İLMİHAL- Şecaat – Cesaret

İLMİHAL- Şecaat – Cesaret

Cesaret, korkaklık ile taşkınlık arasında itidal noktasında bir ahlâk-ı hamîdedir.

Cesaret, kalbî bir kuvvettir. Zorluklar, tehlikeler karşısında yılgınlık göstermemektir. Şecaatin ifratı tehevvürdür. Yani yerli yersiz taşkınlık göstermek, dini bir gayretten ziyade nefsin bir anlık heyecana kapılarak ileriye atılmasıdır. Şecâatin tefriti ise cebânet yani korkaklıktır.

Gerek taşkınlık gerekse korkaklık zemmolunmuş, cesaret ise övülmüştür. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. O sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud/112)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “Taşkınlar helâk olmuştur.” buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdir. (Müslim)

Çocuklarımızı her hususta olduğu gibi bu konuda da çok iyi bir şekilde eğitmeliyiz. Küçük yaşlarından itibaren bunun talimini yapmalıyız.

Toplumumuzda bir kısım insanlar, taşkınlıkları cesaret zannederler. Olur olmaz şeylerle meşgul olmayan ciddi, vakur kişileri de korkaklıkla itham ederler. Hadiseler ve tecrübeler göstermiştir ki aşırılık yapanlar, taşkınlar ciddi sıkıntılar ve tehlikelerle karşı karşıya gelince sinip ortadan kaybolmakta, ciddi ve vakur olanlar, gerçekten cesur olanlar ise yapmakta oldukları hizmetleri, olanları da göz önünde tutarak devam ettirmektedirler.

Meselâ: Kendi halkına karşı kabadayılık, ukalâlık yapanlar, yabancılar karşısında veya savaşlarda çok silik bir şahsiyet sergiliyorlar. Utanılacak durumlara düşüyorlar. O bakımdan çocuklarımızı cesur insanlar olarak eğitirken, korkaklık ve taşkınlıktan korumalı, onları her güzelliğin, her güzel ahlâkın yeşerip, olgunlaştığı itidal ortamlarında yetiştirmeliyiz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her hususta olduğu gibi bu hususta da insanların en üstünü, en cesuru idi. Savaşın kızıştığı, canların ve kanların bezlolunduğu zamanlarda çok cesurâne savaşır, ashabını da teşvik ederdi. Gözlerin döndüğü, bileklerin takatsiz kaldığı zamanlarda bineğini düşmana doğru sürer ve ashabını cesaretlendirirdi. Tabii yaşantısında insanların en halîmi, en yumuşak huylusu olan Âlemlerin Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, savaş meydanlarının en büyük kahramanı, en büyük cengâveri olurdu ve Ashab-ı Kiram: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha cesur hiç kimse görmedik.” derlerdi.

Bilhassa devlet ricali, komutanlar ve toplum önderleri çok cesur, vakur, ciddi, istikrarlı olmalıdırlar. Bu gibi kişilerin korkaklığı, kararsızlığı ve taşkınlığı milleti badireden bâdireye sürükler, yapılan hizmetleri akâmete uğratabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Allah’tan kork. Kâfir ve münafıklara uyma. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.” (Ahzab/1)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederlerdi: “Ey Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım.” (Buhari, Müslim)

Pek çoğumuz ölümden korkarız… Halbuki o, Allah’ın takdiri iledir. Bir an öne alınmadığı gibi bir an sonraya da bırakılmaz.

Rızka Allah’ın kefil olduğunu ve rızkın taksim olunduğunu da bile bile fakir olmak korkusuyla yaşarız. Böylece ölüm korkusu bizleri zillet ve meskenete düşürür. Rızık korkusu da cimri ve dünya malına karşı haris yapar.

Müslüman yalnız Allah Teâlâ’dan korkmalıdır. Allah Teâlâ’dan korkan, bütün korkularından kurtulur. Allah Teâlâ’dan korkmayanlar ise her şeyden korkarlar.

“Ey iman edenler! Verdikleri sözü bozan, Peygamberi (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü’minler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah’tır.” (Tevbe/13)

Müslümanlar, yalnız Allah Teâlâ’dan korktukları, Allah yolunda cesaretle savaştıkları, hakkı, doğruyu, cesaretle savundukları dönemlerde şeref ve şanla yaşadılar. Yeryüzünü adâletle donattılar. İşte o dönemlerin saadet asrından birkaç kahramanlık örnekleri.

Bedir savaşında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, düşmanla savaşmak ya da Ebu Süfyan’ın kervanını vurmak konusunda ashabıyla istişâre ediyordu. Bu, Müslümanların ilk savaşı olacaktı. Kendi reyi de kervanı takip değil, düşmanla savaşmak yönünde idi. Hâdiseyi Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh şöyle naklediyor:

“Mikdad bin Esved’in öyle bir davranışına şahit oldum ki, o davranışın sahibi olmayı tartılan her değerli şeye tercih ederdim.”

Mikdad, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müşriklere beddua ederken geldi ve “Biz Musa aleyhisselamın kavminin ‘sen ve Rabbin, ikiniz gidin de savaş edin’ dediği gibi demeyeceğiz. Biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda savaş edeceğiz.” demişti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüzü parladı. Mikdad’ın bu sözünün onu sevince gark ettiğini gördüm.” (Buhari)

Bedir günü Sa’d bin Ubâde radiyallahu anh da şöyle konuştu: “Ya Rasûlallah! Hayatımı kudretiyle tutan zata yemin ederim ki atlarımızı denize sürmeyi emretsen bunu yerine getiririz. Atlarımızı dört nala kaldırıp dünyanın en uzak yerine gitmeyi emretsen bunu tereddütsüz yaparız.” (Müslim)

İşte İslam, otuz sene gibi kısa bir zaman içinde Atlas okyanusundan Hind okyanusuna, Kafkas, İran ve Türkistan’a kadar bu kahramanların cesurâne, fedakârâne çabalarıyla yayıldı. İnsanlık huzura kavuştu, adâlete kandı.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.