LA HAVLE – Yediğine ve Dediğine Dikkat Et

Helal midir, haram mı? Yediğine dikkat et!
Gafil olma, her nefes dediğine dikkat et!
Arada lâf taşıma, sırtında taş taşı ve;
Koyacağın zamanda gediğine dikkat!
Akıllı insan, yaşadığı sürece iki şeye dikkat etmelidir: Bir yediklerine, bir de dediklerine!
Biri ağızdan girer, biri ağızdan çıkar. İş işten geçtikten sonra, insan ne yediğini kusarak, ne de dediğini susarak telâfi edebilir!
Yediklerimiz diyeceklerimizi, dediklerimiz yiyeceklerimizi etkiler.
Eğer; ağzımızdan çıkanları kulaklarımız duymuyorsa, bir sıkıntı var. Eğer; ayaklarımız kendi bildiği yere gidiyor, aklımıza uymuyorsa, bir sıkıntı var.
Eğer; kulluğumuzun gereği olan ibadetlerimizi yapamıyorsak, yaptığımız ibadetlerden bir nebze huzur duymuyorsak, bir sıkıntı var.
Eğer göz pınarlarımız kuruyorsa, dua için Rabbimize ellerimizi açamıyorsak veya dualarımızın kabûl olmadığını düşünüyorsak bir sıkıntı var.
Evet, bütün sıkıntılarımızın temelinde yatan yegane unsur, yediklerimiz ve dediklerimizdir.
Sa’d İbni Ebî Vakkas:
“-Ya Rasûlallah! Duâ buyurun da duâsı makbûl olan bir kişi olayım” der.
Efendimiz-sallallahu aleyhi ve sellem- de:
“-Ya Sa’d! Lokman helâl olsun, duân makbûl olur.” buyururlar. (İbn Kesir)
O halde insan, huzur arıyorsa hayatının her safhasında helal ve harama dikkat etmeli. Bir şeye el uzatırken, bir söz söyleyeceği zaman, içinde ikaz ışıkları yanmalı insanın!
İnancımız bizi hem çok yemekten, hem çok konuşmaktan men etmektedir.
Rabbimiz buyuruyor ki:
“-Kâfirler dünyada sâdece zevk u safâ ederler, hayvanlar gibi yer, içer (mide ve şehvetlerini düşünür)ler. Onların yeri cehennemdir.” (Muhammed Sûresi: 12)
Biz mü’minler; bize ihsan edilen nimetlerin “helal ve temiz olanından yemekle, sözün doğrusunu ve güzelini söylemekle” emrolunduk.
Kâinatın Efendisi-sallallahu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:
“-İnsanoğlu için dolu bir mideden daha zararlı bir kab yoktur. Kişiye kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Bari hiç olmazsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de (boş bırakarak) nefes almasına ayırsın.” (Tirmizî; Ahmed b. Hanbel)
“Çok yiyip içmekle kalplerinizi öldürmeyin. Zira kâlb bir ekin tarlası gibidir. Fazla su basınca tohumu keser ve çürütür.” Hadis-i Şerif
Evet, öldürüyoruz kalplerimizi… Harap ediyoruz ekin tarlamızı… Beklediğimiz bereket gelmiyor, israfın işgal ettiği hanelerimize!
Hz. Ali’nin (ra); “Yeme içmede itidale riâyet etmeyip ölçüyü kaçıranlar, kendilerinin düşmanıdır” dediğini…
Hz. Aişe annemizin; “İnsanların karınları doyunca, nefisleri dünyaya meyleder” dediğini…
Hz. Mevlâna’nın; “Ten midesi insanlığı samanlığa çeker, gönül midesi meydanlığa” dediğini…
Ebubekir Şiblî’nin; “Ne zaman aç kaldımsa, kalbimde hikmetten açılmış bir kapı buldum” dediğini…
Sa’dî’nin; “Mide ile şehvet ikizdirler; yani aynı karnın iki evlâdıdırlar, biri rahatladı mı öbürü ayaklanır” dediğini…
Zünnun el-Mısrî’nin; “Ne zaman karnım doydu ise işi azıttım ve azgınlığa meylettim” dediğini…
Lokman Hekim’in; Oğlum! Mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür, âzâlar durur” dediğini, hiç ama hiç duymuyoruz!
İki cihan güneşi-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Onlar için, “Gökteki Yıldızlar gibidir” buyurmuştu. Onlar açlıktan dolayı karnına taş bağlarken, aşkından ve imanından dolayı da gönlünü Allah’a bağlamışlardı!
İşte o yiğitlerin hanımları sabahleyin kocalarını işe uğurlarken:
“Efendi! Boş gel, ama bize haram getirme, haram yedirme. Biz açlığa dayanırız, yokluğa katlanırız ama cehennem ateşine katlanamayız” derlerdi.
Sahi, bizim hanımlarımız bizlere ne diyorlar? Karşılıklı olarak oturup ciddi bir nefis muhasebesi yapabiliyor muyuz?
Bize bir şeyler oldu! Ama ne oldu ise, hep ölçüsüz yediklerimizden, tartısız dediklerimizden oldu!