CİHAD DERSLERİ- Cennetlik Kadınlar – IV (Hz. Aişe)

CİHAD DERSLERİ- Cennetlik Kadınlar – IV (Hz. Aişe)

Hz. Peygamber efendimiz, cennetlik kadınları sayarken eşi Hz. Âişe’yi de onlara dâhil etmiştir. Hz. Âişe’nin babası Hz. Ebû Bekir, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine de Âişe es-Sıddîka denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Hz. Peygamber ile nikâhı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Babası, Hz. Peygamber ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, ablası Esmâ, Hz. Peygamber’in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ümmü Külsûm ile birlikte Medine’ye hicret etti. Önceleri Medine’nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin ikinci yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Hz. Peygamber’le evlendi. Düğün tarihini hicretin birinci yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır. Hz. Ebû Bekir, düğünü neden geciktirdiğini Hz. Peygamber’e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.

Hz. Âişe, Hz. Peygamber ile evlendikten sonra üstün bir mevkiye ve haklı bir şöhrete ulaştı. Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri (ümmehâtü’l-mü’minîn) olduklarını bildiren ve Hz. Peygamber’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini ebediyen yasaklayan Kur’an âyetleri (Ahzâb sûresi 33/6, 53) gereğince “ümmü’l-mü’minîn” diye anılmaya başladı. Uhud savaşında sırtında su taşıma, haber toplama ve yaralılara bakma gibi geri hizmetlerde çalışmıştır. Hendek savaşında ise Benî Hârise kabilesinin kalesinde Sa‘d b. Muâz’ın annesiyle birlikte bulunmuştur. Hudeybiye Musâlahası’na da katılmış, Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber diğer hanımlarıyla birlikte ona da bir miktar hisse ayırmıştır. Hz. Ömer Hayber yahudilerini Filistin taraflarına sürdüğü zaman, Hz. Peygamber’in hanımlarını Hayber’deki hisselerini mahsul veya toprak olarak almakta serbest bırakmış, Hz. Âişe toprak almayı tercih etmiştir. Mekke fethinde ve Vedâ haccında da hazır bulundu.

Hz. Âişe’nin katıldığı en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılı (bazı kaynaklara göre 6. yıl) Şâban ayındaki (Ocak 627) Benî Mustaliḳ Gazvesi’dir. Hz. Peygamber sefere çıkarken Hz. Âişe’yi de yanına almış, savaş sonrası Medine’ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe devesinden (mahmil) inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmış, dönüşünde boynundaki gerdanlığın düştüğünü fark etmişti. Gerdanlığı aramaya çıktığı sırada onun mahmilde olduğu düşünülerek orduya hareket emri verilmişti. Hz. Âişe geri dönünce konak yerinde kimseyi bulamadı ve kendisini almaya gelecekleri ümidiyle beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvân b. Muattal, Hz. Âişe’yi görünce onu devesine bindirip orduya yetiştirdi.

Bu savaşa katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe aleyhine iftira ve dedikoduya başladı. Bazı Müslümanlar da onun bu çirkin iftirasına alet oldular. Hz. Peygamber ve Âişe’nin ebeveyni dedikodular sebebiyle çok üzüldüler. Savaş dönüşü bir ay kadar hastalanan Hz. Âişe, kendisine yapılan bu iftirayı çok sonra tesadüfen öğrendi, Hz. Peygamber’den izin alıp babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağlayıp ıstırap çekti. Nihayet Nûr sûresinin 11-21. âyetleri nâzil oldu ve Yüce Allah, yapılan dedikoduların tamamen asılsız olduğunu ve Âişe’ye iftira edildiğini bildirdi. Âişe katıldığı bir başka seferde (Mekke fethi yahut Zâtürrikā‘) kardeşi Esmâ’dan ödünç aldığı gerdanlığı yine kaybetti. Hz. Peygamber gerdanlığın aranması için bazı kimseleri gönderdi. Müslümanlar susuz bir yerde bulunuyorlardı. Sabah namazı vakti yaklaştığı ve su da olmadığı için gerek Hz. Ebû Bekir gerekse diğer bazı Müslümanlar, Hz. Âişe’ye çok kızdılar. Bunun üzerine teyemmüm âyeti nâzil oldu. Babası ve diğer Müslümanlar hayırlı bir işe vesile olduğu için ona duâ ettiler.

Hz. Peygamber hicretin on birinci yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin odasına geçti ve mübârek başı onun kucağında olduğu halde vefat etti ve onun odasına defnedildi. Hz. Peygamber’den sonra kırk yedi yıl daha yaşadı ve altmış beş (veya atmış altı) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti. Ölümü Medine’de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır. Kadınlar da dâhil olmak üzere Medine ve civarındaki bölgelerde yaşayan bütün halk geceleyin Cennetü’l-bakî‘ye gelmiş, cenaze namazı mezarlığın ortasında Medine vali vekili Ebû Hüreyre tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine oraya defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin çocukları Kāsım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr koymuşlardır.

Hz. Âişe gelişmesini, yetişmesini ve şahsiyetinin olgunlaşmasını Peygamber evinde tamamlama imkânı buldu. Çocuğu olmadı. Bununla birlikte, Araplarda anne ve babaların büyük erkek çocuğun adını künye olarak almaları âdeti sebebiyle bir künyesi olmadığına üzüldüğünü söyleyince, Hz. Peygamber ona kız kardeşi Esmâ’nın oğlu Abdullah b. Zübeyr’e nisbetle Ümmü Abdullah künyesini vermişti. Hz. Âişe ile Hz. Peygamber arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük yakınlık ve sevgi gösteren Hz. Peygamber ile koşu yaptığı, O’nun omuzuna dayanarak Mescid-i Nebevî’de mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği ve Hz. Peygamber’e nazlanmaktan hoşlandığı bilinmektedir.

Hz. Peygamber de onunla bir arada bulunmaktan, bilhassa gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten pek memnun olurdu. Esasen Hz. Âişe zekâsı, anlayışı, kuvvetli hâfızası, güzel konuşması, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamber’in yanında müstesna bir mevki kazandı. Hz. Peygamber onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardım edince baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti. Bilemediklerini, anlayamadıklarını, eksik ve yanlışlarını, hatta Kur’an ile Hz. Peygamber’in hadisleri arasındaki kendi anlayışına göre farklılık arz eden hususları Hz. Peygamber’e sormak ve O’nunla müzâkere etmek gibi güzel bir alışkanlığı vardı.

Hz. Peygamber, hanımları arasında Hz. Hatice’den sonra en çok onu sevmiş, dünyada en çok kimi sevdiği sorusuna karşılık olarak onun adını vermiş ve bu sevgisini dile getirmiştir. Hanımları içinde yalnızca Âişe ile birlikte bulunduğunda kendisine vahiy geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu ve Hz. Peygamber’in ona duyduğu sevginin ilâhî kaynağa dayandığını göstermektedir. Sahâbîler, Hz. Peygamber’e sunacakları hediyeleri onun odasında bulunduğu günlerde takdim ederlerdi. Hanımları arasında Hz. Peygamber’i en fazla kıskanan ve sevgisini kazanmak için en çok gayret sarf eden de o idi. Hz. Peygamber’in çok sevdiği ve hâtırasını daima canlı tuttuğu Hz. Hatice’yi bile kıskanır ve bu husustaki hislerini Resûl-i Ekrem’e ifade etmekten çekinmezdi. Hz. Peygamber de ona Hz. Hatice’nin faziletlerini sayar, ondan çocukları olduğunu söylerdi.

Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi yanında O’na itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar, günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi. Kanaatkâr, mahviyetkâr, mütevâzı, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da kendilerini evlendirirdi. Birçok köle ve câriyesini âzat etmiştir; bazı rivayetlerde sayıları altmış iki olarak zikredilen bu âzatlılardan bir kısmı ilim ve hadisle meşgul olmuştur. Hz. Peygamber’in diğer hanımlarıyla, kızı Fâtıma, Hz. Ali ve diğer sahâbîlerin faziletlerine dair birçok hadisi rivâyet etmek ve onları ümmete tanıtmak suretiyle âlicenap olduğunu da göstermiştir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.