Back to Anatolia

– Bir
Cinler gölgesinde güreşirken yiğitler
Elbise sıyrıldı tenden
Ve meyve dalından koptu çoktandır
Hakikat can buldu bir ölü tende
Bir korku içinde buldum kendimi
Sevmek ihtimali bir düğüm olmuştu benzimde
Şayet bir şivekar gelse belki çelerdi aklımı
İhtilal kumandanı gezer dururken hayaller içinde
Kim bilir bir şivekar altıdan fazla renk değiştirir
Yine de kin kusardı buruk yüreğim bütün cesametiyle
Cehennemler boğuşurken ruhumda ve tenimde
İçim götürmez kıyıdan köşeden uydurma sevileri
Nasıl inançları var bu vicdanı müslimlerin
Gözlerindeki ışıkla ateş saçarak dört nala
Koşan at ve ad sahipleri neredeler
Kim bunlar ki ne toy ne tamu bilirler
Bugün yaşamak için erken
Yarınsa çok geç yakalamak için
Yaşamak sanrısının devinimini
Her ne kadar yol aynı idiyse de
Ne seni ulaştırır ne bizi aynı menzile
Bugün idrakler boğan bilmek vebası
İnsanoğlunu en güvendiği (z)anda vuracak
Bitmez cümlelerim de amalar ve çünküler
Bakışlarımla seçerim nankör bitkinliğini gençlik çağının
Ve ben ki körüm belki
Beklemek ve seyretmek bilirim yalnızca
Ayrılıktan bir kısım ölümden bir parça
Beklemek ne ağır yük bu kör çağda
Ve açım ki yüzlerce yıl ve üç güzdür
Fakat ne iştah ne de iştiyakım var
Bense beklemek biliyorum yalnızca
Ve tüm kinim üzerinde bu bekleyişin
Ayrılıktan bir kısım ölümden bir parça
– İki
Ardı sıra patlayan
Kahkahalardan kalan tebessüm
Acı bir tat yüzümde
Ahmak sefirler söyleyin komik olan ne
Mızraklanan yorgunluğum
Ve tükenmiş tahammülüm
Yağmur sesinden çiçek
Yar göğsünde endişe
Kuş dilinden zarafeti nihayetsiz neşe
Dilim varmaz ki daha anlatmaya
Onu aşikâr edecek söz
Sanki beni kahredecek
Ellerimi titretir çakar şakaklarımda
Kanatların kadar gizlisin sen
Mavi göğün alnında
Sokak sokak ararken seni sis şehri altında
Sen gizli bir hazinesin Isar nehri kıyılarında
Orta Asya’dan Roma’ya
Gönderde Hilâl kadar güzelsin sen
Bir ben kadar yoktu ki bahtım
Ne bir iz olup ne bir buse
Çehrenin sol yanına konamadım
Azad edilse de kaygılardan sadrım
Gelişi yorgun belkilerle sarılı
Bekleyişi ruhumun
Her seyredişinde kendini
Ben olsaydım
Kamçılanıyor sancısı sürgünümün
Uçlarıyla doğan güneş saçlarının
Soğuk mu sıcak mı bilmiyorum
Yüzlerce yıl ve üç güzdür
Yok baharı gönlümün
Mevsim nedir bilmiyorum
Gurbetim İsfahan’dan uzar Isar nehrine
Belki kuşlar dinler türküsünü o gözel bülbülün
Ey yitik nâmesi gönlümün
Pas tutmaz tının ve sen
Kimseler bilmez bir esmer incisin
Sorma bana kimsin diye
Unutulmuş her türküden bir nağmeyim ben
Sen ki kaybından başka
En berrak aynasın gördüğüm
Ah bitseydi gönlünde efsunu
Damar damar şu harlı narın
Ve arınsaydın zehrinden ey müftedi
Gününe doğan güneş ben olsaydım
Zannım üzere yazdığım bu şiir
Ey garip sevinci afallamış halimin
Şimdi hangi uzak yerlerdesin
Ey kayıp şansölyesi ketum sokakların
Öyle bir hâle inkılap etsin ki
Mevcudiyete inanç ve iştiyakın
Olsun da vesikalar uykuda bilsin
Ruhun münevver bir sabaha uyansın
– Üç
Mızraklanmasaydı yorgunluğum ve eğer
Yüzüm yumuşasaydı kalbim katılaşırdı
Şimdiyse ne yüzüm ne de kalbim yumuşadı
Şayet Çilingir Leyla olsaydı
Ne ruhban ne de insan kalırdı
Hepsi Anu kesilirdi başında sol yanımın
Sahi kim sildi göğsüne çizdiğim çiçekleri
Tozlu ve heybetli göğün
Kursağımda bir sır gibi sakladığım belkiler
Ruhuma yılgınlık bileğime pranga
Şayet bir hakikati olmasa
Dert değil yük değil bilakis
Zuldür yaşamak bugün.
O gün yerin şahitliğinde ben konuşacağım
Ya Rab afalladığım yerde kaldım
Şimdi bin tekrar ne yapsam dedim belki
Ne yapsam Ya Rab göster ki bileyim
Bu inkisar içinde hangi suyun sakası benim
Ne de çok yol var aşina olduğum
Bilmek ve tanımaksa yordu beni
Düştüm bir dara yol belli değil
Ben miyim en zayıf halkası bu bekleyişin
Bir yol ki ne yolcu belli ne menzil
İsfahan’dan Isar’a bir garip yol uzar
Bir sen varsın içimde Çilingir
Bir de garip gurbet var
Yutkundukça kursağıma değen
Bin yabancı yol bir yabancı gurbet var
Aramızda yükü ihtirasların
Yolu ve sürgünü yaşamanın yalanların
İçimiz soğuk almadan sahte tebessümlerle
Hiçbiri olmadan bunların bir sen bir ben
En çok aya ve göğe bakmayı seven ben
İsler kokusu içinde ararken
Seni bir gece vakti
İsim arayıp sana onlarcası içinden
Sana yine seni seçtim bir gece vakti
Kendi sinemde kurudu benim çiçeğim
Ey genç kadın bir pergel ve cetvel arasında
Hiç olan gençliğin
Hep Yarası kalacak baharımın
Bir yarım hesap müflisler takıntısı üzere kurulu
Sözcüklerin ile işittiğim tıkırtısı yaşamın
Her hatrıma gelişinde kursağıma bir ah otururdu
Artıkla başlayan cümleler öyle ki
Susuyor olmak kadar engebelidir
– Dört
Ve bir Güz mevsimi birden doğdu bekleyişin
Alışılmadık bahar bilinmedik bir çiçeksin sen
Gönderde Hilâl Kaşgar’da istiklâl kadar güzelsin sen
Ey müftedi bir sır olup kaldın
Bu şiir kör düzenden
Münevver karmaşaya davettir
Turnalardan güzel Anka’dan gizli
Yorulmuş yıkılmış burcu kalbimin
Terk et sol yanımdaki şu yosunlu evi
Ey kayıp şansölyesi yabancı yağmurların
Bir giz olup kaldın Isar kıyılarında
Bir vardın bir yardın uçsuz bucaksız
Sen ki zamanın akışında kör nokta
Her neredeysen bana ücrasın
Yutkunduğum feryat mevcudiyete ahım
Birer yük üzerimde
Uzandığım yerde kısa kalırdı kolum
Bir yağmurum ben en yabancı hali ile
üç semazene ve sana
Elveda ettiğin yer afallayıp kaldığım yerdir
Öyle ki gemi enkazında servi
yıkılmış sokakların buruk gölgesi
ve her ceylan fark etmeksizin göğsünde taşır
Sahipli sahipsiz yüklenebildiği bir şiiri
Sessiz sahipsiz korulara asılı bir çift mor takı
Çilingir
İçimdeki bu boşluğun adıdır Çilingir
Mecburiyetini yitirmiş bir kalp gibi
Korkunç ve acıklı halim
Bitmek bilmez bir sancı
Kanlı feryatlarla bezeli ahım
Bir gün gibi fecrinde sabahın
Ben seni yalnızlığa iten
Özgürlüğe düşmanım
Bu sefer ben değilim bülbül
Feryadım yutkunduğum ahtadır
Haber etmeye ne gerek Çilingir
Elbet bizi de bir işiten vardır
Biliyorum ki söylemekten kaçınmadığım
Bunca söz dahi günahsız değil
Ne bu ev senin ne bu sandık
Söylesene Çilingir
Bu karmaşanın hangi köşesi senindir
Anlaşılmak artık mühim bir hadise değil
İdraklerin zan ile yoğrulduğu bir zaman
Bu heves Anlatmaktan da abes kalır
Dinle gör ve konuş
Şayet yaşamak tiksinç bir hiçlik değilse
Cüretkar sözlerim savaş değil iyiliğe hevestir
Bir selamdır vermeni bekliyorum ki nicedir
Bu şiir ne Sezar anlatır ne karar
Olsa olsa taşralı bir vedadır
– Beş
Fırat’ta çağlayan sancım
Sinasos’ta yıktı bendini
Gurbetim gittiğin yerdir
Ayakları toprağı seninle ezer
Memleketim
Göğünde Hilâl gördüğüm her yerdir
Ben bir aşık değilim
Bu o kadar ucuz değil
Güzelsin ki sen en az
Gecenin gizi kadar
Masumiyetini yitiren gözler
Birer yük üzerimde
Sen ki talan olmuş bahçemde
Kan kadar güzeldin bülbül göğsünde
Merhamet et Ya Rabbel alemin
Özgürlüğüm işgal altındadır
Erişemez hüviyetine
İstikbalim tutsak yüz dört yıldır
Yitirip mecburiyetlerini
Yük etme şu kalbi üzerime
Yoluna ilet beni ve sızımı dindir
Kahrolsun sefil esareti
Ve nankör bitkinliği gençlik çağının
Anlattığım bu ruh tutuşturucu yalgın
Öfkemin dizginidir bense suskunum
Yalnızca kısa kaldığı yerde kolumun
Beni de öğütmesin diye
Kabuk bağlamamış yaram
Halbuki onurlu öfkemle mağrurum
Bu topraklar yanılgılarıyla meşhurdur
Küçük balığın zaferi
Burada yayılır ve yükselir
İnsanlardan semaya
Cesamet işte bu yüzden değersiz ve lanetli
Ne yüzüm yatıştırır ne de kalbim
Suskun ve mahcup öfkemi
Neredeler
Gözlerindeki ışıkla ateş saçarak dört nala
Koşan at ve ad sahipleri neredeler