KAPAK – Osman Atalay İle Söyleşi

“İHH’nın Genel Felsefesi Siyasi İdeoloji Değil, İNSANİ YARDIM’dır”
İlkadım: Sizi tanıyabilir miyiz?
Osman Atalay: İHH Yönetim Kurulu Üyesiyim.
İlkadım: Öncelikle bir İHH yetkilisi olarak bu faaliyetlerinizden dolayı rahatsız olan içerdeki ve dışarıdaki çevrelerin vakfınız hakkındaki olumsuz propagandaları hakkında neler söylersiniz?
Osman Atalay: İHH İnsani Yardım Vakfı Kurulduğu 1992 Yılından bugüne kadar dünyanın her yerinde doğal afetlerin yaşandığı bölgelerde, açlık ve kuraklığın yoğun yaşandığı, savaşların ve krizlerin yaşandığı bölgelerde, mültecilerin yoğun yaşadığı bölgelerde sürekli insani yardım projelerini gerçekleştirmeye çalıştı. İHH 1992 yılından beri Kosova’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, Keşmir’de, Afganistan’da, Irak’ta, Lübnan’da, Filistin’de Suriye’deki Filistinli mülteci kamplarında, Pakistan depreminde, Türkiye’de Marmara depreminde, aynı şekilde Endonezya’da depremlerde ve tsunamide, Haiti depreminde, Batı Karadeniz sel felaketinde daha sayamayacağımız bir çok bölgede sağlık projeleri, okul projeleri, ev projeleri, hastane projeleri götürdü. Sürekli olarak katkı sağlamaya çalıştı. İHH İnsani Yardım Vakfı temel prensip olarak dünyanın neresinde ihtiyaç varsa orada insani yardım amaçlı faaliyet gösterir. Yıllardır bu böyledir. Bundan sonra da böyle olmaya devam edecek. Bu Marmara gemisine yapılan saldırı sonucunda vakıf daha farklı bir şekilde algılanmaya başladı. İnsani Yardım Vakfını daha yakından tanıma fırsatı buldu insanlar. Bir de Amerikan’ın ve İsrail’in Hamas’ı terörist bir örgüt olarak lanse etmesiyle bu son yardım faaliyeti nedeniyle gerek Türkiye’de gerek İsrail’de ve Amerika’da İHH insani yardım Vakfı’na da bir ön yargı ve negatif bir bakış açısı geliştirilmeye başlandı. İHH İnsani Yardım Vakfı hiçbir zaman işbirlikçi siyasi yapı ya da kuruma angaje olmamaya çalıştı. Genel felsefesi siyasi ideoloji değil, birinci öncelikli alanı tamamen insani yardımdır. Bundan sonra da bu şekilde gitmeye devam edecektir. Ama gerek yurt dışında gerekse Türkiye’de Mavi Marmara’ya yapılan saldırının ilk iki üç günü içinde şehit olan kardeşlerimiz, yaralılarımız konuşuldu. Mossad’ın saldırısı konuşuldu, ama o iki üç günden sonra farklı bir hava oluşturulmaya çalışıldı. Gerek İsrail yönetiminin bakış açısı, gerek Amerika’da farklı yayın organlarının başlatmış olduğu bir anti propaganda başladı. İHH ile ilgili bu propagandada Türkiye’de de bazı köşe yazarlarını görmemiz bizi üzdü açıkçası. Ama bunu da doğal karşılamak gerekiyor. Sonuçta biz yıllardır inandığımız değerler çerçevesinde dünyanın yüz on ülkesinde projelere imza atıyoruz. Eğitim projesi, su kuyuları açma projesi, yetimhaneler, hastaneler yapma projesi gibi… Afrika’da 40.000 insanın göz ameliyatını yaparak gözünü açmışız. Bunlar geçekten çok büyük projeler. Okullar yapıyoruz. Asıl bunlar konuşulması gerekirken maalesef İHH terör örgütüne yardım götürüyor, yardımcı oluyor deniyor. İşte böyle insanları çok üzen, meseleyi amacından saptırmaya çalışan anlayışlar var. Bir rüzgâr var. Türkiye’den de bu rüzgârı estirmeye çalışan bazı kalemler ve medya kuruluşlarının olması bizi üzüyor. Ama bu bizim çalışma şevkimizi, isteğimizi, inancımızı kesinlikle değiştirmeyecektir. Çünkü biz her şeyden önce resmi bir kurumuz. 1995 yılından beridir Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bağlı çalışıyoruz. Gene Vakıflar bölge müdürlüğünden 5 tane amacına uygun projeden dolayı ödüller almış bir kurumuz. Uluslararası faaliyet gösteren kurumlara üyeyiz. İşte İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları v.s. var bunun içinde. Birçok uluslararası insani yardım çalışması gösteren kuruluşlarla ortak çalışmamız var. Her şeyden önce biz illegal bir kurum değiliz. Vakıflar son derece hassas kurumlardır. Vakıf çalışmaları, vakıf yönetimi v.s. çok titiz bir şekilde denetlenir. Çok şükür bu yönden bir sıkıntımız yok. Sadece sıkıntımız İHH’ ya karşı negatif bir algı oluşturmaya çalışan kurum ve kuruluşlar, medya organlarının olmasıdır. Bu yeni olan bir şey değil yıllardır böyledir. Ama 31 Mayıs 2010 çok önemli bir tarihtir. Çünkü Türkiye devleti, halkı, milleti ile beraber ilk defa Filistin’le bu kadar tek bir güç oldu. Belki de her yıl 31 Mayıs 2010’da Türkiye Filistin şehitlerini konuşacak, anacak. Tarihe çok önemli bir not düşüldü. Bu inşallah hayırlara vesile olur.
İlkadım: İHH tarafından şehitlerin, yaralıların orada tacize maruz kalan insanların hakları nasıl aranacak? İHH’nın bu konudaki görüşleri nelerdir?
Osman Atalay: Uluslararası sularda maruz kaldığımız bir saldırı var. Bir Türkiye’yi ilgilendiren boyutu var, bir de İHH Vakfını özel olarak ilgilendiren bir boyutu var. Bu iki boyutta da çalışmalar başlatılmış durumdadır. Mavi Marmara gemisinde bulunan arkadaşlarımızla bir ilişki kurmaya çalışıyoruz. Mavi Marmara gemisinde bulunan bütün arkadaşlarımız şikâyet dilekçelerini veriyorlar. Herkesin fiziki olarak, maddi manevi olarak kayıpları var. Bu kayıplarla ilgili çalışmalar yapılıyor. Dokümanları topluyoruz. Daha sonra bir komisyon ve İHH olarak biz bunu uluslararası arenada dile getireceğiz, İsrail yönetimini mahkemeye vereceğiz. Ayrıca BM’de uluslararası sularda Mavi Marmara’ya yapılan bu saldırıyı araştıracak bir komisyon kuruluyor. Bu araştırma komisyonu da işin uluslararası boyutudur. Yani her iki boyutta da çalışmalarımızı başlattık, hem Türkiye’de hem Avrupa’da. Bu konuda sonuna kadar hakkımızı arayacağız. Zaten biz uçaktan iner inmez Adli Tıp’a gittik dağılmadan gece 02.30’da hava limanına indik, sabah saat 08.00’da Adli Tıp’tan çıktık. Sağ olsunlar arkadaşlar o yorgunluklarına rağmen evlerine gitmeden Adli Tıp’ta tahlillerini yaptırdılar.
İlkadım: İHH İnsani Yardım Vakfı olarak Mavi Marmara gemisi ile birlikte götürmüş olduğunuz insani yardımın sonucunu, saldırıya maruz kalacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Osman Atalay: Yok, kimsenin aklına böyle bir şey gelmiyordu. Çünkü daha önce giden küçük siyah tekneler vardı. Bunlara en fazla tacizde bulunuluyor ya da bunları sıkıştırarak çekmek ya da geri göndermek gibi bir yöntem uygulanıyordu. Zaten uluslararası sularda ilerliyorduk. Paris konferansına göre uluslararası sularda düşman ülke olarak addettiğiniz bir ülkenin gemisine dahi hiçbir şey yapamazsınız. Bunun karşılığı haydutluktur. Biz 70 milin üzerinde saldırıya uğradık. İsrail’in işgal etmiş olduğu 40 mile yaklaşırsak bizi ikaz etme haklarına sahiplerdi. O zaman da kaptanların deyimiyle en kötüsü geminin pervanesine zincir vurarak kendi limanlarına çekerek sorgular ve daha sonra Türkiye’ye geri gönderirlerdi. Herkesin beklentisi buydu. Ama bırakın biz 40 mil işgal ettiği sulara yaklaşmayı 70 milin üzerinde seyrediyorduk. Hiç kimse böyle bir şey tahmin etmiyordu, hayal bile etmiyorduk.
İlkadım: İHH Türkiye Cumhuriyeti’nin teşvikleriyle mi böyle bir girişimde bulundu? Çünkü devlet kendisi gidemediği için İHH’yı kullandı veya yönlendirdi diye bir görüş var.
Osman Atalay: Şimdi, İHH İnsani Yardım Vakfı bir vakıftır, sivil toplum kuruluşudur. Kesinlikle bir hükümete bir resmi kuruma, “Biz buraya gidiyoruz gidelim mi, gitmeyelim mi, ne dersiniz?” gibi bir soru sorulmaz. Zaten bu şık da olmaz. Bugüne kadar böyle bir şey hiç yaşamadık. Bu gemide sadece İHH İnsani Yardım Vakfı yoktu, yarısı yabancıydı. Almanya’dan, Endonezya’dan hatta İsrail’den toplam 35 ülkeden insan vardı. Medeniyetler arası diyalog, dinler arası diyalog son 4-5 yılda çok dillendirilen bir proje olarak da sunulur, barışa yönelik bir şeydir çok duyarız. Ama gemiye baktığınızda çok kültürlü çok dinli hatta ateist bile vardı gemide. Düşünebiliyor musunuz böyle bir gemi yola çıkarken bir hükümetten nasıl izin alır? Kızılay’ın gemisi olsa tamam. Gemide 350 Türkiye vatandaşı vardı ve bunların birçoğu farklı siyasi görüşlere sahip insanlardı. Saadet Partisinden Büyük Birlik Partisine kadar aklınıza kimler geliyorsa hepsinden insanlar vardı. Biz defalarca söyledik, bu geminin hükümetten izin almak gibi ya da izin istemek bir tavrı olmadı. Sivil toplum örgütleri kendi inisiyatifleriyle hareket ederler. Hiç bir siyasi parti ile ve hiç bir kurumla bir bağlantımız yoktur. Belki de bu kadar sağlam tutan böyle güçlü tutan en önemli faktör hiç bir siyasi partiye angaje olmaması, her hangi bir siyasi partiyle beraber anılmamasıdır. Buna çok dikkat ediyoruz. Çünkü adı üzerinde siz bir insani yardım vakfısınız ve dünyanın 110 ülkesinde insani yardım projeleri yapıyorsunuz, hayır işi yapıyorsunuz. Sizin bir siyasi partiyle anılmanız demek yaptığınız işi daraltmanız demektir. Bir projeye destek ararken bütün Türkiye’ye sesleniyorsunuz. Kendinizi bir cemaate ya da bir siyasi kuruluşa bağladığınız zaman hedefleriniz de küçülmüş olur, hedefleriniz de bağlanmış olur. Hassasiyetlerimiz ve değer yargılarımız ise tabi ki bellidir.
İlkadım: Müslümanlar arasında da sıkıntı meydana getirecek spekülasyonlara girmek istemediğinizi biliyoruz. Ama son günlerdeki otoriteden izin alma söylemi için bir şey söyler misiniz?
Osman Atalay: Biz daha önce müracaatlarda bulunduk. Fakat cevap alamıyorsunuz. Zaten bugün Gazze 4 yıldır kuşatma altında. Gazze’ye iki defa girmek nasip oldu bana. İsrail’in Gazze saldırılarında bir ay boyunca Gazze’ye Türkiye’den giden yardımları Refah Kapısından geçirmek için en az 20 gün mücadele ettik. Bombardımanlar devam ederken Gazze’nin içine girdik, İsrail’in saldırıları devam ediyordu. Geçtiğimiz Aralık ayında da yine Mısır üzerinden çok uluslu 200 araç ve 400 kişi ile bir konvoy yaptık. Oraya gelen arkadaşlar bilirler. Bakkallara girdiğimizde o tünellerden gelen konserve türü şeyleri görürsünüz. Raflar bomboştur. Normalde Anadolu’daki bir köy bakkalında dahi belki 100 çeşit gıda malzemesi vardır. Ama Gazze’de bir bakkalda 10 kalem, 20 kalem en fazla 30 kalem malzeme görürsünüz. İşte en son tünellere yapılan saldırıda 3 Gazzeli şehit oldu ve Gazze’nin ana damarları kesildi. Artık hiç bir şey girmiyor. Ekmeğinden tutun da iğnesine ipliğine kadar her şey oralardan giriyordu. Biz bunu görüyoruz, bütün dünya görüyor. Gazze’ye giren yazarlar, çizerler herkes bunu görüyor ve dile getiriyorlar. Yani Gazze’de hiç bir şey yok. Kızılay, İsrailli yetkililerle irtibata girerek 6-7 ay içeriye malzemelerini sokamadı. Sayın Başbakan da bunu ifade etti. Mavi Marmara olayından sonra bir açıklama yapıldı, “Gazze’ye ambargo genişletildi” diye. Kalemler, çiklet, patates cipsi, traş kremi için ambargonun genişletildiğini söylüyorlar. Bakın Gazze’de şeker hastaları, diyaliz hastaları var. İnsanların ekmeğe, una ihtiyacı var. İnsanların tarlaları yerle bir edildi. Ekili arazi yok, gübrenin girmesi dahi yasak. İsrail keşke izin verse, zaten bizim malzeme götürmemize gerek kalmaz ki. Gazze halkı, Filistin Halkı, Arap halkı bizden önce orayı doldurur. Ama yok, hastalar ilaç alamıyor. İnsanlar yıkılan evlerini tamir edemiyor. Bu gemilerde çimento, boya, cam, jeneratör, elektrik malzemeleri, çok hayati derecede önemli şeyler vardı. İnsanlar hala bir odada 20 kişi kalıyorlar. Kanalizasyonlar ortadan direk denize akıyor, çok sağlıksız bir ortam, resmen açık hava hapishanesi. Reçelden, cipsden v.s. şeylerden önce inşaat malzemelerine ihtiyaçları var. Sağlıksız bir nesil büyüyor. İşsizlik var. İnsanlar sabahtan akşama kadar oturuyorlar. %85 işsizlik var, insanlar tarlalarını ekemiyorlar.
İlkadım: Çok teşekkür ediyorum.
Osman Atalay: Ben de İlkadım Dergisi’ne teşekkür ederim.