KAPAK- Söz Uçar Amel Kalır

Yüce Rabbimiz, öncelikle mesajını son haliyle insanlığa göndermek için son peygamberini seçti. Sonra O’nun aracılığıyla son kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. Burada asıl olan mesajdı. Hedef kitlesi insandı. Peygamber o mesajı insanlığa ulaştıracak olan elçiydi, aracıydı. Ancak bu mesajın en etkin bir şekilde insanlığa ulaşması, sirayet etmesi çok önemliydi ve elçinin buna uygun vasıfları taşıması lazımdı. İşte bu elçi, vasıflarından dolayı övülmüş, bu sebeple de seçilmiş olan Hz. Muhammed Mustafa (as) idi.
Allah Teâlâ, peygamberimiz tarafından insanlara ulaştırılması için Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. Yine bu Kur’an’da O’nun vasıflarından bahsetti. Tevhit inancından uzaklaşmış ve çeşitli sapkınlıkların esiri olmuş insanlara Allah’ın mesajını ulaştırmak, tebliğ etmek, davet etmek gibi çok zor bir görevi yerine getirmek için gerekli olan bu vasıfların sayısı bir hayli fazladır. Ancak biz O’nu, aşağıdaki ayette geçen birkaç vasfı üzerinden anlatmaya ve O’nun bu vasıflarla bize numune-i imtisal oluşunu ortaya koymaya çalışacağız.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, son elçisinin sahip olduğu bazı vasıfları şu şekilde zikretmektedir: “Ey peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı ve kendi izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45-46)
Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki Rabbimiz, resulünü tanık olarak göndermiştir (Ahzab, 33/45). Tanık, şahit demektir. İmam Mevdudî’nin ifade ettiği gibi Peygamberimiz dünyada sözlü ve amelî şahitlik yapmıştır. Şöyle ki, Allah’ın gönderdiği dinin ilkelerinin hak olduğunu, insanın ferdi ve içtimai alanda ihtiyaç duyduğu her temel konuya çözüm getireceğinin hakikatini korkmadan, çekinmeden ve açıkça ifade ederek sözlü şahitlik yapmıştır. Aynı zamanda sözlü olarak ifade ettiği hakikatlerin pratiğe aktarılası gerekenlerini de en güzel şekilde yaşayarak ve anlattıklarına öncelikle kendisinin inandığını göstererek amelî bir şahitlik yapmıştır. Öte yandan ahirette de kendisine verilen ilahi vazifeyi en güzel şekilde yerine getirdiği hakkında şahitlik edecek ve insanların uydurmak isteyecekleri bahaneleri bertaraf edecek bir şahitlikte bulunacaktır.
Resulullah’ın şahitliği konusunda çok şey söylenmiş, yazılmış, çizilmişse de asıl şu noktaya dikkat çekmek gerekir. Nasıl dünyada şahitlik yapacak kimse için güvenilir kimseler referans oluyorsa, Efendimizin şahitlik yapacağının referansı da Allah’tır. Yani hakkıyla şahitlik yapacağı konusunda O’nu tezkiye eden, şahit tutan Allah’tır. O, veda hutbesinin sonunda, dünyada yaptığı şahitliği, zamanın mü’minleri nezdinde teyit etmiş ve ahirette yapacağı şahitliğin de yine zamanın mü’minleri karşısında adeta küçük bir provasını yapmıştır. Nitekim Resulullah veda hutbesini şöyle bitirmektedir:
“İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu; Şahit ol Ya Rabb! Şahit ol Ya Rabb! Şahit ol Ya Rabb!”
İnsan, Allah’ın dinine girip girmeme, O’nun emirlerini yerine getirip getirmeme ve nehiylerine riayet edip etmeme konusunda kararını olumlu ya da olumsuz verebilen irade sahibi bir varlıktır. Bu iradesi sebebiyle tercih ettiği seçeneğin karşılığını da hak etmiş olmaktadır. O’nun talimatı doğrultusunda hareket etmesi karşılığında mükâfat, aksi durumda ceza ile mukabele görmesi de normal bir sonuçtur. Bunun için Rabbimiz, Peygamber Efendimizi, Allah’a kul olanı müjdeleyici (mübeşşir), O’na asi olanı da uyarıcı (nezir) olarak göndermiştir. (Ahzab, 33/45)
Ahzab suresinin 46. ayetinde ise Efendimizin başka bir özelliği zikredilmiş ve O’nun Allah’ın izniyle, bir başka ifadeyle O’nun yetkilendirmesiyle “Allah’a davet edici” olduğu belirtilmiştir. Bu durum, O’nun davetinin meşruiyetini ve kaynağını Allah’tan aldığını göstermektedir. Bu davetini yaparken de insanların akılla, kıyasla ve mantıkla çözemeyeceği “Allah, varlık, başlangıç ve son (mebde’ ve meâd), ruh, ahiret, ibadetler, helaller ve haramlar” gibi meselelerde aydınlatıcı bir ışık (Ahzab, 33/46) vazifesi görmüştür.
Bu iki ayet, Efendimizin sadece birkaç vasfını zikretmektedir. Peygamber Efendimizin değeri zaten bellidir. O’nun değerini takdir eden Allah’tır ve O’nun vasıflarını övgüyle kendi kitabında zikreden de O’dur. Önemli olan, Kur’an’da zikredilen peygamber vasıflarının bizim için ne ifade ettiği ve onları nasıl anlamamız gerektiğidir.
Resul-i Ekrem Efendimizin Ahzab suresi 45 ve 46. ayetlerinde geçen ve diğer ayetlerde zikredilen vasıfları bizim için iki yönlü bir anlam taşır. Bunlardan birincisi O’nun Allah katında ne kadar değerli olduğudur. Allah katında değerli olan, bizim için de değerli ve o derece itaat etmeye değerdir. İkincisi ise O’nun bu vasıflarının bize örneklik teşkil etmesi gerektiğidir. Yani O’nun vasıfları, bir anlamda ümmeti olmamız hasebiyle örnek almamız gereken ve hayatımıza tatbik etmemiz icap eden vasıflardır.
Bu noktada ve bu ayetler özelinde Peygamber Efendimizin örnekliği ve bizim bu örnekliği hayatımıza tatbik etmemiz konusu üzerinde biraz durmamız faydalı olacaktır.
Herhangi bir dini, inancı ve ideolojiyi benimsemesi için insanoğlu, teorik bilgilerle donatılabilir, onlar hakkında bilgi sahibi kılınabilir ve bunun sonuncunda o din, inanç ve ideolojiye mensubiyeti gerçekleştirilebilir. Ama hiçbir teorik bilgi, canlı bir örnek ve numune-i imtisal kadar etkili olamaz. Diğer bir ifadeyle o din, inanç ve ideolojinin gereklerini samimi bir şekilde uygulayan kişi insanlar üzerinde daha derin bir tesir gücüne sahiptir.
Teorik bilgi, adı üstünde bilgilendirme amacı güder. Bu bilginin pratiğe dökülmesi, hayata aktarılması ve ete-kemiğe büründürülmesi ise bu bilginin tabii bir uzantısıdır. Bilginin gereğini yerine getirmek bir samimiyetin göstergesidir. İnsanları etkileyen şey ise tam da budur. Burada bir tutarlılık söz konusudur. Yani inanılan şeyin gereği tam bir samimiyetle yerine getiriliyorsa bu dürüstlük ve tutarlılık göstergesi insanları derinden etkileyebilmektedir. Ya da bilginin gereği yerine getirilmiyorsa burada da bir dürüst olmama hali söz konusudur. Bu durum da insanları olumsuz etkileyebilmektedir. Zira iyi temsil edilen bir batıl, kötü temsil edilen bir haktan daha fazla etkileyebilmektedir insanları.
Yüce Allah (cc), insanoğlunun bu yapısını bildiği için ona sadece bilgiyi yani kutsal kitabı göndermekle yetinmemiş, o bilgiyi/kutsal kitabı bilgi olarak aktarması yanında özellikle bilginin gereğini yerine getirerek hayata taşıması, adeta bilgiyi ete-kemiğe büründürmesi için Peygamberler de göndermiştir.
Bunu İslam’a uyarlayacak olursak, yüce Rabbimiz insanlığa, İslam’ın teorik bilgisini yani Kur’an-ı Kerim’i yalnız indirmemiş, onu en tabii şekliyle yaşayıp insanlık âlemine en güzel şekilde örnek bir hayatla sunan son peygamber Hz. Muhammed (as) aracılığıyla göndermiştir. O’nun bu örnek oluş haline de yine Kur’an şu şekilde vurgu yapmıştır:
“Şüphesiz Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için en güzel örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)
Peygamber Efendimizin vasıflarını bize anlatan ve onlardan övgüyle bahseden ayetleri (Mesela Ahzab 33/45-46) bu ayetin bağlamında düşündüğümüzde şunu ifade edebiliriz: Allah resulünün üstün kişiliğini ve karakterini şekillendirilen bu vasıflar sizin için örneklik teşkil etmelidir. Bu vasıflarla hem peygamberi tanımalı hem de bu vasıfların gerektirdiği pratikleri hayatınıza tatbik etmelisiniz. Mesela o tanık/şahit ise siz de sözlerinizle ve amellerinizle İslam’ın hakikatlerine şahitlik edin. O müjdeci, uyarıcı ve Allah’ın izniyle O’na davet edici ise siz de Hakk’a tabi olanı müjdeleyici ve Hakk’a asi olanı da uyarıcı olarak davetinizde daim olun. Bu daveti yaparken de hakikatin insanlar nazarında muğlak kalan ya da özellikle İslam’ın örgütlü düşmanları tarafından bilerek muğlaklaştırılmaya çalışılan taraflarını aydınlatan birer ışık kaynağı olun.
Hâsılı, mensubu olduğumuz dinin teorisini bilmemizin yanında pratiğini hayata aktarmamız, Resulullah’ın Kur’an’da zikredilen vasıflarını en güzel şekilde temsil etmemiz, Allah’ın kulu ve Peygamber Efendimizin ümmeti olmanın gereğidir. Her zaman olduğu gibi özellikle zamanımızda buna çok ihtiyaç var. Zira insanların söze doyduğu bu zamanda gözler, amelleriyle hakikati temsil eden yiğitleri aramaktadır.