BERCESTE / İslam Medeniyetinin Şehir Modeline Mikro Bir Bakış

Batı ile medeniyet tanımlarımız bambaşkadır. Nitekim onlar medeniyet kelimesi yerine uygarlık anlamında olan ‘civilisation’ kelimesini kullanılırlar. Batı kentsel altyapının maddi varlığını tabiatı dize getiren beşeri tekno yapıyı temsil eder. Bu kapsamda batı kenti imar edilmiş belde, umran, bedavetten kurtulmuş hadara manasında uygarlık anlamını taşır.
İslam şehrini daha iyi anlamak adına batılı görüşlere göz atacak olursak onlar, İslam şehrinin düzensiz bir yapıya sahip olduğunu, kurumsallaşma ve standardizasyon yeteneğinin fazla olmadığını ileri sürerler. Oysa İslam şehri kendiliğinden gelişen bir yapıya sahiptir. Planlı, katı şehirler olmayıp ihtiyaca göre şekillenirler. Osmanlı’da şehirler vakıflarla ihya olur. Batıdaki belediye anlayışına karşılık vakıflar altyapının finansmanıdır.
İslam şehri mahallelerden oluşur. Mahallelerde ise kolektif bir anlayış vardır. Mahallede yapılacak tüm işler mahallelinin inisiyatifine bırakılır. Mahalleli; mahallenin asayişinden, temizliğinden, yönetiminden sorumludur. İmam, mahallenin temsilcisi durumundadır. Camiye sürekli gelme mahallede tanınmanın, güvenilir olmanın ölçüsüdür. İslam şehrinin aksine batı şehrinde kişilerin insafına bırakılamayacak kadar kurumsallaşmış bir yapı hâkimdir. İslam şehrinde mahalleler homojendir, sınıf ayrımı yoktur. Etnik ve din ayrımına göre bir yerleştirme vardır çünkü mahalle değerlerin yaşandığı, yaşatıldığı yerdir. Lüks şehirler değildir ve mimari eserlerde kalıcılık yoktur. Evlerin sadeliği, en zengin ile en fakir arasında ciddi faklıların olmaması dikkatleri çekmiştir. Ev, sahibinin zenginliğinin ya da asaletinin göstergesi değildir. Taş yerine ahşap, kerpiç gibi kısa ömürlü ucuz malzemeler kullanılmış bir bakıma insanın faniliği sembolize edilmiştir. Labirente benzeyen bir yol sistemi ve çıkmaz sokak kültürü vardır. Evler iç içe geçmiş olsa da mahremiyet çok iyi korunur, evler doğrudan sokağa değil avluya açılarak aile hayatı gizlenir. Sokak, kenarlarına çekilen avlu duvarları ile özel hayatın dışına bırakılmıştır. Batıda ise sınıf farkı çok keskindir. Şehir, Roma’da düzenek demektir bu yüzden bir yeri fethedince devasa sütunlar inşa ettikleri gözlemlenir. Orada uygarlık tabiata meydan okumaktır. İslam mimarisi bir kudret sembolü, bir fetiş nesnesi değildir. Huzuru ve yeşilliği evine taşır. Cami ve ev avluları içerisine tabiatın sükûnetini, ahengini tesis ederek şehre tabiatı katmıştır.
Batıda insanların eğlendiği deşarj olduğu devasa meydanların varlığı dikkate şayandır. Kentin ruhu eski zenginler ve yeni gelenler arasındaki çatışmayı temsil ederken İslam şehrinde ise yöneten ve yönetilenlerin birleştiği, bir araya geldiği yer, geniş avlulu camilerdir. Camiden etrafa ışınsal formda anayol şebekeleri oluşur, cami etrafında biçimlenen şehre medreseler eşlik ederler.
Tüm bunların yanında batı şehri ile en ayırt edici özellik’’pazarlar’’dır. Ticaret ve ikamet alanları ayrıdır. Pazar üretici ile tüketicinin buluştuğu tekel piyasasının oluşmadığı yerdir. Bu meyanda peygamberimizin Medine’de ilk ihdas ettiği ve düzenlediği yerlerden birisi pazardır. Osmanlı vesikalarında tanım şu şekildedir: ‘Bazar durur, Cuma kılınır.’
Şehrin yöneticisi kadıdır. Bu da şehrin dini ruhuna işaret eder. İslam şehri dini duygularla örülmüştür. Bugünün aksine hayatın geçiciliğini anlatan mezarlar şehrin girişinde ve içinde bulunur ahiret ile organik bir bağ sağlanmış, sekülerleşmeye izin verilmemiştir.
Bazı seyyahlar ‘’ Osmanlı şehrinde boşluk yoktur. Her şey düşünülmüştür öyle ki şehirde koşan köpekler, katırlar, sağa sola bırakılmış atlar görülmez. Gürültü alışkanlığı yoktur, şehir kalabalık ve sessizdir, mükemmel bir asayiş vardır. Her şey kontrol altındadır.’’ Şeklinde hayretini dile getirmiştir.
İslam medeniyetinin tarihe bir aktör olarak şehri sokması dikkate değerdir çünkü o, köy ağırlıklı topraklara bir şehir modeli-medeniyeti- hediye etmiştir. İslam şehri yekpare bir yapı değildir. Cami, mescit, divanı imare, pazar, suffe, mezarlık, hamam, türbeler, parklar, musalla etrafında şekillenmiştir.
Batılıların çizdiği şehir modeline, doğu şehirlerinin uymaması şehircilik anlayışının bulunmadığı anlamına gelmez. Aksine şehir ruhu, kalbi olan yaşayan varlıktır ve Müslümanlar kendilerine mahsus bir modelle onu yaşatmıştır.