İMBİK / Acziyetin Farkında Olmak

Kâinatta hür iradesi ile hayrı ve şerri tercih edebilen tek varlık insandır. Tercih hakkı insana bir fevkaladelik bahşeder. Bu üstünlüğün bedeli olarak insanoğlu mükellef kabul edilmiş ve sonuçta dağların, taşların yüklenmekten çekindiği emaneti o sırtlanmıştır. Tabi ki bu sırtlanma, insana hibe edilen aklı çalışır hale getirecek olan fikretme kabiliyeti ile gerçekleşecektir.
İnsanın emaneti yüklenmesi iki anlamı kapsamaktadır. Birincisi; diğer varlıklar insana göre daha zayıf ve daha eksik yaratılmışlardır. İkincisi; insan riski sever ve cesurdur. Bu durum Kur’an’da ‘zalimlik’ ve ‘cahillik’ olarak nitelenir. Zalimliğin, hakikatleri görmemek anlamında olduğunu hatırlatalım. Cahillik ise “cahil cesur olur” kabilindendir. İnsanı yaratan Halik-ı Zül Celal bu iki menfi özelliğe karşılık ‘adalet’ ve ‘ilim’ elde etme kabiliyetlerini insanın mayasına katmıştır. İlk insan Hz. Âdem’den itibaren de ilim ve adalet için ne lazımsa elçiler ve kitaplar vasıtası ile emanetin taşıyıcısının önüne serilmiştir. Böylece zulüm ve cahillik, adalet ve ilim sayesinde mağlup olmaya, tercihlerin ters yüz edilmesi ile de galip gelme potansiyeline sahip hale gelmiştir. İlim ve adaleti önceleyen âdemoğlu ibadet ve taat konularında kendini gösterecek ya da zulüm ve cehaleti baş tacı ederek nefsinin kölesi olabilecektir.
Bu bakımdan insanın acziyetinin tartışılması abesle iştigal etmek anlamına gelir. Bu sebeple hiçbir amel-i salih sahibi kendini garantiye alarak fırkayı naciyeden sayıp hayatına devam edemez. Ya da zaten zulüm ve cehaletin pençesinde kıvranan bir insanın acziyetini inkâr etme durumu asla yoktur.
İnsanın aceleci yaratılması da bir bakıma acziyetinin delilidir. Hayrı isterken şerri de isteme istidadı aslında noksanlığın tezahürüdür. Kendisini düşünen ve ahiretini hesaba alan bir varlığın hep hayrı düşünmesi, hayır işleri planlaması ve bu planlarını uygulaması gerekmez mi! Lakin hiçbir anı bir anını tutmayan insanın anında yalpa yapması ve hiç umulmayan bir anda günaha meyletmesi onun mükemmelliğine darbe vurmaktan başka bir işe yaramaz. Bu ise kişinin ne oldum dememesi gerektiğini izah eder.
Acziyetin en önemli besleyicisi aslında nefistir. Bu cümle ne kadar gariptir değil mi! Nefis denildiğinde aklımıza güç-kuvvet ve şehvet gelmeliydi! Oysa nefis şeytanla işbirliği yaparak insanı tüketen ve Allah indinde hayvanlardan daha aşağı bir dereceye indiren insanın baş düşmanıdır. Nefis sayesinde, nefsin sahipleri menfaatçi bir yapıya bürünebilirler. Hayır ve şerri birbirine karıştırabilirler. Hayır denildiğinde dünya metaını hayal edip şer denildiği vakit kendi hayat tarzlarına isabet edecek zararları akıllarına getirebilirler. Allah’tan gelen nimetleri sahiplenmekten çekinmezler. Bela ve musibetlere isyan ederler. Yine nefis sayesinde Allah’tan ümit keserler. İbadetleri tek bir amaç için yapar hale gelebilirler.
Aslında kişioğlunda var olabilen özelliklerden nankörlük de nefsin nimetlerden başka tercihte bulunmamasından kaynaklanan bir olgudur. Kur’an’ın, Benî İsrail’in denizdeki fırtına anında ve fırtınadan sonraki halet-i ruhuyelerini örneklendirerek dikkat çektiği nankörlük vakıası da acziyetin bir neticesidir. Yahudilerin fırtına esnasındaki halleri aslında âdemoğlunun acziyetinin belgesidir. Fırtınadan sonraki nankörlükleri ise bir önceki hallerini unutmalarından dolayı yine acziyetin vasfı olmaktan kurtulamaz.
Eşref-i mahlûkat olabilme potansiyeline rağmen insan zayıf özelliklerle maluldür. Bir damla hakir sudan yaratılması aslında bu zayıflığın daima hatırlanması lüzumunu ifade eder. Ölümlü olması ve mutlak hürriyeti elinde bulundurmaması Neyzen Tevfik’in levhaya yazdırıp göğsüne asarak ilan ettiği gibi insanın bir ‘Hiç’ olduğunu gösterir.
Dünyaya adım attıktan sonra en uzun büyüme, gelişme ve yetişme sürecine sahip varlık insandır. Allah Teâlâ insanı diğer varlıklardan farklı olarak kendi başına büyüyüp gelişecek şekilde yaratmamıştır. Birçok canlı doğar doğmaz yürür ve anasına muhtaç olmadan beslenmeye başlar. Dahası başkalarının desteğine muhtaç olmadan yaşamaya devam eder. Gelin görün ki insan yavrusu böyle değildir. Daima bir başkasına muhtaçtır. Hele hele eğitilmek için mutlaka yekdiğerine bağlıdır. İnsan başıboş bırakılmamıştır ki kendi kendine yetebilsin! Ne var ki bu hakikatleri unutma (nisyan) özelliği taşıyan tek varlık yine insandır. Ez cümle insan acizdir. Ne var ki insanın acizliğini unutturan da insanın acizliğidir.