MAVERADAN MACERAYA- Ne Şam’ın Şekeri Ne Esed’in Yüzü!

Sevgili Dostlarım!
Un, tuz ve şeker. Günlük hayatımızın vazgeçilmez üç temel gıda maddesi. Bugün kalemimi una ve tuza batırmadan şeker kamışı gibi kullanacağım. Nasıl olsa gelinim mutfakta, damadım Şırnak’ta yarışmasına katılacak değilim. Tatlı yiyeceğim tatlı yazacağım. Kelamımı tahnik edip kurraya sunacağım.
Sükkar! Bir demlik çay, kıtlama iki şeker dört çeker. Akide, badem, nane, kestane, çil horoz, bonbon da olsa TOGG karına gider. Mevlâna, bayram, nişan, nikah, mevlit! Öyleyse haydi güzelim şeker ezelim. Bu sefer de deve yerine TOGG’a binelim, hurma yiyelim. Batn-ı Nahile’de hurmaya tırmanırken dikkat edelim. Cembeyi dengeli tutalım, kemendi bağlayalım. Ben çıktım, ben indim demeden öşrünü verelim. Arap’a Acemce “Hurma!” deyip dayak yemeden ‘’Hıtta ve Temur ‘’ diyelim. Hurma ile iftar edelim. Mekke’den hurma dalı ile gelen hacı gibi olalım. Filistin’den zeytin dalı ile dönen bacı gibi olalım.
Ne arzu edersiniz? Acve mi olsun, sugay mı? Berni mi, şelebi mi? Mebrum mu istersiniz meşruk mu? Cennet hurması da olabilir. Nere gidelim, nasıl edelim? Suudi Arabistan, İran, Irak, Tunus, Suriye. Medine hurma ambarı Yenbu Ovasına mı seyahat edelim? Kudüs/Eriha-Hurmalar Diyarına mı dalalım? Bağdat mı, Şam mı? Hangisine uzanalım? Kahtaniler, Filistin Halkı, Rey Ehli, Horasan Erenleri, Beni Esed. Kime misafir olalım ki; hurmamızı yiyelim, mırramızı içelim!
Malumunuz Şam’ın şekeri meşhurdur. Amma; orada şimdi Yesrib devrinden kalma sürgün bir kabilenin tortusu Esed bin Hafıs (!) el Yezidan el Beşşar adında kendi halkına zulmeden bir zalim var. Haşir Suresini okuyanlar hatırlasın. Hayber ve Şam! Peygamber Efendimizin ayağına dolaşan Kureyza, Kaynuka ve Nadiroğullarının sürgün yatağıdır. Bölgede Mute, Yermük, Tebük ve Bizans/Haçlı Seferlerinin derin izleri vardır.
Şam’da yetişen Ömer bin Abdülaziz, İbn-i Şihab ez-Zühri, İmam Nevevi, İmam Evzai, Nureddin Mahmud Zengi, Selahaddin Eyyubi, Muhyiddin İbnül Arabi , Takıyyüddin İbn Teymiye, İbnül Kayyım el Cevziye misali İslam Aleminde bilinen mümtaz şahsiyetlerin hatıraları ve eserleri bir yana; Medine Vesikası denilen ilk yazılı anayasa metnine ihanet eden, kitap nedir, peygamber nedir bilmeyen cahil bir toplumu kitap ehli olmalarına rağmen aralarından kendilerine peygamberlik yapan kardeşlerine karşı kışkırtan adamdan azma şeytanlar var. Namuslu kadınlara sarraflar çarşısında hakaret eden, her fırsatta Müslümanların zayıf anlarını takip eden, Allah’ın da gazabını hak etmiş-Apis Öküzünü ümmi insanlara tanrı diye yutturan Samiri’nin torunları var. Alamut Kalesinin sahte şeyhlerine göz kırpan münafıklar var. Ehl-i Salip ile kapalı kapılar ardında kadeh kaldıran beslemeler var.
Emeviler döneminde Asımet-ül İslam olan Dımeşk’in saraylarında şimdi Ortodox Putin’in bir kuklası oturur. Cahiliye uğrunda şiirler yazarak ölen İmrul Kays örneği sopalık Memlukler/köleler var. Belka Vadisinden Mekke’ye kadar Hübel putunu omuzunda taşıyan Amr bin Luhay’ın kalıntıları var. Rahip Bahira gibi Muhammed Mustafa’ya daha gelmeden ve gizlice iman edenler de var amma Fırat varken Asi nehrinden su içenler bize hurma yedirir mi? Peygamber Efendimizin dedelerinden Arap aşireti Adnanilere kadar uzanan Esedoğullarından çölde uluyan, minberde kükreyen, ispinoz kafesinde nara atıp sirk gösterileri yapan birçok Esed var.
Lakin bu farklı bir Esed. El Beşşar! Beşşar, Şeddad, Haccac, Saddam, Kaddaf!.. Bunlar bir döneme damga vurmuş şeddeli zalimler. Keferal mekân bil mekin. Zaheral fesadü fiz zemin.
Kabilenin reisi Esed bin Hüzeyme, Hz. Şuayb (a.s)’ın şeriatı üzerine yaşamasına rağmen, zamanla Utarit ve Zülkeabat putlarına tapınan Esedoğulları, Uhud Savaşından sonra Tüleyha ile Medine’ye haber göndererek Müslüman olduklarını bildirmişler ve kıtlık sebebiyle toplanan zekâtın kendi aralarında taksim edilmesi için izin istemişlerdir. Rasulullah (s.a.v) ile görüşmek için geldiklerinde takındıkları kaba tutum ve davranışları kınanmıştır. Hucurat Suresinde anlatılan bu hadise ile bir peygambere karşı nasıl konuşulması ve davranılması gerektiği özetlenmiştir.
Yedi kıraat imamından birisi olan İbn Amir el Yahsubi, Suriyelidir. Öte yandan Rasul-i Ekrem (s.a.v) hayatta iken sahte peygamber olarak ortaya çıkan Tüleyha Esediler, Gatafan, Fezare, Abs, Zübyan ve Tay kabilelerinin desteğini alarak isyan etmiştir. Hz. Osman devrinde Rakka civarına yerleştirilen Esedoğulları, Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyn’in ordusuna asker vermişlerdir. Suriye’de yaşayan Mezyediler, Büyük Selçuklu Devletinin ayağına dolaşan Büveyhilerin çıkardığı fitne hareketlerinden beslenmiştir. Peygamber Efendimizin hanımlarından Zeynep binti Cahş ve sahabeden Ukkaşe bin Mihsan, Esedoğullarındandır. Suriye’de; Muaz bin Cebel, Ebud Derda, Ebu Zer el Gıfari, Abdurrahman bin Ganem, Ubade bin Samit, Fedale bin Ubeyd, Muğire bin Ebu Şihab’ın ayak izleri vardır.
Coğrafya bizim kaderimizdir. Şam, Busra, Lazkiye, Hama, Humus ve Halep gibi şehirleri ile tanınan bir Akdeniz ülkesi Suriye Arap Cumhuriyeti ve Arap toplumu bizim komşumuzdur. Şam, Emeviler döneminde İslam Kültür ve Medeniyetinin merkezi olmuştur. Akdeniz, Ürdün, İsrail, Irak, Lübnan ve Türkiye, Suriye’nin komşularıdır. Türkiye’den Suriye’ye doğru 680 km boyunca akıp giden Fırat nehri iki ülkeyi tarih boyunca birbirine bağlayan bir can damarıdır. Şam Emevi Cami, Nureddin Zengi Türbesi, Gümüştekin Medresesi, Madik’te bulunan Osmanlı Hanı, Şam Valisi Esad Paşa’nın Yaptırdığı Hükümet Konağı bunun tarihi şahididir. Yanlış okumadınız, Osmanlı Devleti’nin Şam Valisi Esad Paşa! Düşünebiliyor musunuz? Daha dün gibi. O halde Peygamber Efendimiz Mescid-i Nebi’de üzerinde hutbe okunurken ağlayan bir hurma kütüğü de ben olsaydım demek yerine yeni hurma bahçelerinde taze hurma fidanları yetiştirsek daha iyi değil midir? Kendimizi neden ademe mahkûm ediyoruz? Hiç gereği yokken ağzımızın tadını bozmayalım. Bir de Allah ağzımızın tadını bozmasın diyerek Rabbimize bühtan etmeyelim. Allah kimsenin ne düzenini ne de ağzının tadını bozar. İnsan ne ederse kendine eder.
Kadın Okurlarımıza sesleniyorum. Eğer siz Hz. Meryem (a.s) gibi iffet ehli olursanız yazın kış meyvesi, kışın yaz meyvesi getiren, ona doğum esnasında da taze yaş hurma ikram eden melekleri Allah size de gönderir. Rabbimizin üst üste yığılmış içi boş kof hurma kütüklerine benzettiği kişilerden olmayalım. Bir zamanlar kayısının yetiştiği bölgelerimizden Hicaz’a giden bir hacımız, Medine’de tanıştığı bir Arap ile hurmayı şekerpare-bitirgen kuru kayısı ile takas ederek yerler. Bizim Hacının sohbet esnasında kayısıyı bazı seneler soğuk alıp don vurduğu için kayısı ağaçlarının çiçeklerini/meyvelerini döktüğünü söylemesi üzerine Arap ‘’Allah verdiği bir nimeti geri alıyorsa bunda bir gazap emaresi vardır’’ diyerek kayısıyı yemeyi terk eder.
İllet, sebep ve sonuç birbirine bağlıdır. Suriye’de 400 yıl süren Osmanlı Dönemi, 1516’da yapılan Mercidabık Savaşını kazanan Yavuz Sultan Selim ile başlar. Yavuz Sultan Selim, Şam’da İbnü’l Arabi Cami’ni, Kanuni de Süleymaniye Külliyesini inşa ettirir.
Ülkede 1520-1920 yılları arasında Ayas, Lala Mustafa, Koca Sinan, Ahmed, Murat, Hüsrev, Nasuh, İsmail, Esad, Süleyman, Osman, Azmzade Mehmet, Cezzar Ahmed, Mehmet Ali, İbrahim, Abdullah, Şerif, Cevdet, Midhat, Cemal, Ömer Ferruh, Musa, Ali Rıza Paşalar, Beylerbeyliği ve Valilik yapmışlardır.
Sultan Abdülhamid döneminde Selefilerin merkezi olan Şam’da ilk defa Tıp Fakültesi açılmıştır. Kral Faysal 1920’de Kral ilan edilmiştir. Ülke, İngilizler ve Fransızların sömürgesiyle idare edilmiştir. 1939 yılında Hatay, Türkiye sınırlarına dahil edilmiştir. Suriye; Arap Birliği Teşkilatının kurucu üyesi olmuş ve 1946’da Suriye Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. 1966’da İhtilal ile işbaşına getirilen Hafız(!) Esed’in ‘’Arap Baas’’ hareketi 2000 yılına kadar yönetimde kalmış olup Hafız Esed’in ölümü üzerine 2001 yılında ülkede yapılan referandum ile oğlu Beşşar Esed, Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Yani sizin anlayacağınız baba ve oğul Suriye’yi 50 yıldır yönetmektedir. Uydu yönetimlerin kukla oyuncuları fincancı katırlarını ürkütmedikleri için kimsenin gıkı çıkmamaktadır. Artık onların da foyası dökülmekte ve zımparanın altındaki kızıl renk ortaya çıkmaktadır. Ahmed Haşim yıllar önce ‘’Kızıl havaları seyret ki akşam olmaktadır’’ demiştir.
Mülteciler Derneğinin 20.10.2022 tarihli raporuna göre Türkiye’de toplam 3 milyon 622 bin 486 Suriyeli bulunmaktadır. Bunlardan 13.943 kişisi Nevşehir’de barınmaktadır. 2012 yılında 22 milyon 399 bin 254 kişi olan ülkenin nüfusu ülkede yaşanan siyasi istikrarsızlık ve iç kargaşa/savaş sebebiyle 2018 yılında 19 milyon 454 bin 263 kişiye düşmüştür. 2022 nüfusu hakkında sıhhatli bir bilgi verilememektedir.
Değerli Kardeşlerim! At sahibine göre kişnediğine için, katır da malikine göre teper. ‘’Ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri’’ sözü dönmelerin tuzağıdır. Anadolu’da Kanuni döneminden bu yana sadık tebaa huzurla yaşıyor, oy kullanıyor, yönetime katılıyorsa oturum hakkı kazanan her Suriyeli Müslüman kardeşimiz de demokrasi içinde var olmalıdır. Şeytan bunun neresindedir? Mevali dönemi kapanmış, kölelik düzeni bozulmaya mahkûm olmuştur.
-Mırra var mı, Mırra?
*Hurma da var mırra da.
-Öyleyse haydi afiyet olsun.