Rocky mi, İhvan mı?

Evvela şu soruya cevaplar arayarak başlayalım: Kimler ağlar?
El-Cevap 1: Derdi Olanlar Ağlar
Evet derdi olanlar ağlarlar. Peki ‘dert’ten kastımız nedir? Dertten kastımız; önemsediğimiz, uğrunda acı çekmeyi göze aldığımız, kaybettiğimizde üzüldüğümüz bir dava’dır. Tazminat veya ceza davası değil elbette. Müslüman hassasiyetiyle yaşamaya çalışan bizlerin en büyük derdi: İslam Davası olacaktır.
Herkesin davası bir değil tabi. Bazısının davası da komünizmi yenmektir ve Rocky’e televizyonda devasa Rus boksörü dövdürerek yapmaya çalışırlar bunu.
Bir ağabeyim demişti ki bana “Bir insan ancak heyecanlandığı alanda faydalı olabilir. Eğer birisi İslam davasında heyecan duymuyorsa İslam adına o kişiden bir beklentiye de giremeyiz.
El-Cevap 2: Yalancılar da Ağlayabilir
“Akşamüstü ağlayarak babalarına geldiklerinde ‘Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf’u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın’ dediler.” (Yusuf, 16-17)
Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri de uydurdukları yalana babalarını inandırabilmek için ağlamışlardı. Ancak bu gözyaşları hainliğin gözyaşlarıydı, kıskançlığın ve hasetliğin gözyaşlarıydı. Bir timsah avına ne kadar ağlarsa o kadar sahici olan gözyaşlarıydı.
Böyle gözyaşlarının ne gökte ne de yerde bir değeri yoktur. Hatta yalan yere akan gözyaşları mahşerde insanın lehine değil aleyhine işleyecektir. Maazallah!
El-Cevap 3: Gökler ve Yerler de Ağlayabilir
“Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.” (Duhan, 29) Bu dünyadan birçokları geldi ve geçti. Ancak şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakanlar hariç kimsecikler hatırlanmaz oldu.
Amel defterleri kapandı ve gitti, üç kişinin haricindekiler: Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılacak ilim ve gerisinde hayırlı bir evlât bırakanlar. Böyle insanların ardından hem yeryüzündekiler hem de gökyüzündekiler ağladılar.
Efendimiz’i aleyhisselam ahirete irtihal ettiklerinde sahabe efendilerimiz öylesine ağladılar ki hatırasını toprağında taşıyan Medine’de yaşayamayıp Şam’a yerleşenleri bile oldu. Herkes her yerde ağlıyordu. Ancak onların gözyaşlarına riya bulaşmamıştı.
Onlar biliyorlardı ki güldüren de O’dur azze ve celle, ağlatan da O’dur azze ve celle. (Necm, 43) Onlar ağlarken yanlarındakileri düşünüyorlar mıydı, kim bilir? Peygamberimiz aleyhisselam gitmişti ve onlar kalabalıklar içinde yalnız kalmışlardı zaten. Gözleri artık başkasını göremez olmuştu.
Netice
Kıyamet gününde insanlar kavrulurken, arşın gölgesinde bulunacak yedi sınıftan birisi de “yalnızken Allah’ı anıp gözyaşı dökebilen kişi”dir.
Peki, bizler bu ağlayanlardan hangilerinin arasındayız? Kendilerini yerin ve göğün unuttuğu zalimler ve riyakâr gözyaşlarının sahipleri gibi mi? Yoksa kıyamette gölge altına girebilecekler kadar yalnız kalabilenler gibi mi ağlıyoruz?
Eğer dava’mız uğruna riyasız ağlayabiliyorsak mübarek olsun bizlere! İhvan’a darbe yapıldığında, Abdulkadir Molla asıldığında yüreğimiz daralıyorsa mübarek olsun!
Eğer sokakta modayla el ele gezen gençler için ağlayabiliyorsak mübarek olsun! Ve eğer kalabalıklar içinde yalnız ağlayabiliyorsak mübarek olsun bizlere!
Şimdi aynaya bakarak tekrar düşünelim: Televizyonda Rus boksörden dayak yiyen Rocky için mi yoksa ordulara karşı yalnızca iman’ıyla yürüyen adam için mi daha çok gözyaşı döküyoruz?