CİHAD DERSLERİ- Celal Hoca

Bir önceki yazımın başlığını ‘Uğrumuzda Cihad Edenler Var Ya…’ şeklinde koymuş ve bu ibâreyi bir âyetin meâlinden aldığımı söylemiştim. İlgili âyet-i kerimenin tamamının meâli şöyleydi: “Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, elbette biz onları kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah, iyi davrananlarla beraberdir” (Ankebût sûresi, 29/69). Bir önceki yazımda bu âyetin meâli üzerinde durmuş, meâl yazan birkaç müellifin bu âyete verdikleri meâli değerlendirmiş ve yazıyı bitirirken şöyle demiştim: “Bu âyetin meâlinden hareketle bu köşede birkaç yazı yazmak istiyorum. Yüce Allah, âyetin birinci cümlesinde bir taahhütte bulunuyor ve ‘bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, elbette biz onları kendi yollarımıza eriştireceğiz’ derken, ikinci cümlede de kendi adını zikrederek bu taahhüdü şöyle tekrarlıyor: ‘Muhakkak ki Allah, elbette muhsinlerle beraberdir.’ Bu sütunda size bu taahhüdün asrımızda da gerçekleştiğini canlı misalleri ile anlatacağım. Bir sonraki yazımı bekleyiniz.”
Evet, bir önceki yazımda işte böyle demiştim. Şimdi sıra geldi size verdiğim sözde durmaya. Konuyu canlı misalleri ile anlatacağım, demiştim. Bu yazımda size, Türkiye’de İmam-Hatip Okullarının açılması için gece-gündüz çalışan, yani cihad eden ve neticede Yüce Allah’ın yardımı ile başarıya ulaşan bir hoca efendiyi kısaca tanıtacağım. Bu mücâhidin adı Celalettin Ökten’dir. Kısaca Celal Hoca diye tanınır. Şimdi bu mücâhidi tanıyalım.
Celal hocanın asıl adı Mahmut Celâlettin’dir. Soyadı kanunu çıktıktan sonra Ökten soyadını almıştır. Celal Hoca, 1882 yılında Trabzon’da doğdu. Baba tarafından Gürcüzâdeler olarak bilinen, dinî ilimler alanında isim yapmış köklü bir aileye mensuptur. Dört yaşında babasının, kısa bir süre sonra da annesinin vefatı üzerine babaannesinin himayesinde büyüdü. Küçük yaşta hafız oldu. Rüşdiyeyi bitirdikten sonra Trabzon İdâdîsi’ne kaydoldu; bir yandan da medreseye devam etti. İdâdîde okuduğu yıllarda dedesi Ömer Feyzi Efendi’nin yerine Trabzon Çarşı Camii’nin imam-hatipliğini yaptı. Mezun olunca İstanbul’a giderek 1905 yılında Dârülmuallimîn-i Âliye’ye girdi. Bu okulu bitirdikten sonra Dârülfünun Edebiyat Şubesi’ne kaydoldu. İkinci Meşrutiyet’in ilânı ile İstanbul’da huzurun bozulması üzerine öğrenimini yarıda bırakarak bir arkadaşıyla birlikte 24 Haziran 1909’da Turgutlu’ya gidip edebiyat öğretmenliğine başladıysa da burada fazla kalmayarak 05 Kasım 1909’da İstanbul’a döndü ve tahsiline devam etti. Dârülfununda hocaları Babanzâde Ahmed Naim, İzmirli İsmâil Hakkı ve Mehmed Âkif beylerin yakın ilgi ve sevgilerine mazhar oldu. Arap edebiyatını Ali Fehmi ve Şevket efendilerden okudu. Bu arada Fatih dersiâmlarından Mustafa Âsım ve Muğlalı Ali Rızâ efendilerden kelâm ve usûl-i fıkıh sahasında özel dersler aldı.
Celâlettin Efendi 1911 yılında Dârülfünun Edebiyat Şubesi’nden mezun olunca 29 Ocak 1912’de İstanbul Sultânîsi Arapça muallimliğine tayin edildi. İlmî yetişkinliği yanında başarılı öğretim metodu sayesinde kısa sürede “Celâl Hoca” olarak şöhret buldu.
Mütareke yıllarında kayınpederinin yerine Atik Ali Paşa Câmii’nde on yıl kadar imamlık görevinde de bulunmuş olan Celâl Hoca, 1925’te İstanbul İmam-Hatip Mektebi Arapça muallimliğine tayin edildi. Bir süre sonra “Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu”nun aleyhinde konuştuğu iddiasıyla açığa alındıysa da yapılan tahkikat neticesinde görevine iade edildi. Ardından da İstanbul Sultânîsi Arapça muallimliğine geçti. Harf inkılâbından sonra Arapça derslerinin kaldırılması üzerine okulun Türkçe hocalığını üzerine aldı. Uzun yıllar İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe, edebiyat, felsefe ve mantık dersleri okuttu. Vefa Lisesi’nde felsefe hocası iken 1947 yılında emekliye ayrıldı. Celal Hoca’nın asıl faaliyeti emekli olduktan sonra başladı. İstanbul’un ilim ve irfan merkezlerinden istifade eden Celal Hoca, aldığı medrese ve tekke eğitimini insanlara vermek için elinden gelenden fazlasını yaptı. Rahmetli Adnan Menderes’in oğlu rahmetli Aydın Menderes’in özel hocası olması, Vefa Lisesi’nden öğrencisi olan rahmetli Tevfik İleri’nin Milli Eğitim Bakanı olması ve Ankara’da birçok talebesinin bulunmasını vesile ederek ülkemize İmam-Hatip Okullarını kazandırdı. Bu uğurdaki cehdinin güzel neticesini gördü ve çok sevindi. Onun bu konudaki yolculuklarını, Ankara-İstanbul arası seyahatlerini ve bu sırada çektiği sıkıntıları okumanızı tavsiye ederim.
Celâl Hoca, 1949 yılında Maarif Vekâleti’nce İstanbul’da açılan imam-hatip kursuna müdür ve öğretmen olarak tayin edildi. Bu vesile ile sadece pratik bilgiler vermeyi hedef alan bu tip kursların yeterli olmadığını gördü ve bunların orta dereceli okullar haline getirilmesi gerektiği kanaatine vardı. Bu konuyla ilgili olarak daha sonra başta dönemin Maarif Vekili Tevfik İleri olmak üzere birçok yetkiliyle görüşmeler yaptı. Sonuçta imam-hatip okullarının açılması yönünde karar alındı ve Celâl Hoca, 17 Ekim 1951 tarihinde öğretime başlayan İstanbul İmam-Hatip Okulu’nun ilk müdürü oldu. Türkiye’nin dinî, ilmî, kültürel ve sosyal hayatında önemli yeri olan imam-hatip okullarının kurulması fikrinin ilk sahibi ve ilk program yapımcılarından biri olması dolayısıyla Celâl Hoca’nın bu okulların tarihinde çok önemli ve unutulmaz bir yeri vardır.
1956, 1959 ve 1960 yıllarında üç defa hacca gitti. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde iki yıl ilm-i tevhid ve kelâm derslerini okutan Celâl Hoca 21 Kasım 1961’de vefat etti; Edirnekapı’da Sakızağacı Şehitliği’ndeki aile kabristanına defnedildi.
Arapça, Farsça, Fransızca bilen, özellikle Arap edebiyatına vukufuyla tanınan, İslâmî ilimler yanında Batı kültürünü de yakından incelemiş bir din âlimi olan Celâl Hoca, bütün ilmî hayatı boyunca tahkik metodunu uygulamıştır. Genel felsefe, kelâm ve İslâm felsefesi alanlarında iyi yetişmiş, bu konularla ilgili olarak Arapça ve Fransızca’dan tercümeler yapmıştır. Resmî derslerinin yanı sıra Beyazıt’ta evinin yakınındaki Soğanağa Camii’nde cumartesi günleri altı yıl süreyle İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn okutmuştur.
Birçok din âlimi ve muhafazakâr münevverin bir köşeye çekildiği Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk yıllarında Celâl Hoca, her zaman ve her şartta yapılabilecek işler olduğunu düşünen iyimser kişiler arasında yer aldı. Gayretli, aynı zamanda sabırlı ve kanaatkâr bir anlayışla eski kültürün yeni nesle aktarılmasında başarılı hizmetler gerçekleştirdi. Günümüz insanının tasavvur edemeyeceği kadar sade bir hayat yaşardı. Bununla birlikte hayatı severdi. Ona göre hayat, meşrû sınırlar çerçevesinde, güzel insanlarla güzel mekânlarda geçirilen güzel zamanlardır. Çevresindeki içten muhabbet ve saygı kuşağı ölümüne kadar devam ettiği için Celâl Hoca yaşlılığın terk edilmişliğini hiç tatmadı. Bin cildi aşkın eserden oluşan kitaplığını Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlamıştır.
Kendini bir neslin yetişmesine adayan ve bu adayışın hayırlı neticelerini gören Celal Hoca için yazılmış yazılar, ansiklopedi maddeleri ve kitaplar vardır. Yukarıda yazdığım hayat hikâyesi, öğrencilerinden rahmetli Prof. Dr. Emin Işık beyin Diyanet İslam Ansiklopedisindeki maddesinden alınmıştır. Ben, bu yazıyı bitirirken size muhakkak ve muhakkak okumanızı tavsiye edeceğim bir kitabın ismini veriyorum. Hüseyin Yorulmaz’ın ‘Bir Neslin Öncüsü Celal Hoca’ isimli kitabı bir nefeste okuyacağınızı umuyorum. Bu kitabı okurken yukarıdaki âyetin meâlini aklınızdan çıkarmayacaksınız. Rabbimin, kendi uğrunda cihad edenleri ihmal etmediğini ve onların elinden tuttuğunu bir daha göreceksiniz. Kitabın yazarı Hüseyin beye çok teşekkür ediyorum. ‘Bu asırda benim İslâm adına söylenecek sözüm ve yapacak işim var’ diyenlere bu kitabı bir an önce okumalarını tavsiye ediyorum.