İNANCI KORUMAK

Garaudy, “her sorun, ortaya çıktığı düzlemde ve kararlarıyla, olacakları etkileyecek olan herkesin katılımıyla çözülür der.”
Ateizm ve deizm gibi din karşıtı modern akımlar, aslında insanoğlunun var oluşundan beri çeşitli şekillerde kendini gösteren savrulmaların devamı niteliğindedir. Kur’an-ı Kerim bize insanlık tarihinin en başından itibaren bir iman ve inkâr tarihinin olduğunu haber vermiştir. İman Hak Teâla katında İzzetin Şerefin temsili olurken, inkâr ise hüsranın ve helakin kapısıdır. İnanç her daim umudun, inançsızlık ise üzüntü ve kederin kaynağıdır. Hayat sermayesi insana onu zayi etmesi için değil, kendi şahsından başlayarak, ailesine, akrabalarına, içinde yaşadığı topluma ve nihayetinde bütün insanlığa karşı sorumluluk bilinciyle dikkatlice kullanılması için verilen bir nimettir.
İmtihan edilmek üzere dünyaya gönderilen insanın kalbi, dolayısıyla imanı sürekli bir taarruz altında olacağı için Efendimiz Hz. Muhammed (sav), “Şüphesiz ki bedende bir parça vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, bozuk olursa bedenin tamamı bozuk olur. Dikkat ediniz ki o kalptir.” buyurmuşlardır.
İnsan, inanan bir varlıktır. Çünkü inanma duygusu fıtridir. Tarih boyunca insanoğlu kendisini hak veya batıl bir inanç sisteminin içinde, onun gözetim ve himayesinde olma ihtiyacı hissetmiştir. İslam inancına göre de her doğan insan tevhit akidesinin üzerine nakşedileceği temiz bir sayfaya benzer. Ancak inanmak, kişi ile inandığı varlık arasında sadece duygusal bir iletişim kurmakla kalmayıp, kişiye mükellefiyet yükleyen, kimlik ve kişilik kazandıran, onu zorluklar karşısında kuvvetli ve dayanıklı kılıp daima ümit aşılayan, güçsüzlüğü ve ümitsizliği ortadan kaldıran ve müminin hayat tarzını tamamen değiştiren çok güçlü bir bağdır.
Bu yüzden Cenab-ı Hak, insanlığa hakikati bulmada yol gösterici olmak ve yanlış yollara sapmaktan insanlığı korumak için başlangıçtan itibaren her dönemde elçiler göndermiştir. Bütün peygamberliğin en önemli vazifesi insanoğlunu tevhit akidesine çağırmak ve doğru inancı yaşayarak insanlığa öğretmek olmuştur. Bundaki hikmet, insanı kötü düşüncelerden arındırmak, inanç dünyasını küfür ve şirkten uzak tutarak aynı anlamda sağlam ve sarsılmaz bir temel üzerine inşa etmek ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı sıfatıyla onu fıtratına uygun olan yüksek insani ve ahlaki değerlerle donatmaktır.
Her dinde tebliğ yapmak insanlara görev olarak verilmiştir. Ancak bu tebliğin metodu da zorlama, aşağılama, alaycılık vb. bir şekil değil, güzel sözler, nezaket ve kalplerin fethedilmesi biçiminde olmalıdır. Başkasından örnek bir insan olmasını beklemeden önce, görev bireyin kendisine düşmektedir. Bir kimsenin layıkıyla tebliğ yapabilmesi için önce hakkıyla dinini temsil etmesi gerekir. Hz. Peygamber’in metodu da bu şekildedir. Bu sebeple insan düzeltmeye ve düzelmeye önce kendisinden başlamalıdır.
Günümüzde her geçen güm gelişen teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının etkisiyle her türlü bilgiye hızla erişimin kolaylaşması ve bilginin kontrolsüz biçimde yayılması, olumsuz pek çok düşünce ve fikir akımının da serbestçe dolaşımına imkân vermektedir. Bu durum, inanç değerlerimiz başta olmak üzere günlük hayatımızı birçok açıdan etkilemekte; bizi inancımızdan, yaradılış gayemizden uzaklaştıran ve özümüze yabancılaştıran birtakım unsurlar, değerler dünyamızı tahrip etmektedir. Tüm bu zararlı etkilerden korunmak; dini, ahlaki, vicdani değerlerin özünü oluşturan inanç değerlerimizi korumakla ve bu konuda Kur’an’ın, nebevi öğretilerin, aklın ve vicdanın sesine kulak vermekle mümkün olabilir.
Müslüman toplumların temelde deizm ve ateizm gibi sorunları yoktur. Bu sapık akımlar kıyamete kadar geçerliliğini sağlayacak olan İslam dininin bilinmemesi, üzerinde kafa yorulmaması ve anlaşılmaması sonucunda ortaya çıkan düşüncelerdir. Özellikle gençler arasında, yeni mecralar üzerinden yaygınlık kazandığı görülen bu görüşlerin her şeyden ziyade bilgisizlik batağından beslendiği açıktır.
Bugün insanımıza, çocuklarımıza, gençlerimize imanın teorik anlamından ziyade pratik değerini öğretmek ve pratik imanı tüm eğitim süreçlerine dâhil etmek durumundayız. Çünkü sadece inandım demenin, imanın göstergesi olarak yeterli olmadığını yine Kur’an-ı Kerim bize bildiriyor: “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannediyorlar? Andolsun biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik.”(Ankebut,29/2-3) imanın yüzlerce göstergesi, sosyal boyut ya da pratik iman denilen alanlardır. İman, sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar toplumsal dinamiklerini kaybetmeye, dolayısıyla çökmeye başlar. Günümüzde iman algısı, sosyal hayat boyutundan yoksun kalmakta ve vicdanlara mahkûm edilmektedir. O zaman da İslam’ın birey ve toplum üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel ateizm yansımasının önü baştan kesilmiş olmaktadır.
Netice itibariyle iman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek yaşamak ve onun kendisiyle, insanlarla ilişkilerini düzenleyen bütün emir ve yasaklarına uymaktır. İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit değil, bütün bir varlığı yorumlayan temel bir disiplindir.
Kaynak: Diyanet Dergi