Emeğin Kavruk Helvası

Karunî bir haykırışın ürünü olarak; tarih, açgözlü çingenelerin mazlumlara zulmeden ve mastadafların ceplerindeki alın terini kendi bankalarının yaması haline getiren soluksuz kapitallerin oyun alanı haline getirilmiş sinematik bir evrenin prototipidir adeta. Adları anılmaya dahî lüzum görülmeyen nice emekçinin rızkı, küllerini altından bir kaba koydurup şanına destan katacağını zanneden ahmak tellalların süslü sözleri ile toplumsal yok oluşun son eşiğinde duran ribakârların oyuncağı olmuş, zengine servet katarken acabaların içinde kaybolmuş faiz müptelâlarının bereketine kazık dikmiştir!
Sahi, bereket demişken; dillerin söylediği gönüllerin anlamadığı yahut anlayamadığı bir kavram olarak bereket… Daima somutluğun çağrışımına kurban gitmiş. Kimi zaman bedahetten uzak açıklamalara gömülmüş ve nefsi vesveseleri göz ardı edercesine malın keyfî ve tatmini anlamda sürdürülebilirliğinin önemsiz ancak kemmî bakımdan vazgeçilmez olması beklentisi gerçeğini hiçe sayan vaazların realiteden uzak, efektiviteye güya(!) savaş açmış ekolu sözleriyle hasara uğramış. Ve bu beklentilerin Iştar’dan Ma’ya nice kemmiyet sevdalısı ruhun kof inançlarına meze olmuştur.
Bu noktada, mal beklentisi yahut kaygısının ne denli alt edilmez bir içgüdü olduğunu inkâr edemeyeceğimizi ve hatta bunun toplumlarda ne denli farklı tezahürleri olduğunu görüp, şeytanla(yahut siyonizmle, çok fark yok) savaşır gibi açlık korkusu ve biriktirme hırsıyla savaşmamız gerekiyor. Ve bunun güçlü bir düşman olduğunu ilan ediyor. Topyekûn seferberlik çağrısında bulunuyoruz. Toplumlara; tanrıçaları yağmur yağdırsın diye insan kurban ettiren bir kaygının yıkıcı gücünü hafife almamak icap eder. Biz de deposu un dolu “ölümüne münkir” bankaların yoldan geçenlerin 5 geçmeyenlerin 10 başağına göz dikmesini nispeten anlayışla karşılıyor. Alıcısından vericisine, yazıcısından şahidine dek her ünitesine lanet edilmiş bir eylemin, sırf ölümlü dünyanın ölümlü parasının ölümlü eğlencesine ve ölümlü hırsına kurban olurcasına bu cinayetin bir parçası olan Mü’min kardeşlerimize istirham ediyoruz.
Burada ribâkar kapitalleri bir örnekliğin parçası yaparken esasında ribâkar bireyleri de elbette bu cenderenin içinde ezip yoğurmak gerekiyor. Zira temelde düzene çanak tutan da bu oturduğu yerde arpasına arpa katma peşinde koşan kişilerdir. Kriptoya hüküm vermek ne haddim ne işimdir lakin bırakın işi-gücü-uykuyu-kitabı, namazda bile aklından Coin geçiren genç bizim derdimizdir. 3 kuruş parasını katlamak için risklerden risk beğenen ve anksiyeten kudurmuş, DEHB’li bir genç neslin emeksiz mal hırsına kurban olarak yetişmesine tuz-biber olmuştur.
Yüzyıllardır insanlığı kumar çamurluklarında kirleten de yine en başta ÇOK PARA’dır. “ÇOK PARA” kaygısı, bir vadi altını görse ikinciye yatırım planları güden, koca deryalarından 3 kuruşu eksilse dünyası başına yıkılan, fakire “çalışıp kazansın” hor’uyla bakan, işçisine bırakın alnı terli iken ödemeyi, ter kuruyup toprağa karışsa dahi hakkını vermeyen, dünyayı mesken tutmuş ve mülkten başka zerreyi göremeyen zulmet dolu bedenlerin üretim fabrikasıdır. Kumar ise bu fabrikanın yalnız bir lakin oldukça geniş bir departmanıdır. Dilleriyle Allah deseler dahi gönüllerinde uluhiyetten bir zerre nurun yerleşmediği bu gaddar insanlar, sırf eğlence kisvesi altında, lakin büyük bir kazanç hırsı ile zerresini dahi bir muhtaca yahut miskine çok gördüğü paracıklarını, “OLASILIĞIN” kurbanı eder de, vicdan azabı yalnız kaybettiği paranın ağırlığı mesabesindedir.
1400 yıl önceden gelen bir rayihaya binaen ‘Bir işi bitirince başka işe koyul’ emrinin bugün ki mahiyetinin insan üzerindeki etkisinin ne denli değiştiğine bakarsak kaderimizin kendi çabamıza bağlı bırakılmasına alınmış olmalıyız ki tembellik ütü yanığı gibi sırtımızda. Gün geçtikçe değişen dünya ‘düzeninde!’ hiç çalışmadan yorulan yoruldukça daha da çalışmayan bir kimliğe büründük. Rızkı veren Hüda’nın kullarını başka kullara kul eden bir sistemde doymak kelimesiyle zıtlaşan, ısrarla her şeyin açlığını çektiren nefis ve ona yardakçılık eden kapitalizm, emperyalizm, o “izm” bu “izm” artık hayatımızın merkezinde. Bir insan hayatının merkezine emeğinin ekmeği yerine aç gözünün arzularını koyduğunda, kurulu düzenine incir ağacı dikildiğini pek ala görmekteyiz. Bugün armut(lar) pişse ağzıma düşse diyen, aksi halde psikolojik çöküşe kurban kronik tembellerin büyümesini seyrediyoruz. Çalışıp çok kazanamayan, az emek çok ekmek arzusuyla helal haram fark etmeksizin lüksiyetin içinde yaşam hayali ile yanıp tutuşan hatta daha açık bir ifadeyle başkasının sahip olup kendisinin sahip olamadığı yüksek(!) hayatın peşinde ömür çürüten insanların adeta birer dert kumbarasına dönüştüğünü görüyoruz. Ben yaşayamadım çocuğum yaşasın adı altında doyumu, aman yorulmasın adı altında da çalışmayı-disiplini, özgürlük adı altında saygıyı, bireysellik adı altında güveni, özgüven adı altında iletişimi… yedik bitirdik.
Vehn’in kölesi bir toplum ise Müslüman milletine yaraşır bir kardeşlik sergileyemeyerek, ceremesini maalesef mazlum ümmete çektirmektedir. Asya’dan Afrika’ya nice çocuk çığlıklarına tepkisiz bir ümmetin temellerini yine bu fitne atmıştır ki, kimi Müslüman devletler gözlerinin önündeki katliama ticarî kaygılarla ses edemez olmuştur!
Vesselam