Münafık

Her asırda Hakk’ı reddedenler olmuştur. Bunlar Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller vs… isimleriyle adlandırılmışlardır. Günümüzde değişik isimlerle çağırılsalar da, icra ettikleri işleri noktasında bir Ebu Cehil’i, bir Nemrut’u aratmayacak derecede ve hatta onlardan da daha şedit davranarak Hakk’ı reddedenler mevcuttur. İlâhî hükümleri hiçe sayan bu tip insanlar; yeri geldiğinde İslam’ı ve Müslümanlığı da kimseye bırakmamaktadırlar. Oysa Firavun şirkini ve küfrünü açıkça söyleyerek hiç olmazsa münafıklık yapmamıştır.
Her şey hakkında mutlak hüküm sahibi olan ve kendisine hiçbir şeyin gizli kalmadığı “Allah’a, en sonunda döneceksiniz…” Binaenaleyh bir kimse, bu dünyada iken münafıklığını gizlemeyi başarsa bile, insanlar arasında imanlı ve samimi olduğuna hükmedilse bile bu, o kimseyi ahirette münafıklar için hazırlanan azaptan kurtarmaz.
Umursamaz bir tavır içinde olan sefil, münafık tabiatlı insanları Rabbimiz bakınız nasıl anlatıyor:
“İnsanlardan kimi de, Allah’a bir ucundan ibadet ederler…” (Hacc, 11)
Bu tip insanlar zamana göre hareket eden ve kazanan tarafa geçmek için İslam ile küfür arasındaki sınırda duran kimselerdir. Bu tür insanlar, devamlı olarak kendini düşünen, ufacık bir zarardan korkan ve hep kolay olanı tercih edenlerdir.
Ayet-i celile devam ediyor: “…Eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzüstü dönüverir…” (Hacc, 11)
Bu tür bir insan, zayıf karakterlere sahip olduğu ve İslam’la küfür arasında kararsızlıkla gidip geldiği için “nefs” inin kölesi olur. İslam’ı kişisel çıkarı için seçer. Bütün istekleri yerine gelirse, kolay ve rahat bir hayat sürerse İslam’a bağlı kalır. İmanı ondan bazı fedakarlıklar isterse, imanın her şeyinden şüphe duyan insan olur. Vesveseler içinde boğulur kalır.
“Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.”(Âl-i İmrân, 167)
Abdullah İbn Ubey’in 300 adamıyla savaş alanından ayrılmasının bahanesi buydu. Müslümanlar onun ordudan ayrılmak üzere olduğunu görünce, onu kendileriyle birlikte kalmaya ikna etmeye çalıştılar, fakat o şu cevabı verdi: “Bugün hiç çarpışma olmayacağından eminiz. Geri dönmemizin nedeni bu; eğer bugün bir savaş olacağını ummuş olsaydık, muhakkak sizinle kalırdık.” dediler ve münafıklıklarını ortaya koydular.
“İman ile küfür arasında bocalayan münafıklar, bazen Allah’ı hatırlar gibi davranırlar. Fakat, Allah’a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar. Namaza da üşene üşene kalkarlar.” (Nisâ, 142)
Namazı cemaatle kılmak samimi bir mü’minle münafığı ayıran kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in (sallâllâhu aleyhi vesellem) zamanında, bir kişi düzenli ve vaktinde namaz kılmadıkça İslâm topluluğunun bir üyesi sayılmazdı. Her cemiyet ve kuruluş nasıl çok önemli bir neden olmaksızın, bir üyenin toplantıya katılmamasını ilgisizlik kabul eder ve sürekli devamsızlık halinde üyeyi cemiyetten uzaklaştırırsa, bir mü’minin cemaatle namaz kılmaması da onun İslâm’a olan ilgisinin azlığına işaret eder. Eğer sürekli olarak cemaatten uzak olursa, bu da onun İslâm’dan döndüğüne bir delil teşkil eder.
İşte bu nedenle o dönemde münafıklar da günde beş vakit namaza katılmak zorundaydılar. Aksi takdirde İslâm toplumunun birer üyesi sayılmazlardı. Fakat gerçek mü’minlerle münafıkları ayıran nokta, mü’minlerin mescide büyük bir şevkle vaktinden önce gitmeleri ve namazdan sonra bile orada kalmalarıydı. Bu da onların ne kadar samimi olduklarını gösteriyordu. Diğer taraftan ezan sesi münafığa ölüm habercisi kadar korkunç geliyordu. Yine de isteksizce cemaate katılmak üzere kalkıyordu, fakat onun tüm davranışları namazı isteksizce kıldığını gösteriyordu. Daha sonra da sanki hapishaneden kaçar gibi mescidden aceleyle ayrılıyordu. Onun bütün davranışları, bir mü’minin aksine, onun Allah’ı anmaya hiçbir ilgi duymadığını gösteriyordu…
Müslümanların günde beş defa bir araya gelmeleri, huşu ve huzurla namaz kılmaları Cenab-ı Hakk’a kemal-ı tazimde bulunmak üzere rüku ve secdeye eğilmeleri, davranışların en güzeli, ibadetlerin en mükemmelidir. Müslümanların bir arada bulunması, safların düzgün tutulması, namazların kabulüne ve ruhların tekamülüne bir sebeptir. Cemaatin özelliği, safların düzenliliği Allah’ın rızasının kazanılmasına bir vesiledir. Cemaate devam edenlerin en çok sevap alanı, en uzak yerden gelendirCemaate devam edilmeli, zaruret olmadıkça terk edilmemelidir. Hastalık, ihtiyarlık gibi meşru mazeretler bulunmadıkça, şiddetli soğuklar, sel ve fırtınalar, çamur ve yağmurlu havalar engel olmadıkça cemaate devam edilmelidir. Allah Teâlâ bu ayeti celilenin hemen akabinde:
“Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın.” buyuruyor. (Nisâ, 143)
Hiç kimse, kitap ve sünnetten yüz çevirip, kendi yöneldiği yanlış yolda Allah’ın kendisini terk ettiği, illa da sapmak istediği için bütün hidayet kapılarını kendisine kapattığı bir kimseyi hidayete ulaştıramaz. Allah’ın sünnetinde herkes arayıp kazanmak istediği şeye ulaşır.
Münafıklar, çeşitli renklere girerek, Müslümanlardan gözüküp menfaatleri için onları istismar ederler ve adamlarına, “Biz sizinle beraberiz, onlarla ancak istihza ediyoruz.” derler ve onların bu istihzalarının cezası da, ilahî nusretten mahrumiyettir. İyice azıp, sapıncaya kadar onlara mühlet verilir. Sonra bu azgınlığın cezası da şaşkınlıktır. Dalâlette, şaşkın bir vaziyette bocalar dururlar. Batıldan çıkıp da hakka dönmeye katiyyen yol bulamazlar. Ayet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:
“Onlar o kimselerdir ki, doğru yolu bırakıp sapıklığı (eğri yolu) satın almışlardır. Demek alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16)
Yani münafıklar, gerçekte kâfirlerle berâber olmakla, zâhirde Müslümanlardan gözükmek arasını cem’ etmek istedikleri için, ayrıca küfrün mefsedetleriyle îmanının menfaatlerini bir araya getirmek istediklerinden (ki, iki zıt arasını cem’etmek asla mümkün değildir) kapı ile ev arasında dura kalırlar.
Hiç kimse, kitap ve sünnetten yüz çevirip, kendi yöneldiği yanlış yolda Allah’ın kendisini terk ettiği, illa da sapmak istediği için bütün hidayet kapılarını kendisine kapattığı bir kimseyi hidayete ulaştıramaz. Allah’ın sünnetinde herkes arayıp kazanmak istediği şeye ulaşır.
Bu ayeti kerimeler münafıkların özelliklerini, nasıl bir ruh haline sahip olduklarını bizlere açık bir şekilde göstermektedir. Bunlar küfrünü açıkça ifşa edenlerden daha tehlikelidirler. Menfaatleri doğrultusunda yapamayacakları hiçbir kötülük yoktur. Bunlar rezil, aşağılık ve sefil insanlardır. Daha iyi tanınabilmeleri için onların ortak özelliklerini bilmek lazımdır. Onlar kötülüğü emreder iyilikten alıkorlar. Çok cimridirler ve Allah’ı zikretmeler. Namaza üşenerek kalkarlar, hatta günümüzde namaz kılmazlar, kılmadıkları gibi namaz kılanlarla alay ederler. Riyakar olup iman ve küfür arasında bocalayıp dururlar. Allah (c.c) Tevbe suresinde onların bu özelliklerini mükemmel bir şekilde pekiştiriyor:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular, O’da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fıska sapanlardır.” (Tevbe, 67)
Diğer taraftan eğer bir kimse bir iyilik yapmaya yönelirse, bunu duyduklarında şok olurlar, çünkü bu kalplerine acı verir, hatta onlar böyle bir işe niyetlenmesinden bile hoşlanmazlar. Bir kimsenin bu iyiliğe yardımcı olmak isteğini gördüklerinde çok rahatsız olurlar. Tüm münafıkların şu özelliği vardır:
Cimri olsun, cömert olsun hiçbir münafık hayırlı bir gaye için harcama yapmaz. Servetleri, ya biriktirip stoklamak, ya da kötü yollarda harcamak içindir. Şu geçici alemde insanlığa hiçbir faydası olmayan işlerde servetlerini harcarlar. İlahi ikazlara kulaklarını tıkarken, her şeyi şehvetlerinin uğruna harcamaktan da çekinmezler. Arzında gezdiği, nimetleri içinde yüzdüğü ve kendisini yine kendisinin iğrendiği bir damla sudan yaratan Rabbini de hiç mi hiç hatırlamazlar… Veyl olsun böyle aşağılıklara… Yazıklar olsun böyle nankörlere…
Münafıkların cenaze namazlarının kılınmasını yasaklayan Cenâb-ı Hak (c.c.) onları daha dünyada iken cezalandırırken, âhiretteki hâllerinin daha kötü olacağını bildiriyor. Bu hüküm her ne kadar itikad açısından münafıklar için geçerli ise de, amel bakımından onlara benzeyen mü’minlerin de tehlikeli bir noktada bulundukları bilinmelidir. Böylece: İtikad bakımından tam olan mü’minler, amel bakımından da “tam” olmaları sayesinde ebedî saâdete nâil olacaklardır.
Yoksa, İslâm’ı içten yıkmanın planlarını yapan, iki Müslümanı bir arada görünce tüyleri ayağa kalkan, sonra da “Ramazan ilâveleri” veren “tünel işçileri”nden bizi ayıran gözle görünür bir farkımız olmayacaktır. Mü’min, her şeyiyle küfürden nasıl sıyrılmak mecburiyetinde ise, yine aynı şekilde nifak illetinden de sıyrılmak mecburiyetindedir. Ama bu; mü’minin İslâm’ı iyi bilmesi ve kısaca incelemeye çalıştığımız nifak meselesini de en ince ayrıntılarına kadar öğrenmesi ile gerçekleşir.