
Nörobilim temelli yapılan araştırmalarda; medyanın, gücünü sosyal beyinden aldığı görülmektedir. Sosyal beynin çalışma şekline bakıldığında ise negatif olaylara daha hızlı tepki verdiği sonucu ortaya çıkmıştır. Beyin, koruma içgüdüsü ile negatif olayların takibini daha fazla yapmaktadır. Bu durum, daha fazla izlenme ve dolayısıyla daha fazla kâr elde etme çabasında olan programlar için kullanılan bir açık haline gelmiştir. İnsanların “merak duygusu” kullanılarak medyada daha fazla zaman geçirmeleri sağlanmaktadır. Ve tabi ki daha fazla reklama maruz kalmaları sağlanmaktadır. Reklam kavramı, tüketim toplumunda çok etkili bir araç olarak ve içerisinde çokça strateji- taktik bulunduran bir iletişim şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahsedilen toplumda gerçek olmayan ihtiyaçlar oluşturularak insanların ihtiyaç dışı alışveriş yapmaları ve çılgınca tüketmeleri hedeflenmekte ve çoğu zaman hedefe ulaşılmaktadır. Aynı zamanda yapay zekânın kullanıcıların bilgilerini işleyerek onlara bireysel reklamlar göndermesi de tüketim toplumuna güç katan bir diğer faktördür. Nörobilim ve yapay zekâ birleşerek kişi hakkında neredeyse eksiksiz bilgiye ulaşmakta ve nokta atışı reklamlar gönderebilmektedir. Kullanıcının kendisine dair paylaştığı her bilgi, dijital ayak izini oluşturmakta ve kullanıcının kendisine karşı koz olarak kullanılmaktadır.
Aynı zamanda medya tarafından kullanılan bir diğer duygu da “değersizlik duygusu” dur. Gerçeği olduğu gibi yansıtmayan ve insanların sürekli kendilerini ve sahip oldukları imkânları medyada gördükleri insanlarla kıyaslamalarına sebep olan bu duygu, kişiyi giderek mutsuzluğa sürüklemektedir. İnsanlar ekranlarda gördüklerinin gerçeği yansıtmadığını bildikleri halde değersizlik duygularının esiri olmaktadırlar ve etki altında kalmaktadırlar.
Kullanıcıların “beğenilme arzuları” da medyanın kullandığı duygular içerisindedir. Temelinde sevgi ve özgüven eksikliği olan bu duygu sebebiyle kişiler sürekli paylaşım yapmakta ve her seferinde daha fazla beğeni alma çabasına girmektedirler. Sanal bir kimliğe bürünen kişiler çoğu zaman olduklarından çok farklı şekillerde medyada yer almaktadırlar.
Ayrıca kullanıcıların “yalnızlık” duygusunu çok iyi kullanan medya; sosyal ağlar oluşturarak kişinin gerçek hayatta ulaşamayacağı kadar insana ulaşmasını sağlamakta ve yapay zeka aracılığıyla kişinin sosyal ağında bulunan insanlar üzerinden kişiyle ilgili bir çıkarımda bulunmaktadır. Böylece kişiye arkadaş ve ilgi alanı tavsiyelerinde bulunabilmekte ve gittikçe genişleyen bir ağ ile daha çok insanı kullanıcı olarak kaydedebilmektedir.
Medyada tehlike arz eden bir diğer başlık ise subliminal mesajlardır. Ekranda kalma süresince gözün algılayamadığı fakat bilinçaltına gönderilen gömülü mesajlar aracılığıyla reklam verilebilmekte ya da herhangi bir konuda kişinin ilgi, ihtiyaç ve algı yönetimi yapılabilmektedir. Aynı zamanda “bastırılmış duyguları” da hedef alan subliminal mesajlar; küçük yaştaki kullanıcıların bilinçaltına tehlikeli mesajlar gönderebilmekte ve çocuğun karakter oluşumu için önemli olan 0- 6 yaş aralığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta medyanın kullanıcılarına sunduğu bunca hizmetin ücretsiz olmasıdır. Ücretsiz olan her bir uygulamada kişiyle ilgili bilgiler depolanmakta ve kişiye reklam olarak dönmektedir. Böylelikle her bir kullanıcı tüketim toplumuna hizmet eden bir birey olmaktadır. Ayrıca medyanın bunları yaparken “kullanıcı onayı” alarak yapması kullanıcıların medya esaretini gönüllü olarak kabul etmelerini sağlamış ve aynı zamanda bu yazıya başlığını vermiştir.
Bütün bu tehlikeler düşünüldüğünde özellikle yeni medya olmak üzere medyanın temel amacının manipülasyon (hileyle yönlendirme) olduğu apaçık ortadadır. Kullanıcıları bu tehlikelerden korumak üzere bir nitelik gerekmektedir. Kişinin ancak “medya okuryazarı” niteliği taşıması onu bu tehlikelerden koruyabilecektir. Medya okuryazarı olan kişi; görsel, işitsel, basılı vb. medya mesajlarına ulaşabilme ve onları eleştirel bir bakış açısıyla çözümleyip değerlendirebilme ve kendi medya iletilerini oluşturabilme becerisine sahiptir. Bu beceriye sahip olan kişi, medyanın kendisini yönlendirmesine müsaade etmeyecek ancak kendisi istediğinde ekran başında kalacak ve zamanını yönetebilecektir. Zaman kavramının geri dönüşü olmaması da medya okuryazarlığı kavramını ciddi bir gereklilik olarak karşımıza çıkarmaktadır.
Elif Yöndemli
Halkla ilişkiler Uzmanı
Medya Okuryazar Eğitmeni