AKINCILAR

Akıncılar, hafif silahlı süvari (atlı) birliğidir. Akıncılıkta hız çok önemlidir. Akıncılar, ani baskınlarla düşmanı şaşırtıp bozguna uğratırlar. Ordudan önce gidip geçit yerlerinin güvenliğini sağlarlar. Düşman hakkında orduya bilgi ulaştırırlar. Silah olarak kılıç, kalkan, pala, mızrak ve topuz kullanırlar. Hızlarını yavaşlatacak ağır silahlarla işleri yoktur. Akıncıların atları özeldir. Savaşmaktan çok koşmaya ve sürate elverişli bir at cinsidir. Akıncılar hız kaybetmemek için yanlarında yedek atlar da götürürler, yorulan atları konak yerlerinde bırakıp yedek ata binerler. Düşmana yapılan akınlar o kadar ani ve sert olur ki düşman kuvvetleri sel baskınına uğramış gibi perişan olur. Zaten akın kelimesi de Türkçe “akmak” fiilinden gelmektedir.
Akıncılığın ilk olarak Köse Mihal tarafından kurulduğu kabul edilir. Aşıkpaşazâde’nin rivayetine göre Köse Mihal, önceleri Bizans tekfuru iken hidayete erip Müslüman olmuş ve Osman Gazi’nin emrine girmiştir. Osman Gazi’nin bütün savaşlarına katılan Köse Mihal, emrindeki akıncılarla birlikte büyük başarılar elde etmiştir. Bir uç beyliği olan Osmanlı’nın kısa zamanda devlet olmasında büyük hizmetleri olmuştur.
Kuruluş dönemindeki akıncılar, Osmanlı askerî birliklerinin asıl unsuru idi. Normal zamanda kendi işleriyle uğraşırlar, sefer zamanında orduya katılırlardı. Orhan Bey zamanında beylik büyüdüğü için askeri teşkilatlanma da zaruri oldu. Mesleği sırf askerlik olan piyade ve süvari birlikleri teşkil edildi. I. Murad zamanında Yeniçeri ocağının kurulmasıyla birlikte akıncılar Rumeli’deki sınır boylarında vazife yapmaya başladılar. Orada işleriyle güçleriyle meşgul olurken zaman zaman Tuna’yı geçip düşmana baskınlar düzenliyorlar, elde edilen ganimetlerden de hisse alıyorlardı. Devlet, Akıncılara maaş ödemezdi. Ancak onlardan büyük kahramanlıklar gösterenlere dirlik denilen ve toprak vergilerinden elde edilen bir maaş tahsis ederdi. Akıncılar, her ne kadar daimi asker değilseler de başıboş savaşçılar da değillerdi. Bunlar sair zamanlarda binicilik, sarp yerlere tırmanma, at üzerinde her türlü silahı kullanma gibi idmanlar yaparlardı. Akıncıların eğlenceleri bile at üzerinde oynanan cirit oyunuydu. On akıncıyı onbaşı, yüz akıncıyı subaşı, bin akıncıyı binbaşı kumanda eder, bunların hepsinin üzerinde de akıncı beyi olurdu. Akıncı beyi olan 4 aile vardı. Bunlardan Mihaloğulları yukarıda bahsi geçen Köse Mihal Abdullah’ın torunları olup genellikle Sofya civarında bulunurlardı. Evrenosoğulları, Gazi Evrenos Bey’in soyundan gelen akıncı beyleriydi. Gazi Evrenos Bey, Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Şah’la birlikte Rumeli’nin fethini gerçekleştirmiş, Süleyman Şah’ın vefatından sonra da Rumeli’nin muhafazasını ve yeni yerlerin fethedilmesini sağlamıştır. I. Murad’ın Kosova zaferinde de büyük katkısı vardır. Fetret devrinin uzaması üzerine Çelebi Mehmet’in safına geçerek bu buhranlı devrin sona ermesini sağlamıştır. Evrenos Bey, Orhan Gazi, I. Murad, Yıldırım Beyazıt ve Çelebi Mehmet’e hizmet etmiş, asırlık ömrünü hep at sırtında, dur durak bilmeden, i’lâ-yı kelimetullah aşkıyla kılıç sallayarak geçirmiştir. Bu büyük kumandanın soyundan gelen akıncı beyleri Arnavutluk civarında yaşamaktaydı. Malkaçoğulları ise Yıldırım Beyazıt’ın Sivas muhafızı olan Malkoç Mustafa Bey’in soyundan gelip Silistre’de bölgesine yerleşmişlerdi. Turhanoğulları da Mora bölgesinde bulunuyordu.
Fatih’in batı seferine bütün akıncı beyleri iştirak etmişti. Fatih Müslümanlara ve bütün insanlara akıl almaz işkenceler yapan ve tarihe Kazıklı Voyvoda bednâmıyla geçmiş olan III. Vlad’la çarpışmak için Eflak’a girdi. Eflak Beyi olan Voyvoda, Fatih’le çarpışmayı göze alamayıp Karpatların sarp eteklerine çekildi. Fatih, fütuhat için çıktığı seferde bir deliyi kovalamakla vakit kaybetmek istemiyordu; lakin onun zulmü de haddi aşmıştı. Turhanoğlu Ahmed Bey, Voyvoda’yı getirmek için Fatih’ten izin istedi. Büyük oğlunu da yanına alarak 1000 kişilik akıncı birliğiyle 20.000’in üzerinde askeri olan Kazıklı Voyvodanın üzerine yürüdü. Şimşek hızıyla Karpatlara tırmanan Turhanoğlu, sabaha karşı Voyvada’nın ordusuna öyle bir daldı ki ordunun yarıdan çoğunu kılıçtan geçirdi. Başındaki Ak tolgası, elindeki keskin kılıcı ile aslanlar gibi çarpışa çarpışa şehit oldu. Oğlu Ömer Voyvodayı yakalayıp Fatih’e getirdi lakin yakaladığı av sahte çıktı. Kılık değiştiren Voyvoda kaçmayı başarmıştı. Ancak koca ordusu 1000 kişilik akıncı birliği karşısında perişan olmuştu. Büyük şair Yahya Kemal Beyatlı, Akıncı şiirini bu olayın verdiği ilhamla yazmıştır:
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı, o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı, “İlerle!”
Bir yaz günü, geçtik Tuna’dan, kâfilelerle…
Akıncılar ölümden korkmazdı. “YAZILAN GELİR BAŞA” sözü akıncıların parolasıydı. Madem ecelin bir vakti saati var, o halde niçin can kaygısı taşısınlar ki… Takdir-i ilahiye teslim idiler. Hem bu yolda ölüm en şerefli ölümdü. Şehitlikten öte ulaşılabilecek bir rütbe var mı ki onu istesinler?.. Hayatı ve ölümü doğru anlayan akıncıların içinde iki zümre vardı ki onlar, işte onlar kelimelerle anlatılamazlar…
Bu iki fedaî grubundan biri Dalkılıçlar diğeri Serdengeçtilerdi. Dalkılıçlar düşman ordusunun içine öyle bir dalarlardı ki bu ani baskın sayesinde düşman panikler ve çoğu zaman perişan olurdu. Serdengeçtiler de kuşattığımız bir kaleye gece vakti merdiven dayayıp hızla girer, içeriden kapıyı açarak kalenin alınmasını sağlarlardı. Dalkılıçlardan ve Serdengeçtilerden pek az kişi geriye dönebilirdi. Fakat buna rağmen Dalkılıç ve Serdengeçti yazılmak isteyen o kadar gönüllü akıncı çıkardı ki bu şevki, bu neşeyi dünyevileşmiş bir kafanın anlaması mümkün değildir.
Dalkılıçlar ve Serdengeçtiler zaman zaman Yeniçeriler ve diğer askeri birlikler içinden de çıkardı. Kibirli Napolyon’a ilk yenilgisini bu yiğitler tattırmıştır. Hiç yenilmemiş olan Napolyon 60.000 kişilik ordusuyla Filistin’in kuzeyindeki Akka kalesini kuşattı. 80 yaşında olan kale kumandanı Cezzar Ahmed Paşa ve onun serden geçen yiğit askerleri, kanlarının son damlasına kadar kaleyi müdafaa etmeye and içtiler. 40 gün süren yüzlerce saldırısında binlerce ölü vermekten başka bir şey elde edemeyen Napolyon, Akka kalesini alamadı. Bu olay Napolyon’a: “Osmanlı askerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar sıkıştırmak el vermez, bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlup olmamak mümkün değildir.” sözünü söyletmiştir.
1595 yılında Koca Sinan Paşa’nın Tuna nehrinin yakınında Prens Mihal’e yenilmesi üzerine nehir ile düşman arasında kalan akıncıların çoğu şehit oldu. 100.000’den fazla akın atı da telef oldu. Yaklaşık 250 yıl devam eden akıncılık bu tarihten itibaren zayıflamıştır. Teşkilatı zayıflatan nedenlerden birisi de uzak mesafeleri kısa sürede kat eden akın atlarının artık yetiştirilemeyişi olmuştur. Artık sınır boylarındaki akıncıların yerini Tatar askerleri ile kalelerde bulunan serhad kulları almıştır. 1826’da Yeniçeriliğin ilgasıyla birlikte diğer askeri birliklerle beraber Akıncılık da resmen kaldırılmıştır.
Kuruluş ve yükseliş devri akıncılarının hatıralarına ve onların akıncı ruhuna günümüzde çok muhtacız. Şecaat, mertlik, yiğitlik, cömertlik, diğerkâmlık, fedakârlık gibi hasletler maalesef gün geçtikçe azalmaktadır. Modern dünya düzeninde kadınlar erkekleştirildiği gibi erkekler de kadınlaştırılıyor. Evinin hanımı olup çocuklarına bakması gereken bayanlar dış dünyaya açılarak erkekleşirken, yüce davası uğruna gece gündüz mücadele etmesi gereken erkekler de evcilleşmekte ve kadınsılaşmaktadırlar. Allahu Teala, fıtratımızı bulmamızı, fetret devrimizi kapatıp fetihler iklimine açılmamızı bizlere nasip etsin. Amin.