Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ömer Çelik İle Röportaj

Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ömer Çelik İle Röportaj

Esselamü aleyküm hocam, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.

1. Hocam ilk sorumuz hem dini hem toplumsal bir konuda olacak, Peygamber sevgisi üzerine bir edebiyat (naat), müzik (salâvat), sanat (hilye) vb. inşa etmiş bir toplum olmamıza rağmen Peygamber ahlakında, davranışlarını örnek almakta, O’nu anlamakta neden bu kadar geriyiz ya da baktığımız yerden mi toplum bu şekilde görünüyor?

Ö. Çelik: Yüce Rabbimiz bize Resûlullah’ı aleyhisselam Üsve-i Hasene yani En Güzel Örnek olarak sunuyor. Peygamberimiz bizim için kullukta, ahlakta, adapta, muamelatta… hâsılı hayatımızın her alanında ve anında örnektir. O’nu sevmek, O’nun güzel vasıflarını sözle, şiirle, naatle, kasideyle anlatmak da güzeldir. Bunda yadırganacak bir şey yoktur. Hatta bütün bu yollarla ve daha farklı yöntemlerle Efendimizi tanıtmak vazifemiz vardır. Ancak bütün bunların ötesinde daha önemli bir sorumluluğumuz var ki o da Resûlullah aleyhisselam’a itaat ve ittibadır. Bu açıdan “Peygamber’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ 4/80) âyeti ne kadar dikkat çekicidir. “Rasûlüm! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Âl-i İmrân 3/31) ayeti de Peygamberimize ittibayı yani her fiilinde O’na uymayı istemektedir.

İnanç ve ameli ne olursa olsun herkes Allah Teâlâ’yı sevdiğini iddia edebilir. Fakat sevgi, sadece iddiadan ibaret değildir; onun varlığını gösteren delil ve işaretlere ihtiyaç vardır. Âyet-i kerîme, Allah’ı seven bir kişinin, O’nun gazabını çekecek şeylerden mutlaka kaçınması ve hidayet rehberi olarak gönderdiği Resûlullah’a aleyhisselam uyması gerektiğini şart koşmaktadır. Hasan Basrî kaddesallahu sırrahu şu öğüdü verir: “Sakın ola ki, ‘Kişi sevdiği ile beraberdir’ (Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165) hadis-i şerifi senin için bir aldanma sebebi olmasın. Sen iyileri sevsen de onlara ancak yararlı işler yapmakla katılabilirsin. Yahudiler de Hristiyanlar da peygamberlerini severler. Ne var ki onlarla hiç bağlantıları yoktur.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 318-319)

Dolayısıyla işin kabuğundan özüne geçmek durumundayız. Peygamberimiz aleyhisselam söz konusu olunca, onun bize bıraktığı emanetleri taşıma ve peygamberlik misyonunu yerine getirme açısından daha önemli şeyler dururken önem sırası bakımından sonlarda yer alan şeylere takılıp kendimizi avundurmamalıyız. Peygamberimizin yaşadığı hayatı yaşama, onun sergilediği kulluğu sergileme ve bilfiil gerçekleştireceğimiz ibadet, güzel ahlak ve iyi amellerle Peygamberimize layık mü’min olma gayreti içinde bulunmalıyız.

2. İbadet hayatı olan, İslami düşünce yapısına ve bir ahlak felsefesi birikimine sahip olan, İlahiyat eğitimi alan ya da yaptığı okumalarla bu yönde kendini geliştiren ancak Hz. Peygamber’e muhabbeti yetersiz olan, Hz. Muhammed’in bazı sahih hadislerine tam olarak teslim olamayan ancak bu eksiğinin farkında olan bir gence ve gençlere neler tavsiye edersiniz?

Ö. Çelik: Dinimizi doğru anlama ve doğru yaşama açısından Peygamberlik kurumu yeri doldurulamaz bir öneme sahiptir. Peygamberlik olmadan ne vahiy olur, ne kitap olur ne de din olur. Peygamber olmadan biz Allah’ın buyruklarını başka hiçbir yolla alamayız ve bilemeyiz. Burada insanlar ile Allah arasında olmazsa olmaz vasıta peygamberdir. Peygamberimiz, nebiler silsilesinin son halkası olup ondan sonra da bir peygamber gelmeyecektir. Bu noktada kurtuluş için bütün insanlığın dikkatlerini yönlendirip kulak kesileceği tek kaynak Resûlullah’ın aleyhisselam fem-i muhsini, yani kendisinden asla bir kelime yalan söz sadır olmayan mübarek ağzıdır.

Kur’an’ın, sünnetin, din adına ne varsa hepsinin tek kaynağı o mübarek ağızdır. Başka bir kaynak bilen varsa gelsin bana söylesin. Biz mübarek ağızdan çıkan sözleri tasdik ettiğimiz, doğruladığımız için mü’min olduk. O mübarek ağızdan çıkan sözlere göre Kur’an’ın Kur’an, sünnetin sünnet, haramın haram, helalin helal, Allah’ın bir, ahiretin gerçek olduğunu öğrendik. O halde biz öyle bir peygamberi sevmeyip başka neyi seveceğiz? Biz öyle bir peygamberi tanımayıp başka kimi tanıyacağız? Biz öyle bir peygambere uymayıp başka kime uyacağız? İşte bu gerçeği kavrarsak alır başımızı, o mübarek şahsın huzuruna gelir, tam bir teslimiyetle kendisine selam verir ve “Lebbeyk ya Resûlullah! Emrin başım üzerine! Canım, anam-babam, her şeyim sana feda olsun!” deriz. Bizim için ondan ve onun emrinden daha değerli hiçbir şey olamaz. O naatlerde, kasidelerde bahsedilen sevgiyi, saygıyı, itaat ve ittibayı bizzat kendi hayatımızda yaşar hale geliriz.

3. Sosyal hayat koşturmacası içinde kerahet vakitlere kalan, geçiştirilen, hakkı verilmeyen namazlarımız için ne söylersiniz?

Ö. Çelik: Namaz Rabbimizin apaçık emri, dinimizin direği, mutlaka yapmamız, hakkıyla eda etmemiz gereken bir ibadet. Peygamberimizin hayatı namaz üzerine bina edilmiş bir hayattır. Bir günlük zaman dilimi içinde geceyle gündüzün peş peşe gelmesinin, vakitlerin sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı şeklinde sürekli devretmesinin en önemli hikmeti namazdır. (Furkan 25/62) Peygamberimiz aleyhisselam son nefesini “Namaz, namaz, namaz…” diye diye vermiştir. Mü’minle kâfiri birbirinden ayıran en önemli özelliktir namaz. O halde bu konudaki gevşekliğimiz, ihmalkârlığımız, tembelliğimiz hiç de hayra alamet bir durum değildir. Böyle durumda olanlara Kur’an “Yazıklar olsun!” buyuruyor (Mâ’ûn 108/4-5). Namaza tembel tembel kalkanları da “Münafık!” olarak niteliyor (Nisâ 4/147). O halde namazlarımızı huşu ile devamlı ve dikkatli bir şekilde kılmalıyız. Kendimizi günahlardan ve her türlü kötülükten namazla korumalıyız.

4. Sizce Türkiye’de dini yaşam, dini düşünce ve dindarlık geçmişle karşılaştırıldığında nasıl bir durumda?

Ö. Çelik: Müslüman ye’se düşmeyen ve ümitvar olan insandır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kıvrılışımız ve Cumhuriyet dönemindeki gelişmelere baktığımız ve toplum olarak geçtiğimiz tehlikeli yolları düşündüğümüzde geldiğimiz bu noktada Allah’a şükredeceğimiz bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Ama bu her şeyin olup bittiği anlamına gelmez. Bizim hedefimiz ülkemizde genç yaşlı, fakir zengin herkesin Peygamberimiz aleyhisselam gibi, sahabe gibi, Allah dostları gibi imanıyla, ibadetiyle, ahlakıyla, adabıyla kâmil mü’minler olmasıdır. Aldığı her bir nefesinde bile hüsrana düşmeyecek, zarar etmeyecek, ahirette de ah vah etmeyecek şuurlu Müslümanlar olmasıdır. Bu açıdan bakarsak daha çok yapacak işimiz, yürüyecek yolumuz, tırmanacak yokuşumuz ve varacak menzilimiz vardır.

5. İlahiyat fakültelerinin toplumun yaşantısına katkısı hakkında ne düşünüyorsunuz, bu durum sizce nasıl olmalıdır?

Ö. Çelik: Ülkemizde dini bilgilenme ve bilinçlenme de Diyanet İşleri Başkanlığımız başta olmak üzere diğer dini kurumlarımız gibi İlahiyat fakültelerimizin de çok önemli katkısı olagelmiştir ve bu katkı artarak devam etmektedir. İlahiyat fakültelerinden mezun olan gençlerimiz Milli Eğitim bünyesinde öğretmen olarak, Diyanet bünyesinde müftü, vaiz, imam, müezzin olarak genç neslimize ve halkımıza doğru dini bilgiyi fedakârca vermeye çalışmaktadır. Burada çok güzel bir çark sıhhatli bir şekilde işlemektedir. Yine ilahiyat fakültelerimizdeki öğretim üyelerimiz eğitim-öğretim faaliyetleri yanı sıra yazdıkları değerli eserlerle, yaptıkları konuşmalarla, radyo ve televizyonlarda yaptıkları programlarla toplumu doğru bir istikamete yönlendirmektedirler. Bu hizmetler daha kaliteli bir şekilde artarak devam edecek inşallah. Bu arada halkın kafasını karıştıran, faydadan çok zarar getiren dini içerikli televizyon programlarının da daha faydalı bir formata getirilmesi gerektiğini de belirtmem gerekir.

6. “El-emru bi’l-ma‘ruf ve’n-nehyü ani’l-münker” çok genel bir emir; bu emir kim tarafından, kime, nasıl yapılmalıdır? Bu emir için bazı ilkeler ve sınırlar belirlenebilir mi?

Ö. Çelik: “İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak!” Bu ilahi düstur, toplum içinde haramların, kötülüklerin sonlandırılıp helallerin, iyiliklerin ikame edilmesi için yerine getirilmesi gereken çok zaruri bir prensiptir. Ancak insanların irşadı ve hidayeti kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Bu vazifeyi yerine getirecek ehliyetli ve salâhiyetli mürşitlere; İslâm’ı hem ilimleriyle hem irfanlarıyla hem de ahlâkın zirvesindeki temsil kabiliyetleriyle tebliğ edecek, yürekleri aşk, vecd, ihlâs ve samimiyet dolu seçkin davetçilere ihtiyaç vardır. Bu sebeple “Ey mü’minler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan seçkin bir topluluk bulunsun. İşte onlar, doğru ve kalıcı yatırım yapıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmrân 3/104) buyrulmaktadır.

Hayra davet, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama bütün Müslümanlara farz-ı kifâyedir. Bu vazife yerine getirilmeyince hiçbir Müslüman mesuliyetten kurtulamaz. Hitap bütün mü’minlere olduğu için onların vazifesi, içlerinden bu sorumluluğu yerine getirecek belli, özel bir topluluk yetiştirmek, onlara yardım ve ittiba etmek suretiyle bu görevi yerine getirtmektir. Böyle bir grup teşkil edilip görevlendirildikten sonra tebliğ vazifesi bizzat onlar üzerine farz-ı ayın olur. Fakat bunlar görevlerini yerine getirmezlerse, sorumluluk önce bunlara, ikinci olarak da tekrar Müslümanların hepsine düşer.

İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamak hususunda Allah Resûlü’nün aleyhisselam çok önemli ikazları vardır: “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve zalimin iki elini tutup onu doğruyu kabule zorlarsınız ya da bunu yapamadığınız takdirde Allah, sizin iyilerinizin kalplerini de kötülerinkine benzetir ve daha önce İsrâiloğulları’na ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17)

“Sizden bir kötülük gören kişi onu eliyle önlesin. Buna gücü yetmeyen diliyle karşı çıksın. Bunu da yapamayan o kötülüğe kalbiyle buğzetsin. Sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78; Tirmizî, Fiten 11) İyiliği emredip kötülüğü yasaklama vazifesini ifâ edecek kişilerin belli başlı hususiyetlere sahip olmaları lâzımdır:

  • İman, istikâmet ve takva bakımından yeterli ve üstün bir seviyede olmaları,
  • İyiyi kötüden, hayrı şerden ayırabilecek derecede ilim, irfan ve tecrübe sahibi olmaları,
  • Beşerî münasebetleri güzel bir şekilde yürütebilecek derecede ahlâk-ı hamîde ve hüsn-i muâşeret sahibi olmaları,
  • Bu işi yapabilecek dirâyet, güç ve kudret sahibi olmaları gerekir.

7. “Din mi insan içindir, insan mı din içindir?” sorusunun cevabını tefsir usulü ilkeleri içinde nasıl cevaplayabiliriz?

Ö. Çelik: İnsan eşref-i mahlûkattır. Allah onu kendine kulluk yapması için yaratmıştır. Din, insana Allah’a nasıl kulluk yapacağını öğreten kanunlar ve kaideler bütünüdür. Kur’an’da Peygamberimizin insanlık için gönderildiği ve yine Kur’an’ın da insanlığın hidayeti için indirildiği bildirilir. Buradan, dinin insan için olduğu, hedefin ise insanı Allah’a kul olabilecek bir seviyeye çıkarmak olduğu anlaşılır. Aslında sadece din değil, evrendeki her şey, tüm varlıklar insan içindir, insana hizmet için var edilmişlerdir. Kur’an bunu açıkça belirtir. O halde insanın kendi değerini bilmesi, Rabbini tanıması, ona kul olması ve Allah’tan başka hiçbir şeye kul olmaması gerekir. İnsanın gerçek değeri, başkalarına kul olmaktan kurtulup sadece ve sadece Allah’a kul olmasındadır.

8. Gelecekte Türkiye’yi nasıl bir yerde görüyorsunuz, bu durumun daha da iyi olması için bizlere düşen vazifeler nelerdir?

Ö. Çelik: Ülkemizin ve milletimizin ufkunun ve bahtının açık olduğuna inanıyorum. Elhamdülillah Müslümanız. Hem de olabildiğince şuurlu Müslümanlarız. Çok merhametli bir toplumuz. Cömerdiz. Nerede bir mazlum varsa toplum olarak onun yanında olmaya çalışıyoruz. Reflekslerimiz sınırları belli küçük bir ulus devlet değil, tüm dünyayı merhamet kanatları altına alan cihanşümul ebed-müddet bir devlet gibidir. Bu enerjiyi ve gücü Rabbimizin lütfuyla muhteşem, bin yıllık kadim devlet geçmişimizden almaktayız. Bu merhamet, şefkat, cömertlik ve mazlumun yanında yer alıp zalimin karşısına dikilme halimiz devam ettiği takdirde hiçbir zaman sırtımız yere gelmeyecektir. Allah yardımcımız olacak, bütün güçlükleri açacağız ve devlet ve millet olarak Rabbimizin takdir buyuracağı en yüksek mertebeye yükseleceğiz. Bu Kur’an’ın va’didir. Biz hak, adalet, merhamet, cömertlik, diğerkâmlık, fedakârlık… gibi Kur’an’ın ahkâmına sımsıkı sarıldığımız takdirde, Kur’an bizi Allah’ın izniyle en yücelere taşıyacaktır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.