Uzun Yaşamanın Sırları Neleri İfşa Ediyor?

Efsaneye göre Lokman Hekim ölümsüzlük iksirini bulur. İksiri yöneticilerin bilgisine sunmak için götürürken öyle heyecanlanır ki, ölümsüzlük iksiri, üzerinden geçmekte olduğu köprüden düşerek azgın sulara karışıp yok olur. Aynı formülü bir daha bir araya getiremez. Anlatılan bu efsane aslında ölümsüzlüğün ve takdir edilenin dışında uzun yaşama diye bir şeyin olamayacağına kuvvetli bir karinedir. Efsaneye muttali olan her akıl sahibi de böyle şeylerle uğraşmanın abes olduğuna bir defa daha kanaat getirir.
Uzun yaşama isteği, fiziki boyutunu ebediyen devam ettirmek hevesine kapılan nefsin, zihin jimnastiğinden başka bir şey değildir. Ne var ki ilahi ikazları bilmesine rağmen insanlık uzun yaşama isteğinden kendini bir türlü azad edemez. Binaen aleyh, ebedilik düşüncesinin ahirete has olduğunu bile bile, bu hakikati dünyada yaşamak için çırpınır durur.
Vahiyden nasiplenmiş toplumlar, nasipten öte yol gitmeyeceğini bilirler ve ecel diye bir vakıa ile her an karşı karşıya kalacaklarına yakinen inanırlar. Mü’minlerin hayatlarının uzun yaşama iksiri budur. Belki yarın belki yarından da yakın bir ölüm anlayışı. Bu sebeple, gelecek için plan yapmak inanan toplumlar indinde pek makbul sayılmamıştır. Hiç ölmeyecekmiş gibi rahatta durup; yarın ölecekmiş gibi hazır olda beklemek. İşte uzun yaşamanın sırrı burada saklıdır. Başka bir deyişle uzun yaşamak, anlık olmaktan öteye gidemez.
Zenginlik mi uzun yaşama isteğini tetikler, yoksulluk mu? Tabi ki zenginlik. Esasen öbür dünyadan birer nişane olarak bizlere takdim edilen nimetleri tattıkça insanın bu âlemden ayrılmak istemesi zorlaşır. Ayrılacağına kıt kanat inansa da ayrılırken birilerinin arkasından su dökmesine bel bağlar! Gözü arkada kalır. Dünya hayatının az bir süre gölgelenme yeri olduğunu unutup, gölgelenme yerini zevk yerine çeviren her nefis, zevkin sona ermesine şiddetle karşı çıkacaktır. Hele hele kendisine işaret edilen gelip geçici üç beş dünyalığın sayısını yüzlere, binlere çıkartan nefisler sahipleri hiçbir zaman ölümü kanıksayamayacaktır. Dahası dünyada ki bütün zevklerinin basit ve tadımlık olduğunu bir türlü kavrayamayanlar tabi ki uzun yaşama isteğinin zebunu olacaklardır.
Yaratılışında iyilik ve kötülüğü potansiyel olarak taşıyan ruh sahipleri Yaratıcı’sına bağlılığını devam ettirdiği sürece hakikatlere teslim olmaktan geri durmaz. Kimi zaman düşüncelerini sarıp sarmalayan ebedilik isteğinin ürettiği uzun yaşama taleplerini Mutlak Bilgi ışığında geri çevirebilir. Ya Yaratıcı’sı ile ipleri koparmış kişiliklere ne demeli?..
Mutlak Doğru’dan habersiz, yüz yıllardır uzun yaşamanın sırları hakkında teoriler geliştiren Batılı kimi bilim adamları, atalarının bir türlü emellerine ulaşamamalarının doğurduğu bocalama denizinde çırpındıklarının farkında olmadan, hala insanların kafalarını karıştırmaktadırlar. Geçmiş dönemlerde ortaya attıkları, sadece bu dünyanın ebediliğini savunan kavramların tutmayışı onları hedeflerinden vaz geçiremedi. Belki de birçok şeyin farkında idiler… Yüz yıllardır fakirlik ve yoksulluk içerisinde Allah’a tevekkül etmeyi terk etmeyen Doğu Toplumları, nasıl olur da ebedi hayat anlayışını bu dünyaya hasredebilirlerdi? Onlar sanki biliyorlardı, nimetler tadılmadıkça uzun yaşama isteği ortaya çıkmayacak. Belki de içlerinden “men lem yazık, bilmez yazık (tatmayan bilmez)”deyip duruyorlardı.
Tarihte, kötüden iyiye geçişleri gerçekleştirebilen toplumlar bunu zulüm, fakirlik, yoksulluk ve mağduriyetler nedeniyle yapabilmişlerdir. Mazlum olmayan, mağdur olmayan, çile çekmeyen insanlar, değişim isteği taşımazlar. Ruhun kötüye İsyanı da ancak ve ancak daralmışlıkların, kısıtlamaların, engellemelerin ve baskıların neticesinde gelişebilir. Diğer taraftan İnanan insanların kötüye doğru değişimi nimetler sebebiyle olacaktır diyebiliriz. Değişim, başlangıcında topyekûn toplumsal bir hareketlenme biçiminde gerçekleşmez. Kötüye değişimlerin en önemli veçhesi mütrafların (Şımarık zenginler) kendi hayat tarzları ile toplumu münkere doğru sürüklemeleri şeklinde olanıdır. Bu ise, başlı başına nimetlerin çokluğundan kaynaklanmaktadır. Hele hele nimetler topluma yayıldığında, nimeti taşıyabilecek donanımlara sahip olmayan insanların mütraflaşması sonucu, dünyaya bağlılık ve kötüye doğru gidiş hız kazanır. Bu sonucun en önemli ve dinamik fikri uzun yaşama isteğinin ideal halini almasıdır.
Son dönemlerde konuşulan en önemli mevzu beslenme değil “iyi beslenme”dir. Nasıl yaşarsak ebedi hayatta Rıza-ı Bari’yi elde ederiz konuşmuyoruz. Bunun yerine hangi besinleri yersek “uzun yaşarız” ı daha sık konuşmaktayız. Demek ki nimetler arasında yüzüyoruz. Üstelik gıda maddelerinin yedi sülalesinin şeceresini biliyoruz. Spor yapmak için evlerin salonları yürüme bantları ile dolup taşıyor. Aklımız fikrimiz, daha yumurtanın faydasını zararını bile tam olarak açıklayamamış tıpçılardan gelecek son açıklamalarda kalıyor.
Uzun yaşamaya kimin gücü yetebilir? Yaşatmak kimin elinde, kimin yetkisinde? Bunları düşünmeden hala uzun yaşamaya yatırım yapmak bir direnme değil mi? Uzun yaşamanın sırlarını öğrenmeye çabalamak aslında bir direnmenin ifşası değil mi? Ama, kime direndiğinin farkında olmak çok çok önemli.
KÛŞE-İ TEBESSÜM
ÖBÜR TARAFI DA TERS
Şair Eşref’le Hoca Hayret bir gün Boğaziçi’ne gidiyorlardı. Hayret’in koltuğunda yazma bir kitap vardı.Gemide paşalardan biri kitabı çekip aldı.Mütalââya başladı.Fakat kitabı baş aşağı tutmuştu.Bunun üzerine paşanın yanında oturan bendesi paşaya:
-Aman efendi, kitabı ters tutuyorsunuz, dedi.
Hayret derhal paşanın bendesine çıkıştı:
-Utanmaz herif!Sen ne karışıyorsun?Paşa Hazretleri için kitabın öbür tarafı da terstir!…
Maziye Bir Bakıver: Dursun Gürlek,S,80.
ANTI DEPRESAN
Yalnızlıktan, ilgisizlikten, takdir edilmemekten şikâyet edenlere:
Mescid-i Nebevi önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Hicretin dokuzuncu yılında Temim heyeti ile birlikte Medine’ye gelen ve yanında birkaç kandil ile fitil ve yağ getiren Temim ed-Darî, bir Cuma gecesi hizmetçisine Mescid’de kandilleri direklere astırarak yaktırır. Hz.Peygamber Mescid’e gelince bunları kimin yaktığını sorar. Temim ed-Darî’nin yaptığını öğrenince ona şunları söyler:
-“Sen İslâm’ı nurlandırdın. İslâm’ın mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın.”
Bu olay Efendimizi o derece etkiler ki, Temim ed-Darî’ye kandilleri asan hizmetçisinin adını sorar. Fetih olduğunu öğrenince onun adını Sirac (kandil) olarak değiştirir.
Sonuç: Takdir edilmek isteyen takdir etmeyi bilmelidir.
BİR ZAMANLAR
Bir zamanlar, arabalarımız yoktu; uzak mesafeleri aşıp, birbirimize daha sık gider gelirdik. Sohbet ederdik. Dostlarla hem hal olurduk, dertleşirdik. Hasbıhalin tadına doyum olmazdı. Toplumun iyiye gidişi noktasında ortak niyetlerimizi karşılaştırıp müzakere ederdik Konuşacağımız çok mühim mevzularımız olurdu. Konuştuğumuz konular birkaç gün zihin dünyamız meşgul ederdi. Şimdi arabalarımız var; yakıt bulamıyoruz! Üstelik plazmalarımız evden çıkmamıza bir türlü izin vermiyor! Biraz okuyanlar kariyer basamaklarından bir türlü inemediler. Okumayanlar müteahhit oldular; gökdelenlerin en son katlarından dünyaya bakışlarını anlatmakla meşguller. Bürokrasiye ayrılanlar ise “Güç körlüğü”ne yakalındılar. Onları ancak resmi yazılar bir araya getirir oldu. Evlerimizde şimdiki akıllı telefonların görevini deli (!) telefonlar yapardı. Sık sık aradığımız için dostlarımızın telefon numaralarını ezberden bilirdik. Şimdi akıllı telefonların belleklerine lütfen atığımız dost bağlantılarını ifade eden rakamlar bayramdan bayrama ekrana çıkar oldu.
Nerede dağları yol eden teknoloji, nerede dünyayı küçük bir köye sıkıştıran iletişim!
HİKMET DAMLALARI
İnce sözler keskin kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur.
(Mevlana)