İstişaremiz

İstişaremiz

İstişare kelimesi aslen Arapça olup Türkçemizde fikir sorma, görüş alma, danışma anlamına gelmektedir.  Kelimenin kökü olan şevr “bir şeyi bulunduğu yerden çıkarma, açığa çıkarıp görünür hale getirme” manasını taşır. Günlük hayatta kullandığımız şura, müsteşar, meşveret gibi kelimeler de aynı kökten gelmektedir. Nihayet bu kök “arı kovanından bal toplanması” anlamıyla da ilgilidir.[1] Üstelik incelemelere göre de istişare kelimesi şāra ( شار) kökünden olan işaret kelimesi ile de kardeştir. Bunun sonucunda istişare kelimesinin bir arının renk renk çiçeklerden öz toplayıp bal yapması gibi, farklı renkteki insanlardan toplanan fikirler ile mevcut ihtimaller içinden en aklıselim olanının açığa çıkarılması ve bize doğru ve güzel olanı işaret etmesi manasını ihtiva ettiği görülmektedir. Terim olarak kullanıldığında ise şura ile istişare kelimelerinin manaları farklılaşmaktadır. Şura, daha ziyade yönetici ve devlet başkanlarının görev alanına giren hususlarda ilgililere danışmasıdır. Siyasi ve idari alanda kurumsal bir mahiyet arz etmektedir. İstişare ise daha çok günlük hayatla ve özel ilişkilerle ilgilidir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in 42. suresinin adı da Şura’dır.

Günümüzde “istişari nitelikte” sıfatını alan meclis ve kararların aslında istişare ile alakası olmadığını da belirtmemiz gerekir. Bugün idare hukukunda ve siyasette kullanılan bu sıfat, nitelediği meclisin yahut kararın bağlayıcı olmadığını, aslında bir görüş alma işlemi olduğunu belirtmek için kullanılır. Oysa bu yazımızda da ortaya koyacağımız üzere istişare sadece bir görüş alma işlemi değildir. Bağlayıcıdır.

Şura Suresi’nin 38. ayeti’nde: “Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar” buyrulmaktadır. Görüldüğü üzere Allah’ın çağrısına uyanların ve namaz kılanların bir diğer özelliği istişareyi hayatlarında etkin kılmalarıdır. Buna göre Müslümanların işleri baskı ile olamaz, birbirlerine başvurmaları şarttır. Müslümanlar kendi işlerine kendileri sahiptir, başkalarının elinde esir değildir. Dayanışmasız, danışıksız, ayrı ayrı iş yapmazlar. Toplanıp sözü bir etmesini bilirler. Ayetin sonunda Allah yolunda harcamak vurgusu da dikkate şayandır. Müslümanlar şura ile alınan kararların arkasında ekonomik olarak da durmalıdır. Tabiri caizse meclisin kararları için ödenek sağlanmalı ve ayakları yere basan bir karar organı olmak için mali destek ihmal edilmemelidir.

İstişareyi emreden Allah Teâlâ onun usulünü de Efendimiz Muhammed aleyhisselam örnekliğinde bizlere göstermiştir. Şura meclisinde toplumun oy yeteneği olan genel kesiminin görüşünü temsil edebilecek aynı zamanda ictihad sahibi ve problemleri çözebilecek nitelikteki kişilerin (ehlü’l-hal ve’l-akd[2]) yer alması gerekmektedir. Belirtmelidir ki bu tür şura meclislerinin toplanıp görüşmesi ve Efendimiz önderliğinde önemli kararlar alması da İslam hukukunda önemli bir kurum olan İcma’nın temelini oluşturur.

Sahabeden Ebu’l-Heysem bir hususta kendisi adına seçim yapmasını Peygamber Efendimizden rica etmesi üzerine “Biriyle istişare eden onu güvenilir bulmuş demektir. Mademki seçimi bana bıraktın öyleyse şunu al…” buyurmuştur. Böylece Efendimiz bize fikir sorana en güzel şekilde yardım edilmesini gerektiğini göstermiştir. Öte yandan hadisi tersinden okursak kendisine danışılan kişinin güvenilir olması gerektiğini de anlamış oluruz. Yine bir başka hadiste “Kendisine fikir danışan Müslüman kardeşine yanlış yolu gösteren kimse ona ihanet etmiş olur” buyrulmuştur. Âl-i İmrân Suresi’nin 159. ayetinde de “…İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” buyrulmaktadır. Bu ayet günümüz parlamenter meclisleri ile İslam şurasının en büyük farklarından birini vurgulamaktadır. Günümüz yasama meclislerinde alınan kararlara muhalif kalan siyasi partiler ilgili kararı hiçbir zaman benimsemezler ve yüksek sesli bir muhalif tarzın görevleri olduğunu savunurlar. Oysa İslam şurasından çıkan karar tüm meclise ait olup herkes bizzat karar almışçasına arkasında durmak istikrar ile uymak ve uygulamak zorundadır.

Nitekim bu ayetle muhatap olan Efendimiz Uhud Savaşı’ndan önce sahabeleriyle istişare etmiştir. Kendisi, Hz. Ebu Bekir ve Sa’d bin Muâz r anhüma gibi sahabeler ile şehirde kalıp savunma savaşı vermeyi uygun görseler bile çoğunluk şehir dışında meydan savaşı yapma taraftarı olunca Efendimiz onların görüşünün uygulanmasına karar vermiştir ve zırhını giyerek savaşa hazırlanmıştır. Sahabe efendilerimiz, Peygamberimizin arzusuna mugayir olarak görüşlerinde ısrar etmelerinden ötürü sonradan pişman olup Efendimizin görüşüne dönmek isteseler de Efendimiz “Bir peygamber, zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz” buyurarak tevekkül içinde alınan kararı kararlılıkla uygulamıştır. Bu savaşta 70 sahabe şehit düşmüştür ve nihayetinde herkes Efendimizin görüşünün daha isabetli olduğunu yaşayarak öğrenmiştir. Lakin Efendimiz asla sitem etmemiş ve kimseyi suçlamamıştır. “Sizin yüzünüzden böyle oldu, ben demiştim size” gibi bizim çokça kullandığımız sitem cümlelerinin istişare ahlakına aykırı olduğunu da ortaya koymuştur. Bu ayetler ve Efendimizin sünneti ışığında şuranın Müslümanların yöneticileri için açık bir emir niteliğinde olduğu da görülmektedir.

İstişarenin hayatın her alanında etkin kılınması gerekmektedir. Misalen evlilik sürecinde, ticari kararlar alınırken, ailevi hususlar görüşülürken istişare usûl edinilmelidir. İstişareden önce veya sonra istihare yapılması da güzel bir davranış olacaktır. Zira istihare kulun Allah’a danışıp dua ederek gönlünü dinlemesidir, tefekkür ve tevekkül işidir. Bu sebeple istihareye öncelik verilmesi de makbuldür. İstişareden önce konu hakkında gereken bilgi toplanmalı, ilgili husus önce istişare talep edenin zatında belli bir olgunluğa ulaşmalıdır. Böylece istişare bilginin, ilginin ve arzuların toplamını ehil insanların kanaatleriyle ölçüp tartmak, güzelleştirmek ve kemale erdirmek imkânı sunmaktadır. Efendimiz “Kendisiyle istişare edilen, güvenilir bir kimse olmalıdır”[3] buyurmuştur. Böylece ehliyet, emniyet ve adalet istişare meclisindekilerde aranan sıfatlardır.

İstişaremizde görüşler gerekçeli olmalıdır. Bu gerekçelerin de Kur’an ve sünnete uygun olması gerekir. “Ben öyle dedim, öyle olacak”  gibi despotluklarla istişare yapılamaz. İstişare sonucunda çıkan karara herkes uyar. O kararın tam zıddını savunanlar dahi karara uyarlar ve o konuyu tekrar tekrar gündeme getiremezler. Kur’an ve sünnette açık hüküm bulunan hallerde istişare yapılmaz. Ancak salahiyet verilen takdiri konularda istişare edilebilir.

İstişare büyük bir nimettir, bunun sonucunda Müslüman hatalı iş yapma ihtimalini azaltır. Hata yaptığı zaman da pişmanlıktan kurtulur zira bu halde hata bir ihmal değil kaderdir. Efendimiz hadisinde “İstihare yapan hüsrana uğramaz, istişare eden pişman olmaz.”[4] buyurmuştur. Zira Allah’ın emrettiği gibi iş yapan kişi Allah’a dayanmanın tarifsiz emniyeti içindedir, o kişi hakkıyla tevekkül edebilir. Öyleyse istişare hataları bile dayanılır kılan ve zararlı etkilerini törpüleyen bir sistemdir.

İstişare İslam toplumunda bugün yana yana aradığımız birlik ve beraberliğin tesisini sağlayabilecek olan en önemli araçlardandır. Maalesef ki topluluk olmak, topluluk olarak karar almak ve bunları kararlılıkla icra etmek İslam ümmetinin mahrum olduğu bir haslettir. Böylece günlük yaşantımızdan devlet yönetimine ailevi mevzulardan ticaretimize kadar her alanda usulümüz olması gereken istişare yaralarımızın merhemi olarak önümüzde durmaktadır. İstişare konusunda ve özellikle uygulama safhasında önemli derecede cehaletimizin bulunduğu fark edilmektedir. Oysaki Allah’ın davetini kabul edenler ve namazı dosdoğru kılma derdi olanlar için istişareyi ayrılmaz bir özellik olarak saydığını aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir.

 


[1] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2018, Cilt 7, s. 280.

[2] ABDÜLHAMÎD İSMAİL el-ENSÂRÎ, “EHLÜ’l-HAL ve’l-AKD”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ehlul-hal-vel-akd (15.01.2022): İslam hukuku terimi olarak “Devlet başkanını seçmek ve gerektiğinde azletmekle yetkili olan heyet” anlamına gelir. Sözlükte ehl “sahip” hall “azletmek, çözmek, akdi bağlamak, düğüm atmak ve seçmek” akd “bağlamak, düğümlemek” anlamına gelir.

[3] Tirmizi, Edeb, 57

[4] Heysemi, II, 280

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.