ÜMMETLERİN EN HAYIRLISI İÇİNDE BİR GÖNÜL İNSANI

ÜMMETLERİN EN HAYIRLISI İÇİNDE BİR GÖNÜL İNSANI

“Bakımsız ağaç çörtük kalır. Ama budanıp bakıldı mı dalları semaya doğru yükselir.” diyen geçen sene rahmet-i Rahman’a uğurladığımız Muhterem Zeki Soyak Hocamız, hizmeti ve himmeti karakter edinmiş bir alperendi. O kuruntular ve geçici heveslere boğulmuş bakımsız ve harap gönüllere adeta ab-ı hayat kadehleri sunan bir sakiydi. Zamanın keşmekeşliği içinde az bulunur bir tahammül, dirayet ve gayret sahibi bir şahsiyetti. Onun sade ve örnek hayatı, ölçülü, yapmacıklıktan uzak, tekellüfsüz, samimi şahsiyeti, bizim için bambaşka güzellikler aksettiren bir gönül aynasıydı.

Bütün Hak dostlarına muhabbetini ızhar etmekle beraber, kendisinden bahsettiği zaman, asr-ı saadetten birini anlatıyor gibi bahsettiği R. Mahmud Sami (K.S)’a derin bir muhabbeti vardı. Onun feyz ikliminden aldığı hisseleri cümlelere döktüğünde, cennet bahçesini şairane vasfeden bir eda görürdünüz ifadelerinde. Hocamız, tasavvufun gayesi üzerinde çok durur, tasavvufun nefs-i tezkiye ve kalb-i tasfiye yoluyla ahlakı güzelleştirme ve yakini artırma aracı olduğunu söylerdi. Bu amaca odaklanmayan, araçları amaç yerine koyan anlayışların ister manevî ister siyasî mecrada olsun hatalı olduğunu, maksattan mahrum eden bir aldanma olduğunu söylerdi. Nefse zor gelen işlerin bırakılıp, süslü sözlerin, avunduran cıncık boncuk kuruntuların arkasına sığınıp, öncelikli hizmetlere el atamamanın bir mahrumiyet olduğunu belirtirdi. Bir yandan nefsin terbiyesine devam edilirken, öte yandan hayırlı ümmet olma şuuruyla kişinin gücü ve istidadı nispetinde etrafına faydalı olması gerektiği üzerinde durur, emredilenin hepsini yapamamanın ya da nehyedilenlerin hepsinden kaçınamamanın buna mani olmadığını; iyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesinin herkese tahakkuk ettiğini söylerdi. Bilhassa çirkin işlerin ve kötülüğün ayyuka çıktığı günümüzde aynî farz olarak tahakkuk eden bu vazifeyi îfâda ‘nefsimle uğraşıyorum’ diye bahane aramanın, kendini kandırmak olacağını belirtirdi. İnanırdı ki, Cenab-ı Hakk’ın yerine getirilen her emri nefsi tezkiye noktasında dev bir adımdır. Onun her bir nehyinden kaçınmak da nefsi dize getirmekte bir gemdir.

 

TAKVASI

Dili, bedeni ve kalbi uyum içinde bir mana eriydi. Sünnet-i seniyyenin unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerini titizlikle yaşayarak yeniden ihya etmiş, Muhammedî ahlakı etrafına aksettiren bir ayine olmuştu. Belirli virdleri yanı sıra nafile ibadetlerde de titizlik gösterir, haramlar şöyle dursun mekruhlardan imtina etmekte de hassas davranırdı. Hem memuriyet vazifesinde hem de gönüllü işlerinde işin hakkını vermek hususunda ince davranır, gevşetmeyen müsamaha, bıktırmayan bir disiplin anlayışı ile hareket ederdi.

 

TEVAZUSU

“Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebat

Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.”

Hocamız, tevazuu meyveli ağaca benzetir. Şeyh Sadi’nin: “Tevazu küned küşmend-i güzin…” diye başlayan beytini sık sık okurdu. Bu beyitte, meyveli olmayan ağacın diklenip boy verdiğini ama meyve veremediğini; meyve veren ağacın ise, tevazudan dallarını ta yere yaklaştırarak tatlı ve hoş meyvelerini ikram ettiği anlatılır. Hocamız da böyle bir tevazu ehli idi. Faydalanmak isteyenler için her kesimden insanın rahatlıkla yanına sokulup, istifade edebileceği bir meşrebe sahipti. Bu engin tevazusundandır ki, onun yanında kaprise kapılmadan huzur içinde, yapmacık tavırlara ihtiyaç duymadan oturur, soru sorar, meselelerinizi açabilirdiniz. Onun itmi’nan hali derhal meclisi sarar, kalbî diriliğinin yansıttığı manevî atmosfer, dünya vaveylasından sizi alır, manevî işlere çekerdi. Hele gençlerle beraber olduğunda muhabbet ve şevk hali duruş ve bakışlarında derhal görünür, derununda yaralar açan çağın ızdırapları ümit ve şevk şualarıyla dinerdi.

Daim kemal-i edep üzereydi. Çalkantılı dönemlerde siyasî sebeplerle kendisine iyi gözle bakmayanlar bile, bilahare onun bu nezaket ve edep halini gıpta ile yâd etmişler, itiraflarını gizleyememişlerdir. Onun vazife sadakatinden etkilenen sol zihniyetli amirlerin bile, tayinleri çıktığında gözyaşlarını tutamadıklarını hatıralarında anlatmıştı. Ortaokul çağlarındaydım. Kendisinden evine uzak, minibüslerin gitmediği bir mahalde, bir camide ilk defa toplanan bir grup arkadaşa sohbet etmesini istirham etmiştim. Ertesi gün belirtilen saatte, o yere yürüyerek gelivermesi, benim için bir ahde vefa dersi olmuştu. Bizim zaaf ve kusurlarımızı asla şahsî meselesi yapmaz, her zaman Kitap, sünnet, ashab-ı kiram ve ehlullahtan örneklerle olması gerekeni anlatırdı. Gönül ve fikir sofrasını her daim cömertçe açık tutabilmek, ancak manevî donanımlı, yürek zenginliğini, aşk ve vecd halini derunundaki volkanda gizleyebilen tahammül gücü yüksek dirayetli şahsiyetlerin yapabileceği bir iştir

 

SOHBETLERİ

Hocamızın sohbetleri huzur içerisinde geçerdi. Kalbinden esen meltemler mutlaka kalplerde hissedilir, samimi nağmeler dimağlara coşku ve heyecan getirirdi. Bazen bir gün içinde defalarca sohbet yapması gerektiği olur, ama hiç bıkkınlık ve sıkıntı hali görülmezdi. Hatta rahatsız olduğu zamanlarda bile, sohbete geldikten sonra dinlendiğine, sıhhat bulduğuna dair ikrarlarını defalarca duymuş ve şahit olmuşuzdur. Üslubu her kesimden insanın rahatlıkla anlayabileceği kadar netti. Fasih ve kolay Türkçesi her kesimden kulağın anlayacağı tarzda beliğdi.

Hocamızın sohbetlerinde ashab-ı kiramın örnek hayatları hep ön plana taşınır, onların yüreklerindeki neşe, himmet ve gayret aşkından esintiler hissedilirdi. “Sancılanacaksın, gayret edeceksin, yürekler harekete geçecek” derdi.

Sohbet meclislerini, fısku fücur dumanlarının zehirlemeye çalıştığı insanımız için, oksijen çadırları olarak nitelerdi.

 

HİZMET ANLAYIŞI

Hizmette çağımızı iyi okuyan bir ferasetle çığır açıcı açılımlar getirmişti. Bilhassa öğretmen merkezli kurduğu teşkilatlarda, hizmet sorumluluğu üzerinde ısrarla durur, himmetleri yüksek hedeflere dikmek gerektiğini vurgulardı. Cahiliye adetlerinin hüküm ferma olduğu zamanımızda, bu yakıcı ateşi söndürmek için her kesimden müslümana vazifeler tahakkuk ettiğini; herkesin istidadı nispetinde bu hizmete dâhil olmasının farz olduğunu her fırsatta dile getirir; esnaftan işçisine, amirinden memuruna kadar manevî değerleri muhafaza ve ihya için çırpınmak, sancılanmak ve gayret etmek gerektiğini söylerdi.

 “Fedakârlıklarının hesabını tutanlar bu davayı yürütemezler” sözünü nefsinde yaşayan fedakâr bir insandı. Bir kısım vazifeleri yapmakla bir nevi doyuma ulaşan, himmet çıtasını düşük tutup, dar düşünen kişilerin bu davaya layıkıyla hizmet edemeyeceklerini anlatırdı.

“Hak tecelli eyleyince her işi asan eder

Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.”

Şairin bu sözü mâsadakınca hizmetlerde bahanelere yer olmadığını, bu bahanelerin arkasındaki nefsin paylarını gözler önüne serer, Allah için yapılacak işlerin, atılacak adımların asla boşa gitmeyeceğini, samimi yürüyüşlerin önündeki engelleri Cenab-ı Bari Teala’nın izale edeceğini örneklerle anlatırdı.

Öncelikli meseleleri öne almak şiarıydı. Küfür ve fitne karanlıklarının ölçüleri altüst ettiği günümüzde, ölçü ve denge sanatını öğreten bir muallimdi. Mezhep, meslek ve meşrep taassubunun kardeşliği zedelediğini, davaya halel getirdiğini açıklar; ölçüye aykırı şekilde kendi dışındaki gayretleri küçümseyen yahut saplantılı düşüncelerine uyarak, infak edilen imkânları heba edip, hizmette israf edenlerin aldanmışlığına dikkat çekerdi.

 

SABIR VE TAHAMMÜLÜ

“Ol dost için ağuları

Şeker gibi yutmak gerek”

Muhterem Hocamız hizmet ve hayırhahlık yolunda çok sıkıntılara maruz kalmıştı. Onun samimiyetini, diğergamlığını, şahsiyetli tavrını, izzetli duruşundaki örnek karakterini göremeyenler, kafalarındaki pozlara göre dedikodusunu yaparak, olmadık niyetler atfediyorlardı kendisine. Kimi meşrep taassubuyla, kimi siyasî heveslerle onu inciten yakıştırma ve çekiştirmelere alet oluyordu. Bunların hiçbiri Hocamızı sindirip hizmetten alıkoyamıyordu. Bilakis yüreklerine ümmet sancısı aşılanan gençler onun etrafında ve irfan halkasında kenetlendiler. O, şahsıyla alakalı dedikoducu ve hasetçi tavırları affettiğini ilan etmişti. Ama hizmet yoluna çelme takan tavırların sahiplerini Allah’a havale etti.

“Bir insanı kazanmak zor kaybetmek kolaydır.” 

Hocamız bu sözü bir öğrencinin yanlış tutumlarına karşı sert çıkıldığında söylemişti. O her zaman müşfik olmayı, sevdirmeyi esas almıştı. Bir insan sarrafı olarak, görüntüleri göz ardı eder, direk gönül ve kafalara hitap ederdi.

“Yar idi bâr olmayı sevmezdi.”

Kendisine aşırı iltifat ve tekellüflü yaklaşımlardan, şahsına hizmetten hoşlanmaz, kendi işini kendi görmeye özen gösterirdi. Evinin kapısını herkese ve her zaman için açık tutan Hocamız, tüm imkânlarını din-i mübine hizmete adamıştı. Birisi için derdini, meselesini ona açmak çok kolaydı. Fitnelerin keşmekeşliğinde irşadıyla kafalar durulur, gönüller huzur bulurdu.

“Müslüman akıllı olmalı ama akılcı olmamalı” ifadesiyle bilhassa medyatik tartışmalarda dinin temel kaynaklarını hedef alan akılcı yaklaşımların, sakim ve fasit bir mantaliteden çıktığını belirtir, bu tür anlayışlara dînî duyarlılığı sebebiyle öfkelenirdi.

Hocamız bir tahammül insanıydı. Çeşitli sebeplerle kötü örnek olmuş, muamelesiyle topluma zarar veren bazı kimselere, sırf zararlarını hafifletmek, doğruyu görmelerini sağlamak için katlandığı halde onlara çok değer verdiği zannıyla onun bu ferasetli yaklaşımını yanlış anlayanlar olmuştur.

 

FERASET VE DİRAYETİ

İstikamet üzere yaşamak için sağlam bir bilgi ve şuurun önemine dikkat çeken Hocamız, cahiliye eğitimiyle bundan mahrum olan nesillere bir baba şefkatiyle kucak açar ve tüm gayretlerin buraya yönelmesini arzu eder; eğitimcilere soluğu kesilircesine çağrılar yapardı.

Bazı insanlar vardır duygularını dışa çabuk aksettirip gözyaşlarıyla coşkunluklarını gösterirler. Bazı insanlar da vardır kabı dar, his dünyası durgundur. Hocamız ise, gözyaşlarını içine akıta akıta derununda oluşan deryadan esen meltemlerle, kuruyan hislere can şerbeti sunardı.

Hocamız,  şahsiyetiyle, rüzgârın tersine güçlüklere karşı duruşuyla, garipliğin en derin hislerle yaşandığı zamanımızda, berrak akidesi, yakînî iman hali, İslam’ın çağlar ötesi düsturlarına olan sarsılmaz inancını haykırışı ile sevinçten yüzleri gülen, keyiften dört köşe olan şeytan ve avanelerinin keyiflerini kaçıran, muratlarına taş koyan bir dava adamıydı.

Halk içinde Hakla beraber olma düsturunu zamanımıza uyarlayan ve çağa göre yorumunu isabetli bir şekilde yapan Hocamız, ümmetin dertlerini dert edinmenin yüzüne resmettiği o tatlı sert çehresiyle, tabii halinin verdiği emniyet duygusu ile yüreklerinde sancı taşıyan, hayatlarını yeniden sorgulayan herkese yeni bir heyecan ve umut taşıyordu.

İnsanlar ancak karakter ve şahsiyetinden etkilendikleri kişilerin peşinden giderler. Ashab-ı Kiram çağrıyı, dünyanın dört bir tarafındaki insanlara, Allah Rasulü’nden aldıkları şahsiyet eğitimiyle taşıyıp, kitleleri çok kısa bir zaman diliminde İslam halkasına eklemişlerdi. Hocamız da onların izinde, binlerle ifade edilebilecek memleket evladına, şahsiyet ve karakteriyle etki etmiş, onların hayat rehberi olmuştu.

Zenginliklerle dolu gönül ve fikir dünyasını, bütün cömertliğiyle, iletişim kurabildiği her kesimden insana açardı. Kalp kırmamaya ve insanlığa hizmetten yılmamaya özen gösterir, aleyhinde konuşan müslümanların arkasından konuşmazdı.

İslam’ı güzel öğrenmiş bir âlim, çağını iyi anlamış bir mütefekkir olduğu kadar; onu güzel yaşayan bir dervişti. Halk içinde Hak’la beraber olma şuuruna sahip, sosyal ve teşkilatçı bir derviş! Hitap ettiği kitlelerin zihin dünyalarını İslam’ın berraklığıyla aydınlattığı gibi, onların manevî dünyalarını coşturan bir cezbesi vardı. Zaman zaman Osmanlı haritasını izler, gözleri dolar, hasretini şiirleştirirdi.

Mevlana (k.s)’un ifade ettiği:

“Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” sırrına mazhar olan Hocamızı rahmetle anıyor, fatihalar ve dualarla yâd ediyoruz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.