KUR’AN İKLİMİ / Dini Parçalamak

“Ey peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın, ben sizin yaptıklarınızı bilirim. İşte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının.” (Mü’minun, 51-52)
İslam milleti, dünyanın yaratılışından kıyamete kadar tek bir millettir ve öylece de kalacaktır. Son ümmet olan bizler yani ümmeti Muhammed, Âdem aleyhisselam’ın ümmetinden ya da İbrahim aleyhisselam’ın, Yakub’un, Musa’nın ve İsa aleyhisselamların ümmetinden ve milletinden ayrı değiliz. Bizler ayrı zamanlarda yaşasak da aynı Rabbe inanan, O’nun emirlerini kabul eden, O’na uymaya çalışan mü’minleriz.
Rabbimizin gönderdiği elçiler de bizler gibi birer insan ve mü’min idiler. Onlar da bizim uymamız gereken ilahi kurallara uymak zorunda idiler. Onlar da bizden başka ilahi kanun ve kurallara tabi değillerdi.
Kur’an-ı Kerim peygamberlerin bu durumu anlatılırken Efendimizin dilinden kendi zamanındaki insanlara tebliğinde kullandığı temel gerçeği; “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahiy ediliyor…” (Fussilet, 6) ayeti ile ebedileştirir.
Buradan hareketle İslam ümmetinin yemede, içmede ve hayatın diğer tüm yönlerinde ortak bir nezafeti, zarafeti ve nezaketi vardır. Bizim kültürümüz türedi bir kültür değil ilahi kaynaklı, insanlık kadar kadim, tüm dünya coğrafyası kadar geniş bir kültürdür.
“Ey peygamberler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyiniz ve iyi amel işleyiniz. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim (karşılığını veririm.)” ayeti bize göstermektedir ki; peygamberler de insandır ve yerler içerler. Fakat onlar kodaman kâfirler gibi haram ve helalini ayırmadan, pisini, temizini seçmeden yemezler, insanların haklarına tecavüz etmezler. İnsanların iliklerini emmezler, helal ve pak olarak hoş ve temiz olan şeylerden yerler.
Peygamberler ve onların tabileri yediklerini de onlar gibi yalnız keyif ve zevk için değil, güzel çalışıp iyi ameller yaparak Allah’a ibadet edip şükürlerini yerine getirmek hikmetiyle yerler. Bu nedenle amaçları dünya hayatının refahını yaşamaktan ibaret olan kâfirlere, firavunlara, zalimlere itaat etmek ve onlara bağlanmak, esirlik ve ziyan olduğu halde, peygamberlere ve onların yolundan gidenlere boyun eğmek, dünya ve ahirette güzel ve temiz bir hayatı yaşatan nimet ve mutluluktur.
“Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının.”
İyi ve temiz olan şeylerden yiyip iyi amelleri işlemek İslâm ve tevhit esasında toplanmak bir tek ümmet olarak bizim ümmetimizin yani bütün peygamberlerin din ve şeriatının özüdür. Kötü ve pis şeylerden yemek, içmek; kötü işler yapmak kendi ailesine milletine ve insanlığa zarar vermek ayrılık ve nifak tohumları ekmek ilahi kaynaklı insanlık medeniyetinin eseri olamaz. Olsa olsa nefsanî arzulardan kaynaklanan, önceki kitapları tahrif eden, peygamberleri takipten uzaklaşan ve azgınların yolunu kendisine yol edinen bozguncuların medeniyetidir.
Müslümanlar kendi medeniyetlerini parçalayan ve yıkan kimseler olamazlar. İslam ümmetini parçalamaya, dağılmaya koşuşturan Müslüman kılıklı belamlar; “İnsanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” (Mü’minun, 53) ayetinin ikazında gördüğümüz gibi; altınların, petrollerin, dövizlerin, servet, makam ve mevkilerin şımarttığı mütrefler oldular. Hadlerini aştılar, maddi densizliklerini Müslümanların din ve inancına uzatacak kadar aşağılaştırdılar. Allah’ın ayetlerine kulak tıkadılar, kendilerinin de bir fani, bir ölümlü olduğunu, mutlaka Allah’a hesap vereceklerini unuttular.
“Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o kıyamet gününün sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden geçer. Ve her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları hep sarhoş görürsün, hâlbuki sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
İnsanlardan bazıları Allah hakkında bir bilgisi olmadığı halde tartışır da her azılı şeytanın ardına düşer. O şeytan ki; hakkında şöyle hüküm verilmiştir: Şüphesiz kim onu dost edinirse, o şeytan muhakkak onu saptırır ve doğruca cehennem azabına götürür.” ( Hac, 1-4)
Modern yüzyılın hastalıklarından ya da hastalıklı kafalarının ürünlerinden olmak üzere ırkçılık ve atalarının yaptıkları ile övünme hastalığı salgın hale geldi. Bu azgınlar kendilerinde artı bir şeyler vehmederek; (Yüce) Arap, Acem ya da Türk soyundan Allah’ın dinine hizmet etmiş ataların torunları olmalarını kendilerinde bir ayrıcalık sayarak din üzerinde oynama yetkilerinin olduğu zehabına kapıldılar.
Kimisi Allah’ın dinini ılıtıp ılımlı İslam yapıyor, kimisi sanki din kendininmiş gibi inanan inanmayan herkesi Allah’ın dinine ortak ediyor, inançsız ve ibadetsiz herkesi Allah’ın cennetine koyuyor. Mü’minlere saldırıyor, saldırtıyor, cinayetler işliyor. Katile de maktule de cennet vaat ediyor. Kimisi beğenmediği Müslümanları terörist ilan edip İsrail ordusu ile iş tutup Müslümanların ölümüne fetva veriyor. Bu çağdaş Belamlar kendilerini dinin gerçek sahibi mü’minleri de Allah’ın emrinden uzaklaşıp onların din köleleri zannediyorlar. Onların şahsiyetlerini ayaklar altına alıyor ve kötü emellerine alet ediyorlar.
“O münafıklara şunu da de ki; gerek isteyerek, gerek istemeyerek infak edip durun. O infak ettikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir kavimsiniz. İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah’a ve Resulüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir.”
“Onların malları da evlatları da sakın seni imrendirmesin. Bu olsa olsa, Allah’ın onları dünya hayatında bu gibi şeylerle azaba uğratmasından ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murat etmiş olmasından başka bir şey değildir. Hiç şüphesiz onlar, sizden olduklarına dair yemin de ederler. Hâlbuki sizden değildirler. Fakat onlar öyle bir kavimdirler ki, korkudan ödleri patlıyor.” (Tevbe, 53-56)
Biliriz ki; “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. ” (Bakara, 286) ayeti bize bu münafıkları, kokuşmuş köhne düşüncelerini ve köksüz medeniyetlerini ayaklarımızın altına alacak güç ve kudretin verildiğini müjdelemektedir.