Sarhoşu Sallamak-3 (Final)

Cuma namazını kıldıktan sonra şehreminliğe vardığında onu karşılayan üç kâğıtçı vekil efendiye sıkışmak için elini uzattı. El sıkışırlarken vekil efendi dedi ki:
- Hoşgeldiniz, safa geldiniz. Sizi görmek ne büyük şeref sevgili dostum. Afiyettesinizdir, sıhhatiniz yerindedir umarım.
- Sağolunuz, teveccüh buyurdunuz. İyiyim ama şu işimizi halletsek daha iyi olacağım.
- Ben aslında şehremini beyefendiye bilgi verdim, bu işin olamayacağını söyledimse de konu siz olunca yüz yüze anlatmak istediler sanıyorum.
- Varsın öyle olsun ben ikna etmesem de bir ikna edecek bulunur elbet.
- Âlâ efendim buyurun geçelim içeriye fakat saatinizi göremiyorum üzerinizde.
- Sanırım düşürdüm. Son zamanlarda zincirinde bir problem vardı.
- Dedeniz onu hususen yaptırmıştı. Herkes bilir onun size ait olduğunu. Umarım başına bir şey gelmez.
- Endişeye lüzum yok, sağolunuz.
Usulü veçhile şehremininin yanına girildi. Hoşbeş altı boş lakırdılardan sonra miras mevzuunda mezkûr konağın devriyle alakalı konuşmaya başlandı. Bu işin olamayacağıyla ilgili hem şehremini hem de vekil bir şeyler söyleseler de Beyoğlu ısrarcı idi:
- Rica ediyorum bir kez olsun şu tapuyu bari görünüz efendiler!
- Beyoğlu Efendiciğim vekil efendinin sunduğu raporlara göre sizin o evi kullanabilmenizin bir yolu yok. Rica edeceğim layiha vermekten vazgeçiniz artık.
- Ne münasebet efendim! Madem öyle vasiyetnamede yazanlara ne diyeceksiniz?
- Durumu değiştirecek ne olabilir ki?
- Vasiyetnamede konağın bilâkaydu’l şart bendenizin mülkü olarak kalması notu vardır. Hem şunu demek isterim ki şu iki durumda gayrı menkullerin devri herhangi bir kurucu işlem olmaksızın yeni malike geçiverir: birisi müzayede sonucunda diğeri de muris öldüğünde.
Bu söylenenler üzerine şehremini vasiyetnameyi görmek istedi. Beyoğlu Efendi çantasına birkaç baktı ise de bulamadı. Sonra yazıhanesinde olabileceğini söyleyerek birisinin oradan alıp gelmesi gerektiğini ifade etti. Şehremini, müstahdemlerden birisini gönderecekti ki Beyoğlu müdahale etti:
- Aman efendim söz konusu evrak el bezi değildir. Müstahdemleri göndermek akıl kârı mıdır? Siz en iyisi mi en güvendiğiniz bir kişiyi gönderiniz rica ederim.
- (Utanarak)Haklısınız, kusura bakmayın şimdi hemen vekilimi bu iş için vazifelendiriyorum.
- Yalnız efendim biraz seri hareket edilmesini istirham edeceğim. Zira yazıhanemin olduğu han 4’ten sonra kapanmaktadır.
Akabinde vekil efendi evrakı almak için şehreminlikten ayrılmış hâlâ gelmemişti. Gelse bile vasiyetname tek başına şehremini ikna edecek gibi durmuyordu. Muhakkak onu ikna edecek bir şey daha olmalıydı. Fakat Beyoğlu Efendi’nin yapabileceği tek şey oturup mukadderata teslim olmaktı.
◊◊◊
Hanım kız o gün erkenden hazırlanıp dükkâna gitmişti. Tam kapıyı açıyordu ki yerde bir saat fark etti. Alıp baktığında birinci sınıf bir işçilikle yapıldığını hemen anladı. Zaten bir kuyumcunun bunu bilmemesi mümkün değildi. Bu saat Celal Bey’in özel olarak yaptırdığı köstekli saatti. Ölümünden sonra meşhur mütefekkir, münevver Beyoğlu Fatih Efendi kullanıyor diye biliniyordu. “Herhalde düşürdüler, ne büyük bahtsızlık.” diye düşündü kendi başına geleceklerden habersizce. İçeri girdikten sonra dayanamayarak saati açıverdi tabî bir kuyumcu edasıyla. Açılır açılmaz saatin içinden bir not düştü. Yakın bir arkadaşa henüz verilmemiş bir nottu açıkça. Şöyle diyordu notta:
“Aziz Dostum;
Saat 4’te yazıhanede buluşalım.
Ama bence o kuyumcu kıza neden iki kolye alıp birisini hediye ettiğini söylemelisin artık…”
Bildiği kadarıyla buralarda kuyumculuk yapan bir kız yoktu, tabi kendisinden başka… Üstelik daha önce başından buna benzer bir olay da geçmişti. İki adam gelmiş önce onu övmüş sonra da onlara satmayı başaracağı bir şeyin aynısından alıp kendisine hediye edeceğini söylemişti birisi. Ama pek ilan-ı aşka da benzemiyordu. Fakat gerçek şu ki pek az kadın bu şekilde bir övgüye mazhar olabilirdi. Acaba bu not kendisiyle ilgili miydi? Saat tam 4’te giderse orada bir ipucu yakalayabileceğini umuyordu. Nihayet vakit geldiğinde artık korku mu, hayal kırıklığı mı yaşayacağını bilmeden yola düştü. Esasen heyecanlıydı ama nedeni konusunda pek bir fikri yoktu. Sadece elinde bir saat ve bir de not olduğu halde Beyoğlu Fatih Efendi’nin handaki yazıhanesine gidiyordu. Ne bulacağını da bilmiyordu. Belki bir şey bulmayacaktı bile. Sadece gidiyordu…
◊◊◊
Şehremini vekili bir yandan kendisine ayakçı muamelesi yapılmasına söylenerek diğer yandan da kendi oluru olmadan o vasiyetnamenin tek başına işe yaramayacağına sevinerek hana doğru gitti. Nihayet varıp Beyoğlu Fatih Efendi’nin yazıhanesinin kapısına geldiğinde kapıya asılı bir yazı buldu:
“Ey Vekil Efendi; taptığın ayağımın altındadır.”
Bu yazı ona İbn Arabî’nin meşhur kıssasını anımsattı. Buradan kastın Allah’a hakaret olmadığı, daha farklı bir mânâ taşıdığı aşikârdı. Hemen kapı önündeki paspası kaldırdı. Doğru düşünmüştü orada bir takım evrak vardı. Şöyle bir baktı. En üstte duran konağın tapusuydu. Bir diğeri vasiyetname idi. Bir de not vardı:
Vekil Efendi;
Yıllar önce tamahkârlığınla kandırdığın ve bununla da “ticarettir” diyerek övündüğün kuyumcu kız şu an olayın aslını öğrenmek için yanına doğru gelmekte. Eğer seni orada bulursa umarım kendisine bir açıklaman olur. Yok eğer bana inanmıyorsan koridor sonundaki eski tuvalete saklanarak gelmesini bekle ve gör.
Eğer bütün bunları görüp hâlâ tamahkârlığınla konağımdan elini ve gözünü çekmezsen bu hanım kıza doğruları söyleyecek birisi muhakkak bulunur.
Saat tam 4’te orada olacaktır…
Evet, vekil efendi yıllar önce kuyumcu kızı kandıran Tatyos Efendinin tâ kendisi idi. Yazıyı okuduktan sonra saatine baktı ve apar topar tuvalete koştu. İçeriye girdi çok pis ve bakımsız kaldığı belli idi. Bakımsız bir tuvalette olabilecek her şeyin yanı sıra birkaç fare bile vardı. Saat tam 4’e geldiğinde kuyumcu kız gerçekten geldi. Kapıyı birkaç kez tıklatıp umutsuz bir surette çıkıp gitti.
Tatyos Efendi dersini almıştı. Derhal şehreminliğe döndü. Şehreminin odasına girer girmez Beyoğlu Fatih Efendi ile bir göz göze gelişi vardı ki bir lahzâya bin asır sığmıştı sanki. Sonra vekil söze girerek durumun halledilebileceğine yönelik gerekli izahatı yaptıktan sonra evi teslim işlemlerini yaptılar. Vekil şehreminiye Beyoğlu Fatih Efendi’yi bizzat uğurlamak istediğini söyledi. Aşağı indiklerinde Tatyos Efendi özür sadedinde birkaç mırın kırın ettiyse de dili varmadı. Fatih Efendi ise:
“Ben seni para aşkınla öyle bir sarhoş ettim ki lağım farelerinin yuvasına girmeni istediğimde aşkını kaybetmek korkusuyla tereddüt bile etmedin.”
diyerek yavaş ve vakur adımlarla yürüdü. Birkaç adım atmıştı ki dönüp tekrar:
“Eğer” dedi, “Tatyos Efendi! Karşındakini yeterince sarhoş edebilirsen onu sallayabilirsin. Unuttunuz mu bunu bana siz öğrettiniz.”