KAPAK-İtaat ve Teslimiyet

KAPAK-İtaat ve Teslimiyet

Teslimiyet; se-le-me fiilinden gelir. Boyun eğmek, başa gelen hâdiseleri itirazsız kabullenmek ve selâmete çıkmaktır. İslam, Müslüman, selamet kelimelerinin de kökenidir. Teslîmiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslîmiyet bereketiyle İbrâhim aleyhisselâm’a, canı, malı ve evlâdı, yüce Rabbinin yolunda hiçbir engel teşkîl edemedi. Hac ibâdeti de, O’nun Rabbine tevekkül ve teslîmiyetinin kıyâmete kadar devâm edecek en güzel bir sembolü oldu.

 

Çünkü İbrâhim aleyhisselâm’ın dili kalbine tercümanlık yaparak dâimâ: “…Ben âlemlerin Rabbine teslîm oldum!” (Bakara, 131) demekteydi. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm’ın kalbinde Allâh’tan başka hiçbir şeye yer yoktu. Bu yüzden de Cenâb-ı Hak O’nu kendisine Halîl yâni dost edinmişti.

 

Melekler: “Yâ Rabbî! İbrâhim’in canı, evlâdı ve malı var! Nasıl sana Halîl olabilir?”demişlerdi. Allâh Teâlâ da üç yerde O’nun îtirazsız teslîmiyetini meleklere göstermişti. Bu imtihanlar ve neticeleri, kıyâmete kadar ümmete misâl olacaktır. İbrâhim aleyhisselâm, ateşe atılacağı zaman melekler yardımına gelmişti. Ancak O: “Size ihtiyâcım yok! Ateşe, yanma gücünü kim vermiştir?” demiş ve Allâh ne güzel vekîldir diyerek Rabbine sığınmıştı. O’nun bu teslîmiyetinin biri mükâfâtı olarak ateşe: “Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ, 69) buyrulmuştu.

 

İbrâhim aleyhisselâm’ın malı da Cebrâîl aleyhisselâm’ın Cenâb-ı Hakk’ı üç defa zikretmesi neticesinde, nazarında ehemmiyetsiz bir hâle gelmiş ve ona: “Al bunların hepsini götür!” demişti. Yine İbrâhim aleyhisselâm, evlâdı İsmâil’i kurban etmekle imtihan edilmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın emrine gösterdiği teslîmiyet ile bu imtihanı da yüzünün akıyla geçebilmişti. Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil aleyhisselâm’ın tevekkül ve teslîmiyetlerinin sembolü olan hac, beşerî sıfatlardan soyunup bir mağfiret iklîmine; teslîmiyet ve tevekküle giriştir. Hac, muhabbet dolu bir kulluğun îfâsıdır.

 

Allah Teâlâ ancak takva sahiplerinin yapmış oldukları ibadetleri kabul eder. Maide suresindeki şu ayet-i kerimeler bu konuyu bir örnek vererek açıklıyor: “(Ey Muhammed) Onlara Adem’in iki oğlu ile ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti (kurbanı kabul edilmeyen ötekine): Seni öldüreceğim, demişti.

 

Diğeri ise: Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder, dedi ve devam etti: Allah’a yemin ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” Görülüyor ki, kurban kesenlerden birinin iyi niyeti ve Allah’tan korkması sebebiyle sunduğu kurban kabul görmüş, diğerinin ise kötü niyeti sebebiyle kurbanı kabul edilmemiştir. Sevgili Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurmuştur: “Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur.”

 

Merhum Zeki SOYAK Hocamızın, Kıssalar Hisseler Kitabında bu kıssa şu şekilde zikrediliyor;

Bu kıssayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle haber veriyor:

 

“Kadınlar uzun etek kullanmasını ilk defa İsmail’in annesinden (Hacer’den) öğrenmişlerdir. Hacer, Sâre’den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti. İbrahim onu, oğlu daha emzikte iken beraberine alıp (Mekke’ye) getirdi. Mescidin yukarılarına düşen zemzem kuyusunun üstündeki büyük bir ağacın yanına koydu. O zaman Mekke’de kimse yoktu. Orada su da yoktu. O ikisini orada bir dağarcık hurma ve bir kırba su ile yalnız bıraktı. Sonra geldiği yerden gerisin geri gitmeye başladı.

İsmail’in annesi (Hacer) ise onun ardına düşüp: “Ey İbrahim! Ne görüşecek kimsenin ne de hayat eserinin bulunduğu bir vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” dedi. Bunu bir kaç kez tekrarlamasına rağmen İbrahim dönüp Hacer’e bakmadı. Bunun üzerine Hacer İbrahim’e şöyle dedi: Bunu sana Allah mı emretti? Evet, cevabını aldı. Öyleyse Allah bize yeter, deyip geri döndü. İbrahim yoluna devam etti.

 

(Mekke’nin üstündeki) Tepeye ulaşıp O’nu göremeyecekleri bir yere varınca, Beyt-i Şerife yönelip ellerini kaldırarak şu duayı yaptı: “Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, zürriyetimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’in (Kâbe’nin) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki bu nimetlere şükrederler.” (İbrahim, 37)

 

İsmail aleyhisselam, annesi Hacer validemizin şefkat kucağında, muhabbet kolları arasında her geçen gün serpilip büyüyordu. Nihayet yürüyüp gezecek, koşup oynayacak çağa gelmişti. Bir rivayete göre yedi, başka bir rivayete göre on üç yaşında iken babası İbrahim aleyhisselam bir rüya gördü. Zilhiccenin sekizinci günü rüyasında birisinin: “Allah Teâlâ, oğlunu kurban etmeni emrediyor.” dediğini işitti. Kendi kendine: “Bu Allah’tan mıdır, yoksa şeytandan mıdır?” diye tereddütte kaldı. Onun için o güne ‘tevriye’ denildi.

 

Zilhiccenin dokuzuncu günü aynı rüyayı tekrar gördü ve bildi ki Allah’tandır. O güne de ‘arefe’ denildi. Zilhiccenin onuncu gecesinde yine aynı rüyayı gördü ve sabahleyin oğlunu kurban etmeye karar verdi. Onun için Zilhiccenin onuncu gününe ‘yevmü’n-nahr’, kurban günü denildi. Bu günler, Hac ibadetinin yapıldığı en yoğun günlerdir. Zilhiccenin onuncu günü Müslümanların Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

 

İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail aleyhisselam’ı kurban etmek için, bir iple bir bıçak alarak evinden ayrıldı ve bugün hacıların kurban kestikleri mahal olan Mina’ya doğru yola çıktı. İsmail aleyhisselam’ın, kurban edilmek için götürüldüğünden haberi olmadığı gibi, annesi Hacer validemizin de haberi yoktu. Evden çıkıp bir müddet yürüyüp uzaklaştıktan sonra İbrahim aleyhisselam, İsmail aleyhisselama şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün ne dersin? İsmail de cevaben: Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun dedi.” (Saffat, 102)

 

Her ikisi de büyük bir teslimiyet gösterdi. Bu arada şeytan-ı lain de boş durmuyordu. Onları bu işten vazgeçirip Allah’a asi olmaları için büyük bir çaba gösteriyordu. Kendi kendine: “Şayet, bu işte İbrahim ve aile efradını fitneye düşüremezsem bir daha onlardan hiçbir kimseyi ebediyen yanıltamam.” dedi. Sonra insan sûretine büründü. Hacer validemizin yanına vardı ve ona şöyle dedi: İbrahim’in oğlunu nereye götürdüğünü biliyor musun? Hacer validemiz: Şu vadiye odun kesmeye götürdü. Şeytan: Hayır, vallahi onu kesmeye götürdü. Hacer validemiz dedi ki: Hayır asla öyle değil. Çünkü İbrahim oğluna karşı çok merhametlidir. Şeytan dedi ki: O, Allah’ın, oğlunu boğazlamasını emrettiğini zannediyor. Hacer validemiz: Şayet bu işi Allah Teâlâ emretmişse, en doğru olanı, en güzel olanı, Rabbine itaat etmesidir, dedi.

 

Şeytan-ı lain, Hacer validemizden ümidini kesti de, doğruca İsmail aleyhisselam’ın yanına vardı. İsmail aleyhisselam, babası İbrahim aleyhisselam’ın arkasında yürüyordu. O’na dedi ki: Ey çocuk! Babanın seni nereye götürdüğünü biliyor musun? İsmail aleyhisselam: Şu vadiden ailemiz için odun kesmeye gidiyoruz. Şeytan: Hayır. Vallahi seni boğazlamak için götürüyor, dedi. İsmail aleyhisselam: Niçin, diye sordu. Şeytan: Rabbi O’na böyle yapmasını emretti, dedi. İsmail aleyhisselâm: Rabbinin kendisine emrettiğini hemen yapsın, dedi ve şeytandan yüz çevirdi.

 

Sonra şeytan-ı lain, İbrahim aleyhisselam’a yöneldi ve: Ey şeyh! Nereye gidiyorsun, dedi. İbrahim aleyhisselam: Şu vadide yapılacak bir işim var, dedi. Şeytan: Vallahi, rüyanda şeytanın sana gelip oğlunun boğazlanmasını emrettiğini görüyorum, dedi. İbrahim aleyhisselam onu tanıdı ve: Ey Allah düşmanı! Benden uzak dur. Vallahi Rabbimin emrettiği şeyi yapacağım, dedi. Şeytan-ı lain büyük bir gazapla geri döndü. İbrahim aleyhisselam ve aile efradına hiçbir zarar veremedi. Onlar, Allah’ın yardımıyla, şeytanın istediği şeyi yapmaktan imtina ettiler.

 

İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre İbrahim aleyhisselam, Mina’da bugünkü cemre-i akabenin yanına geldiğinde şeytan ona göründü. İbrahim aleyhisselam yerden yedi adet taş alıp şeytana attı. Sonra orta cemrenin bulunduğu yerde tekrar göründü. Şeytan-ı laine yedi taş da orada attı. İbrahim aleyhisselam, büyük cemrenin bulunduğu yere gelince şeytan bir daha göründü. İbrahim aleyhisselam yedi taş da orada attı. İşte bugün Hacıların şeytanı temsilen taşladıkları cemreler, İbrahim aleyhisselam’ın o gün şeytan-ı laini taşladığı yerlerdir.

 

Nihayet İsmail aleyhisselam’ın boğazlanacağı yere vardılar. İbrahim aleyhisselam ağlayarak, İsmail aleyhisselam’ı yere yatırdı. O sırada İsmail aleyhisselam babasına: Ey babacığım! Bağımı kuvvetli bağla ki, çabalamayayım, depreşmeyeyim. Elbisemi üzerimden çıkar. Ona kanım bulaşmasın. Sonra annem onu görür de mahzun olur. Bıçağını keskinleştir ve boğazıma süratle çal ki benim için kolay olsun. Çünkü ölümün acısı şiddetlidir. Annemin yanına vardığında O’na selamımı söyle. Şayet annem üzerimdeki gömleği isterse, gömleğimi ona ver. Çünkü o ihtiyarladı. Gömleğimle teselli olur.

 

İbrahim aleyhisselam şöyle dedi: Yavrucuğum! Rabbimin emrini yerine getirmekte ne güzel yardımcısın. Her şeyi İsmail aleyhisselam’ın dediği gibi yaptı. İbrahim aleyhisselam ağlayarak İsmail aleyhisselam’ı öpüyor, İsmail aleyhisselam da ağlıyordu. İbrahim aleyhisselam bıçağı İsmail aleyhisselam’ın boynuna çaldı. Fakat bıçak kesmedi. İki veya üç kere çaldığı halde kesemedi.

 

Bunun üzerine İsmail aleyhisselam: Babacığım! Sen yüzüme bakıyor, bana olan merhametinden dolayı bıçağı boğazıma hızlı çalamıyorsun. Ben yüzümü yere döneyim veya gözümü bağla. Senin bana acıman, seninle Allah’ın emri arasına girmesin. Hem ben de bıçağı görmemiş olurum, dedi. İbrahim aleyhisselam İsmail aleyhisselam’ın dediği gibi yaptı. Sonra bıçağı boğazına çaldı. Bıçak yine kesmedi.

 

Birden bir nida yükseldi: “Ya İbrahim! Rüyanı doğruladın.” O sırada Cibril-i Emin, Allah Teâlâ’nın emriyle cennetten çok büyük bir koç alarak: “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” diyerek semadan hızla inmeye başladı. Cebrail’in tekbirini işiten İbrahim aleyhisselam anladı ki müşkülü halledildi, o da:

“La ilahe illallahu vallahu ekber” diye tehlil ve tekbir getirdi. İsmail aleyhisselam Cebrail aleyhisselam’ın tekbirini, babasının tehlil ve tekbirini işitince, bildi ki Allah Teâlâ rahmet etti, onlara acıdı. O da: “Allahu ekber ve lillahil hamd” diyerek tekbir ve tahmid etti.

 

Böylece hem İbrahim aleyhisselam ve hem de İsmail aleyhisselam, nasıl sabırlı ve sadık kul olduklarını göstermiş oldular. Cennetten getirilen koç, İsmail aleyhisselam’ın yerine kurban edildi.

 

Bu kıssadan alınması gereken hisseleri merhum Zeki Soyak hocamızın eserinden okumaya devam edebilirsiniz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.