KAPAK- Nimetle İmtihanı Kazanmak/Kaybetmek: Huneyn

“Ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben ancak tebliğciyim” diye yola çıkar Allah her elçisi. Yolun başında yalnızdır. Sonra Allah onların yanına havariler ve sıddıkları yoldaş eder.
Önce alaya alınırlar. Sonra kaşlar çatılır onlara karşı. Dışlamalar. Boykotlar, zayıflara işkenceler başlar.
Allah aciz değildir. Haşa. Aciz de yalnız bırakmaz kullarını. Açar yollarını hicretle. Yeni mekanlar, yeni insanlar, yeni ufuklar bahşeder. Demir bahşeder sonra, bizim devlet dediğimiz, egemenlik dediğimiz.
Fetihler nasip eder sonra peygamberine ve yanındakilere. Fetihten sonra insanların “fevc fevc İslam’a girdiklerini görürsün.”
Yalnızlığın yerini, yokluğun yerini, işkencenin yerini, ablukanın yerini; oturulacak makamlar, kazanılacak mallar, paylaşacak ganimetler alır. Unvan ve titr kapma kavgası başlar. Yoklukla imtihan biter, varlıkla imtihan başlar. İşte bunun anıdır Huneyn Savaşı.
Arap yarımadasında İslam’ın ulaşamadığı iki yer kalmıştır: Biri Huneyn, diğeri Taif. Sıra Huneyn’e gelmiştir. “Arap yarımadasının lideri kim” sorusudur aslında cevabı aranan. Bunun sembolü olan lât putunu koruma çabasıdır. Çünkü Hz. Peygamber en büyük put kırıcıdır.
Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden 17 gün sonra yola çıkar Huneyn’in fethi için. Malik Bin Avf, Huneyn’in lideridir. Hemen hazırlıklara başlar Peygamberimize karşı, savaş meydanına sadece savaşçıları götürmez Malik. Savaşçıların eşlerini, çocuklarını, mallarını yanlarına almalarını ister. Çünkü bilir ki kaybedecek çok şeyi olanlar daha dirençli olurlar, daha çok mücadele ederler. Günümüzde en iyi Müslümanlar bilir bunu. Kaybedecek bir şeyleri yokken mücahit ve dava adamı olan Müslümanlar, makamlara ve unvanlara kavuşunca duruşların, hayallerin nasıl yele verildiğini…
Coşku ve adı konmamış bir kibirle yoldadır Müslümanlar. Bazıları şiirler söyler. “Gök yıkılsa kılıçlarımızda tutarız” diye. 12.000 kişilik İslam ordusunun öncü birlikleri ilk baskınına dağılırlar. Büyük bir çözülme başlar, zafer sarhoşu Müslümanlarda. Allah c.c. şöyle anlatır Müslümanların durumunu: “And olsun ki Allah size birçok yerde ve sayınızın çokluğunun size fayda vermediği, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelip sonunda arkanızı dönüp kaçtığınız Huneyn Savaşı’nda yardım etmişti.” (Tevbe, 25)
Kalabalık İslam ordusu çil yavrusu gibi dağılır. Kim kalır peygamberin yanında… İlk başta yola çıktıkları, çileyi çekenler, bedel ödeyenler, ilk Müslümanlar, cennetle müjdelenenler, muhacir, ensar… Onları ayakta tutan peygamberin şu nidalarıdır: “Ey insanlar nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz. Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah oğlu Muhammedim.” Herkes savrulsa lider savrulmaz. Zor günlerde herkesin gözü liderdedir. Zordur lider olmak. Duruş ister, telaşsızlık ister, irade ister.
Savaş biter, müminler ilk şokun ardından toparlanır ve zafer kazanırlar. “Bozgundan sonra Allah peygamberine ve müminlere sekinet veren rahmetini indirdi. Sizin görmediğiniz ordular gönderdi ve münkirleri kahrederek azap verdi ki işte kâfirlerin cezası budur.” (Tevbe, 26)
Allah’ın yardımıyla zafer nasip olunca küçük cihattan büyük cihada dönmenin gereği büyük imtihan başlar. Yokluk ve zorluk imtihanından sonra varlıkla imtihan. Ganimet paylaşımını Allah Resulü şöyle yapar: Ganimetlerin beşte birini beytülmal’e ayırır. Geri kalan ganimetlerin büyük kısmını müellefe-i kuluba (kalpleri İslam’a ısındırılacaklar) ve muhacirlere ayırır.
İşte kıyamet bundan sonra kopar. Münafıklar, fitneciler, dünya aşıkları ortaya çıkarlar. Başlarlar fitne kazanını kaynatmaya.
Kimileri “Allah resulünü affetsin. Kureyş’e veriyor, bize vermiyor. Halbuki Huneynlilerle biz savaştık” derler.
Kimileri: “Savaş gibi zor işler bize düşüyor, fakat ganimet başkalarına “derler.
Kimileri: “Ey Allah’ın resulü, adaletli ol!” diyecek kadar ileri giderler.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) sakinliğini muhafaza ederek: “Allah’ın rahmeti Musa’nın üzerine olsun, O bundan daha ağır sözlerle hakarete uğradı da sabretti”. “Size yazıklar olsun, ben de adaleti gözetmezsem artık kim adaletli iş yapar!” diye karşılık verir.
Nimetlerin yokluğunda sabretmek zaten bir zarurettir, fedakarlık değil. Marifet, varlık imtihanında savrulmamaktır.
-“Yıllardır hizmet ediyorum, ne kazandım?”
-“O makamı ben hak ediyorum, kimse yokken ben vardım.”
-“Herkes cebini doldurdu. Biz saf saf kaldık.” gibi cümlelerin adına artık dünyevileşme veya Huneyn sendromu diyebilir miyiz? Ne dersiniz?
Peki Huneyn’den bize ne miras kaldı? Hasbilik kaldı.
İneğin yavrusuna melemesi gibi, peygamber çağırdığında Lebbeyk diye koşan kelebekler kaldı.
Kimsenin kendilerine yardım etmediği zamanda canı ve malıyla cenneti satın alanlar kaldı.
Lider nasıl olunur, bunu canlı canlı gösterenler kaldı.
Peygamberinin önüne kalkan olan kadınlar kaldı.
Davasını, menfaatinin önünde tutanlar kaldı.
Malik bin Avf’ları affedenler kaldı.
“Senin aramızda olman bize yeter, mal mülk gerekmez” diyen Ensar kaldı.
Rabbim bizi, varlıkla imtihanı kazananlardan eylesin. Vehn hastalığına yakalanmayan, davet yolunda dökülmeyenlerden eylesin.
Amin.