İMBİK- Evliyâ Çelebi Aramızda

Evet! Aranızdayım! Yüzyıllar sonra memalikimizin umumi manzarası hakkında sizlere hislerimi ileteceğim. Bakalım neler değişmiş. Neler olmuş neler bitmiş. Sizlerle bizler arasında ne gibi farklar tekevvün etmiş, beraberce ele alalım.
Ben ki Evliyâ Çelebi, hayat hikayemi arz etmeyeceğim. Lakin benim birçok memaliki seyrüsefer eylediğimi bilmenizi istirham ediyorum.
Görüyorum ki, Osmanlı beldelerinin yerlerinde yerler esiyor. Maalesef parçalana parçalana saksıya girebilecek topraklarla Osmanlı mülküne memleketler kurulmuş. Her biri dertli, devaya muhtaç. Her biri, aç bî ilaç. Her bir İslâm memleketi bir diğerine kin besler hale gelmiş. Karmakarışık bir âlemin fertleri olmuşsunuz. Kendi kendinize karar veremez hale gelmişsiniz. Vah ki ne vah!
İstima ettiğime nazaran, ecnebilerden azgınlık ve tuğyanda önde gelen, dünya insanlığına kan kusturan Amerika deyu bir devlet-i nâvefa türemiş. Zulüm mevzuunda bir benzeri yok imiş. İsrail deyu kendine benzeyen şımarık bir devletçüğü de sıvazlarmış. Bu ikisi ve memalik-i garp bir araya gelüp zalimliği kimselere bırakmazlar imiş. Diğer zaviyeden bunların insanlığa numune olabilecek tek hasleti zevk ve eğlence imiş. Bilirsiniz bu da bize göre numune addedilmez.
“İzakanel vadi haliyen tekunussalebü valiyen” atasözü hakikat olmuş, bu düvel-i bî huzur, vadiyi boş bulan tilki gibi dünyaya vali olduklarını sık sık tekrar edermiş. Acaip ve garaiptendir, bu Amerika denilen devlete karşı gelecek babayiğitler de ortalıkta gezinemezmiş. Kaht-ı rical var dimek ki. Malum dir ki, mevzu-ı bahis ettiğimiz devlet ve dahi devletçükler kan üzerine kurulmuş. O arazideki yerli kimesneleri yaşadıkları arazilerden tıraş etmişler. Bizim asrımızın bilmediği patates, domates gibi sizin sevdiğiniz sebzelerin kısm-ı ekseriyeti bu Amerika topraklarından dünyaya yayılsa da, bu kıtayı buldum diye canilerin ayaklarının altına seren kim ise burnu yerlerde sürünsün! Ah! ah! Kanuni Sultan Süleyman gibi bir merd-i millet yanınızda olsaydı, o Amerika’nın reisi, Biden denilen gafil padişahımızın adını duyar duymaz bile Fransız dedeleri gibi, dururken tir tir titreyen bülbül-i azer olurlardı.
Şahsıma isal edilen muhaberata göre, çevreyi mahvetmişsiniz. Bizim asrımızda Samsun’dan ağaca çıkan bir yavru sincap Antalya’nın Kepez ormanlarına kadar hiç toprağa basmadan yolculuk ederdi. Benim bu kavlimi mübalağalı addedenler, Samsun’dan Kepez ormanlarına kadar hiçbir sincap göremeyince oturup ağlasınlar.
Şuna şaşırıyorum, temizlemek için bir kese altın (Günümüzde altınla alışveriş yapılmadığını üstad bilmiyor) vererek satın aldığınız kireç gibi bir nevi sabun (deterjan) ile esbab yıkıyormuşsunuz. Lakin bu sabun çeşidinin çevreyi kirlettiğini âlimler (bilim adamları) ilan ediyorlarmış. Bu nasıl perhiz, nasıl lahana turşusu! Temizleyen nasıl kirletir? Kim icad etti bunu?
Ozon tabakasını delmişsiniz. Nasıl becerdiniz? Hangi makineyle yaptınız bu işi? Kocaman gökyüzü nasıl delinir anlayamadım!
Bu fakirin seyrüsefer eylediği eyaletlere, vilayetlere merak sarıyorsanız, Seyahatname’ye bir bakın. O zamanlar şehirler, temiz havası, buz gibi suları, cennet bağçeleri ile sürur-ı hayat bahşeden yerlerdi. Mesela şimdilerde betonların arasında akciğer yetmezliği ile suni solunum yapar durumdaki Bursa’da 47.000 bahçe kaydını hiçbir rüşvet vermeden tapu dairesinden öğrenmiştim. Kayseri’de sular her evin bahçesinden akardı. Ey kâri! Şehirlerin nerelere kurulduğunu birazcık incelersen; biz ecdadın hangi temel unsurlara dayanarak şehirler bina ettiğimizi eyi anlarsın.
Asrımızda da ufak tefek mevsim değişikliklerine şahit olurduk. Amma velakin sizlerin müşteki olduğu kadar olmadı hiç. Erciyes’te, temmuz ayında kar görmek nerdeyse nâ mümkün olmuş. Sular çekilmekteymiş. Göllerin yatağında inekler top oynuyormuş. (Üstat Çelebi, TV reklamlarını gördü galiba.) Kırlangıçlar, leylekler gelmez olmuş yurtlarınıza. Buğday olmazmış tarlalarınızda. Meyveler erkenden kururmuş. Sizler “küresel ısınma” dimekteymişsiniz bütün bu belalara. Oysa Hak Teâlâ’nın sözlerine ehemmiyet vermediğinizden olmuyor mu bu musibetler. Ben biliyorum, siz de bilin ki, yüz yıllar öncesinden “Karada ve denizde insan eliyle bozulma başladı.” (Âyet-i Celile)
Erzurum’da damdan dama atlarken donup kalan, sekiz ay sonra yaz geldiğinde buzları çözülen kedi hikayesini Seyahatname’den okudunuz. Zamanınızda böyle hikayeler ya da fıkralar duyuyor musunuz? Böyle vakıalar hakikat olmuyor değil mi?
Bu cümel-i hakikatleri kıraet eylediğinizde Evliya dölek konuşuyor, bırakın onun zamanını, 20-30 sene evvelinde gördüğümüz yaşadığımız iklim zenginliklerini bile görmüyoruz, dediğinizi istima eder gibiyim. Hele hele kavunu karpuzu sevenlere Sapanca gölünün kenarında yetişen kavunlardan, karpuzlardan bahsetmeye kalksam ağızlarının sularından her tarafı sel alıyor zannedip; küresel ısınmayı falan unuturlar.
Ey evlad-ı ecdad! Elinizdeki nimetlerin kadrü kıymetini iyi bilin. Nimetler kemal-i şükürle devam eder. Yoksa ah vah etmenin kimseye faydası olmaz. Yoksa bir balıkla fotoğraf çektirip; torunlarınıza: “Evladım, bu gördüğün balık diye bir hayvandır. Bir zamanlar, göllerde, ırmaklarda, bunlardan gani gani vardı. Çok lezzetli idi. Yerdik, açlığımızı giderirdik, lezzetlenirdik. Ancak kıymetini bilemedik. Şükürsüzlüğümüz, alıp götürdü bu varlıkları.” demek zorunda kalacaksınız.
Hırs, tarihin her döneminde insanlığın baş belası olmuştur. Hırsın her çeşidi böyledir. Son asırlarda insanın insana olan mal ve menfaat elde etme hırsı yanında, insanın elde etme hırsı tabiata daha çok yönelmiş durumda. Geçenlerde Muşkara yöresinde ahbaplarla tenezzüh ederken oradan birileri, Muşkara’nın Melagobi taraflarında fazla gübrelemeden ve sulamadan ötürü arazinin illetli hale gelmesinden müşteki oldular. İçimde o ses gene yankı yaptı: HIRS…
Sizler, çürümeyen koşetler (poşet olacak)le emtia taşıyarak tabiata bu koşetleri atıyormuşsunuz. Fakat ecnebi memleketlerinde bu koşetleri istimal etmek çoktandır gayr-i kabil ilan edilmiş. Size ne oluyor ki hala istimal edersiz?
Dar-ı istirahatgahlarınızda kullanılan emtia da teğayyür eylemiş. Küp küpecik istimal edilmez olmuş. Bunların yerine “patlak” dediğiniz bidonlar kullanır olmuşsunuz. Lakin bu patlaklara nasıl pekmez falan koyuyorsunuz! Akmıyor mu?
Şükürden bahsetmiştik, şükran duygularına da değinelim. Kişiler arasında şükran duygularının azaldığını sizler de söylüyorsunuz. Öncelikle şükre-şükrana layık olan Yüce Allah’tır. Ben Karadeniz’de seyahat ederken hasıl olan fırtınada bir tahta parçası üzerinde üç gün üç gece geçirdikten sonra, kurtulup Gülgara Sultan zaviyesine giderek orada on gece kendimden geçmişçesine yarı baygın yatmışım. İyileşince şükran olarak 10 hatim indirdim. Bizler arasında en önemli şükür nişanesi, Kur’an tilavet etmek idi. Sizler bu mevzuda neler hissedersiniz bilemem. Velakin şükr ve hamd yerine sebepleri zikretmek aranızda ayyuka çıkmış gibi. Duayı unutmamak elzemdir. Dua olmadan hiçbir şey olmaz. Sizler kahir ekseriyetle birçok şeyi teknoloji ve başka vesaitle elde ediyorsunuz diye duayı ihmal etmemelisiniz. Duanız olmasa ne işe yaradınız?