KAPAK- Vusulsüzlüğümüz Usulsüzlüğümüzdendir

Allah elçilerinin O’ndan vahiy yoluyla aldıkları ilahi hükümleri gizlemeden ve ilavelerde bulunmadan insanlara bildirmeleri onların tebliğleri idi. Peygamberlerin taşıdığı sıfatlar da onları bu vazifeye hazırlamak için verilmiştir. Resullerin şahsında tüm insanlara emredilmiş bir dini farizadır tebliğ. Kendisi bir ibadet olan tebliğ ve davetin neticesinden sorumlu değiliz. Yapılan işin kendisi, sonucundan çok daha önemlidir. Mühim olan şu ki Allah bizi bu hal üzere görmeli ve bu hal üzere ölmeliyiz. Yapılan daveti reddeden bir yana, onu terk eden hüsrandadır, ziyandadır. Allah’ın davası bize değil, biz ona hayat kadar muhtacız. ‘’Kim ki (insanları) hidayete çağırırsa onun için kendisine uyan insanların ecirleri kadar ecir vardır. Üstelik bu, o tabi olanların ecirlerinden bir şey eksiltmez. Kim de dalalete çağırırsa, onun için kendisine uyanların günahları kadar günah vardır. Bu da onların günahlarından bir şey eksiltmez. (Müslim, İlim 16)
Her Müslüman, dininin temsilcisidir. İslam’ın emir ve yasaklarını elinin ulaştığı kimselere ulaştırır. Şayet emirler ve nehiyler, nâdir meseleler ile ilgili veya ictihâdî konularda ise mesele sadece âlimleri ilgilendirir. Âlimler de üzerinde ittifak hasıl olan konularla ilgili emir ve nehiylerde bulunabilirler. İhtilaflı konulara girmezler. Dini temsil ederken dinin bize ulaşmasına vesile olan peygamber(ler)in sahip olduğu sıfatları (emanet, ismet, fetanet, sıdk, tebliğ) mümkün olduğunca üzerimizde taşımalıyız. Doğru sözlü olmak, güvenilir olmak, akıllıca hareket etmek, günahlardan kaçınmak, ümmetin kurtuluşu için çabalamak… gibi sıfatlar her bir Müslümanın şiarı olmalıdır.
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17) Bu hadis-i şerif her mümini, emri bil ma’ruf nehyi anil münker konusunda vazifelendiriyor. Ma’rufu emir ve münkerden nehiy vazifesini yerine getirecek bir yönetimi teşekkül ettirmek, bu vazifeyi îfâ edecek âlimler yetiştirmek ve bir cemaat oluşturmak Müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Hangi vasıtayla mümkünse ve hangisine güç yeterse münkeri, kötülükleri onunla önlemek her Müslümanın üzerine vecibedir. Toplumdaki kötülükleri önlemede, genel anlamda olmak üzere el ile yani fiilen engel olmak yöneticilerin; dil ile yani tebliğ, öğretim, ikaz ve nasihatle engel olmak âlimlerin; kalben buğz etmek, kötülükten nefret etmek ve tiksinmek suretiyle karşı gelmek de halkın görevidir. İyiliği emir ve kötülükten nehiy, İslâm ümmetinin müşterek sorumluluğudur. Ayrıca ‘’İnsan nisyan ile maluldür.’’ (İnsan unutkanlık hastalığına müpteladır). Bu nedenle hatırlatmak gerekir. Her birimizin uyarılmaya, hatırlatılmaya ihtiyacı vardır. Kuran’ın ifadesiyle kurtuluşa ermenin yolu da tebliğ ve davetten geçiyor. ‘’Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.’’ (Âl-i İmran, 104)
Maddi olarak istediği her şeyi elde edebildiği halde gönlü bir türlü huzur bulamayan günümüz insanına doğru usullerle İslam’ı ulaştırmak bir zorunluluk haline gelmiştir. İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi yapan kimseler, İslâm’ın tebliğ metodunu iyi bilmelidirler. Nezâket, iyi muamele, yumuşak davranış, merhametle yaklaşma gibi genel esaslar, bir tebliğcide bulunması gereken temel vasıflardır. Gönüller öfke ve nefretle kazanılmıyor. Bu konuda altın nasihati yine Peygamber Efendimiz (sas) vermiştir. ‘’Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!‘’ (Buhari, İlim, 11) Hz. İbrahim (as) gibi merhameti kuşanarak yola çıkmak gerekiyor. Babasını davet ederken saygı ve sevgi dolu olarak ‘’Babacığım, ey babacığım!’’ nidasıyla sesleniyor. Her kelimesini seçerek konuşuyor. Onun aklına ve vicdanına sesleniyor. Babasından aldığı cevap; “Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bu tutumuna bir son vermezsen, seni mutlaka öldüresiye taşa tutarım. Hadi git bir süre benden uzak dur.’’ (Meryem, 46) karşılığıyla öldürülme tehdidi şeklinde oluyor. Buna rağmen Hz. İbrahim (as) ‘’Sana selam olsun! Rabbimden seni bağışlamasını isteyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.’’ (Meryem, 47) diyerek üslubundan ödün vermeden tebliğine devam ediyor.
Yasin Suresi’nde anlatılan, tefsircilerimizin Habibi Neccar olduğunu söylediği zâtın söz ve tutumundaki incelikler de tebliğci için son derece önemlidir. Elçiler ile şehir halkı arasında geçen diyalog ve mümin kişinin çağrısında yer alan ifadelerin manası, bizim için yol gösterici niteliktedir. Bu zât, kavmine son derece naif bir şekilde; onların akıllarına ve vicdanlarına sesleniyor.
13- Onlara, elçilerin geldiği o şehir halkını örnek olarak anlat!
14- Biz onlara iki elçi göndermiştik. O iki elçiyi yalanladılar. Böylece biz o iki elçiyi üçüncü bir elçi ile takviye ettik. (Elçiler onlara) “Muhakkak ki biz sizlere gönderilmiş elçileriz” demişlerdi.
15- (Halk) “Siz de bizim gibi sadece bir beşersiniz. Rahman (size) bir şey indirmemiştir. Siz ancak yalan söylüyorsunuz” dediler.
16- (Elçiler) Dediler ki: “Rabbimiz bilir ki gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz.”
17- “Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”
18- O şehrin ahalisi: “Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer kesin olarak (bu işe) son vermezseniz muhakkak ki sizi taşlarız ve (böylece) bizden size elem verici bir azap dokunur.” dediler.
19- (Elçiler) Dediler ki: “Sizin uğursuzluğunuz sizinle birliktedir. Size nasihatte bulunulduğu için mi uğursuzluğa uğradınız? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.”
20- Şehrin en uzak semtinden bir kişi koşarak geldi: “Ey kavmim! Elçilere tâbi olun.” dedi.
21- “Sizden (tebliğe karşılık) herhangi bir ücret istemeyen ve doğru yolda olan bu kimselere tâbi olun.”
22- “Beni yaratana ben ne diye ibadet etmeyeyim! Siz O’na döndürüleceksiniz.”
23- “Ben O’ndan başka mabutlar edinir miyim hiç? Rahman olan Allah bana zarar vermeyi dilese, ne onların şefaatleri bana bir yarar sağlar ne de onlar beni kurtarabilirler.”
24- “Kuşkusuz ki bu durumda ben apaçık bir sapıklık için de olurum.”
25- “Ben Rabbinize iman ettim. Bu nedenle bana kulak verin.”
26- O’na “cennete gir” denilince o şöyle dedi: “Keşke kavmim bilseydi
27- Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını.” (Yasin, 13-27)
Tebliğde İslam’ın bütünlüğü gibi insanın da bütünlüğü dikkate alınarak hareket edilmelidir. İnsanın aklına, kalbine, ruhuna seslenebilmek gerekiyor. Bunun için de bizim halet-i ruhiyemiz; duygu, düşünce ve davranış bütünlüğümüz de karşıdan görülebilmelidir. Bu kıssadaki Habibi Neccar olduğu söylenen zât da azgın kavminin öfkesinden nasibini alıyor. Onu da linç ediyorlar. Şehitliğe adım atarken son bir çırpınışla Rabbinin ona verdiği nimetleri de görüp ‘’Keşke kavmim bilseydi!’’ diyor. Canına kıyanlara merhametle dua ediyor. İşte İslam’ın bize öğrettiği anlayış: Günahkâra değil, günaha düşman olmak. Kişileri karşımıza almadan kötülüğü bertaraf etmeye çalışmak. Amacımız üzüm yemekse bağcıyla, yolcuyla, toprakla, dikenle uğraşmadan bir bedel gerekiyorsa onu da ödeyerek hakkın adını yüceltmeye çalışmak.
İçki yasağı geldikten dört yıl sonra sarhoş olarak gelen sahabe efendimize, peygamberimiz (sas)’in yaklaşımı nasıl olmuştu? Ona çok öfkelenen sahabelerin ‘’Gidin kardeşinizin elinden tutun! Yol gösterin, yanlış yere gitmesin. Onu çadırına götürün.’’ Ona ‘’kardeşiniz’’ ifadesini kullanıyor. “Mümin iki el gibidir. Birisi kirlendiğinde diğeri onu yıkar, temizler.’’ Diyerek, sahabeleri cürüm işleyen arkadaşlarına yardıma gönderiyor. O’nun (sas) terbiyesinden geçenlerden Ebud Derda hazretleri şehirde gezerken insanların bir günahkâra ağır sözler ile hakaret ettiğini görür.
-“Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz onu oradan çıkarmaz mısınız?” der. “Çıkarırız” derler.
-“O halde kardeşinize ağır sözler söylemeyin.” diyerek oradakileri uyarır.
-Efendim siz bu günahkâra kızmıyor musunuz, diye sorarlar.
-“Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil, günahına kızıyorum. Günahı terk ettiğinde o yine benim din kardeşimdir.” diyor.
Hatalar bu şekilde uygun bir dille düzeltilmez ise muhatap bu defa içine düştüğü günahı savunmaya başlıyor. Bizzat Cenabı Hak, kullarının güzel, sağlam, dürüst, açık, beliğ, tesirli, tatlı, gönül alıcı ve yumuşak söz söylemelerini istiyor. “İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra, 53) Hz. Ali hikmetli ve güzel sözün kıymetini şöyle ifade ediyor: ‘’İnsanları düşündürücü, hikmetli sözlerle ikaz edin ki kalpleri huzur bulsun.’’ Elbette ki tebliğ dili yumuşak olmalı, incitici olmamalı; elbette müjdeleyici olmalıdır. Bu, Allah ve Resulünün yolu ve yöntemidir. Ama Rabbimizin azap ayetleri de var. Peygamberimizin azap ile uyaran hadisleri de var. Her insan bir değildir. Kimileri de bunları duymadan kendini düzeltmez. Allah’ın rahmeti, azabını kuşatmıştır. Bu doğru, fakat azabı da vardır. Cenneti de cehennemi de vardır. Gereken yerde bu dil de kullanılabilir.
Ne anlatıyoruz?
Bilmeden olmaz. Kur’an ve Sünnet bilgisi yoksa yapalım derken yıkabiliriz. Din, Kur’an ve Sünnettir. Bu bilgi olmadan tebliğ olmaz veya yarım olur. Yeter miktarda fıkıh, kelam, mantık ilmi ve siyer ilmi ile donanmak; takva ehli, güzel ahlak sahibi olmak, meramını anlatacak kadar hitabet ve konuşma yeteneğine sahip olmak. Kendini muhatabın yerine koymak, bencillikten ve tartışmadan uzak durabilmek. Yaşadığı çağı (çareyi ve çevreyi) iyi okumak. Yumuşak huylu ve yumuşak başlı olmak. Büyükleri örnek almak ve iyi örnek olmak… Bunlar, bir tebliğci için sayılabilecek özelliklerdendir.
Kime anlatıyoruz?
Muhatapların da iyi analiz edilmesi tebliğin başarısını arttıracaktır. Hz. Mevlâna ‘’Ne kadar çok bilirsen bil söylediklerin karşıdakinin anlayabileceği kadardır’’ derken Peygamber Efendimiz (sas) de ‘’Biz peygamberler topluluğu daima insanların idrak seviyesinde ve onların anlayabilecekleri şekilde konuşmakla emrolunduk’’ ve ‘’İnsanlara akılları nispetinde konuşun.’’ buyurmuştur.
Tebliğde önceliğimiz ne olmalıdır?
Öncelik kendimizi muhafaza etmekle başlar. İslam’ın nuru önce bizim yüzümüzde okunmalıdır. İnsanlar ne söylediğimizden çok ne yaptığımıza bakarlar. Hz. Peygamberde (sas) olduğu gibi konuşulan hakikatler önce konuşan üzerinde görülmeli ki etkisi fazla olsun. İnsan görerek öğrenmeye müsait yapıda yaratıldığı için gördükleri, duyduklarından daha fazla etki bırakır. Malik bin Dinar der ki; ‘’İlmiyle amel etmeyen alimin vaazı yağmur damlasının mermerden kaydığı gibi gönüllerden kayar gider.’’ Anlattığı hakikatleri bilen, dili ile ikrar eden, kalbi ile tasdik edip amel eden kişinin değil sözleri, duruşu dahi insanlarda iz bırakır. Söz ağızdan çıkarsa kulakta kalır, gönülden çıkarsa gönle ulaşır.
Tebliğ edilen konularda öncelik imandadır. Müslümanın hayatta önceliği tebliğ ise tebliğde önceliği de tevhittir. Peygamber efendimiz 23 yıl boyunca bunu yapmış. Sahabeleri bir yere gönderirken “onları önce tevhide (Allah’tan başka ilah olmadığına) davet edin” diyordu. Sonra namaz, oruç, hac, zekât geliyordu. Çünkü tevhit her şeyin başıdır. Şirke düşenin de bütün amelleri iptal olur. Bu şekilde insanları bir hocaya, vakfa, şeyhe, tarikata değil tevhit ekseninde yalnızca Allah’a çağırmak gerekir. Muhataplar için öncelik ise kendiliğinden gelendedir. Rabbimiz bu konuda Peygamber Efendimizi (sas) dahi uyarmıştır. Hareket sırası bize geçtiğinde ise en yakınlardan başlamak gerekiyor. Bu çevremize ve kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliktir. Çünkü ‘’Bir insan kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardım eder.’’ (Müslim)
Tebliğ yaparken birçok engel ile karşılaşılacaktır. Nefsimizden, çevremizden, düzenden kaynaklanan birçok engel yolumuza çıkabilir. Karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek elimizden, dilimizden ve tavrımızdan geleni yapmamız, vereceğimiz hesabı kolaylaştıracaktır. Her şeye rağmen hidayet Rabbimizin elindedir. Buna biz vesile olabilsek dahi nefsimize pay çıkarmamak için bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu bilmek gerekir.
Kaynaklar
1. Bir Tebliğciye Nasihatler, Mehmet Kılıçarslan, Gamze Başkın
2. Vahiy Nurundan İki Hayat, Nureddin Soyak
3. www.islamveihsan.com