Terbiye, Talim Ve Edep

Bir beşer olarak doğa yanında hayata doğan insanın, kişi haline gelmesi içerisinde var-olduğu toplumun anlam-değer dünyası ile eşyayla kurduğu ilişki tarzını kavramasıyla mümkündür. Bu nedenle, bir beşer olarak insan için önce gelen toplumsallıktır; bireyliliğini ise süreç içerisinde kazanır. Beşerin insanlaşma sürecinde kişi olma, kişilik kazanma macerası, türüne özgü fizyolojik-anatomik gelişimini tamamlama ile nutkuyetini kullanma aşamasına geçme, kısaca akil ve baliğ olma biçiminde özetlenebilir.
İnsanın doğası hayat içerisinde kişi olması, kişileşmesi üç sürecin sonucudur: Terbiye, talim ve tedib.
Terbiye, eğitim, içerisinde var-olunan toplumun örf ve adetlerini, eşyayla ilişki kurma tarzlarını nedensiz, dolayısıyla uygulamalı belletme işidir. Toplum için iyi olanın ve kötü olanın verilmesini amaçlayan terbiye, böylece toplumdaki davranış sürekliliğini sağlar ve insanı toplum için iyi olana sevk eder, yöneltir. Bu nedenle terbiye, insanın isteklerini, dolayısıyla davranışlarını toplumun anlam değer dünyasına göre yönlendirme, tehzib etme işidir.
Terbiye de en önemli nokta, öngörülen davranışın, nedensiz verilmesidir. Başka bir deyişle, terbiyede niçin sorusu terbiye edilen çocuğa temellendirilerek anlatılmaz. Örnek olarak, ağzındaki şekeri yere düşürdükten sonra tekrar ağzına almak isteyen bir çocuğa, bu eylemi yapmaması nedensel bir açıklama sonucunda buyurulmaz. Muhtelif eşyanın şu ya da bu şekilde kullanılması; şu veya bu biçimde yürünülmesi, oturulması, yenip içilmesi vb. pek çok davranış belletilirken de belirli, hesabı verilmiş bir nedenin ya da nedenlerin gösterilmesi gerekmez. Ancak terbiye de esas olan, terbiye veren kişinin terbiye ettiği kişiye bizzat örnek olması, gözle takip eden kişiye, nasıl davranılacağı hususunda misal teşkil etmesidir.
Talim, öğretim ise, esas itibariyle, toplumda eşya hakkındaki mevcut bilgi birikimini nesiller arası aktarıma sokmayı amaçlar. Ancak talim, eşya hakkında doğru olanın hesabını vererek, tanımlayarak, kanıtlayarak, kısaca nedenlerini göstererek öğretme işidir. Böylece ta’limde doğru olanın ve yanlış olanın nedenlerini göstermek esastır. Bundan dolayı, ta’lim, aklı esas alır ve niçine işaret ederek, kısaca gerekçelendirerek, aklı doğru olana sevk eder, yanlıştan sakındırır.
Aklı temel alması nedeniyle ta’lim’de, terbiyedeki tümü yekpare bir biçimde vermenin tersine, bilgi, ta’lil (analiz), terkib (sentez), kıyas gibi aklın çeşitli işlemleri içerisinde sunulur; ve bu işlemlerin kişide meleke halini alması hedeflenir; aklın bilinenlerden bilinmeyenlere hareketi olan nazar/teori, fikirlerin tertibi olan tefekkür/düşünme, tahkik ve tetkik sürecinde kişiye kazandırılır. Kısaca dendikte, ta’lim’in nihai maksadı kişinin, niçini elde etmek için aklını nasıl kullanması gerektiğini öğrenmesidir; bu nedenle ta’limdeki diğer tüm hedefler ara-hedeflerdir.
Terbiye’nin toplum için iyi olanı nedensiz belletmesi ile ta’lim’in eşya için doğru olanı öğretmesi, beşerin kişi olması için gerekli ancak yeterli değildir. Çünkü iyi olan ile doğru olanın güzel olanda birleşmesi, bir araya gelmesi gerekir. İşte bu süreci tamamlayan, terbiye ile ta’lim’i bir araya getiren tedip yani edeptir. Edep, tarihî süreç içerisinde çok çeşitli biçimlerde tanımlanmış, terbiye ve talimi de içerecek şekillerde tarif edilmiştir. Bu durum edebin her iki eylemi, terbiye ve talimi, beraberce içermesinden kaynaklanmaktadır.
Farklı içeriklerini göz önünde bulundurmak kayıt ve şartıyla, edebin tanımlarına yakından bir göz atıldığında, dikkati çeken en önemli anlamının, davet yani çağrı olduğudur. Bu nedenle edep, kişiyi iyi ve doğru olana kısaca güzel olana bir davettir. Edep, kişiyi hem toplum ‘un iyi bildiği şekilde davranmaya hem de eşyayı doğru bilmeye bir çağrıdır; dolayısıyla bu çağrı kötü davranmaktan kaçınmayı ve yanlış bilmekten sakınmayı da içerir. Nitekim bazı eserlerde edep, “ister ilimde ister amelde olsun yanlış yapmaktan sakınmayı mümkün kılan her şeyi bilmektir” şeklinde tanımlanmıştır.
Edep, hem davranışta hem de bilgide adaleti gerçekleştirmek, zulmü ise def etmek; hatta her ikisine yönelimi mümkün kılan unsurlardan kaçınmak olarak görülebilir. Tarih boyunca çok çeşitli sahalarda kaleme alınan edep kitapları, bu durumu açıkça gösterir: Dinî edep, dünyevî edep, içtimaı edep, ahlaki edep, ilmî edep, meslekî edep, tasavvufî edep; kısaca: Hayat Bilgisi… Bu da insanın hayata doğmasının, hayat içerisinde bizatihi kişi olmasının bir sonucudur.
Edeb kelimesinin yaygın kullanımı, kadim kültürümüzdeki yerini açıkça gösterdiği gibi iyi davranış ile doğru Bilgi’yi beraberce içermesini de vurgular. Nitekim dilin edebinden dil ve edebiyat bilimleri yanında muktezayı hale uygun konuşma; nefsin edebînden ahlak; aklın edebînden doğru bilgi ve düşünme kastedilmiştir. Bu nedenle edepten hem “iyi (salih) ve doğru (sahih) yol üzere olmak hem de her şeyin sınırına riayet etmek” anlaşılmıştır.
Kısaca edep, iyi davranış (terbiye) ile doğru bilginin (talim) terkibi olan güzeli eylemek işidir. Ancak her üç eylem de, Türkçe’nin dile getirdiği üzere, ne tür olursa olsun bilgiye dayanır: İyi davran-a-bilmek, doğru bil-e-bilmek, güzeli eyle-ye bilmek. Kadim kültürümüzde “bilgi/ilim aklın ibadeti” olarak kabul edilir. Nasıl ki ibadetin salih olabilmesi için taharet/temizlik zorunlu ise, bilginin de sahih olabilmesi için, aklın temiz olması gerekir. Aklın tahareti ise ahlaktır; dolayısıyla temiz/tahir olmayan bir aklın ürettiği bilgi hem tür olarak insana hem de çevreye zarar vermeye mahkûmdur. Bu nedenle hem iyiyi hem de doğruyu beraberce kuşatan güzeli ancak ve ancak insan-i selim yani edepli, haddini bilen insan üretebilir. Çünkü kadim kültürümüzde terbiyenin en üst amacı kalbi selim, talim ‘in en üst amacı aklıselim, edebin en üst amacı ise zevki selimdir. Bu üç selime sahip kişi, zarif kişidir; zarif, zarafet sahibi kişi ise âlim olduğu kadar ariftir; bildiği kadar tanır, tanıdığı kadar da güzeli eyler.