İMBİK- Olan Oldu

İMBİK- Olan Oldu

Dostum sen de sık sık soruyorsun, bize ne oldu diye. Aslında bize hiçbir şey olmadı. Yaşadıklarımızda bir anormallik yok. Biz sünnetullah’ın dışına çıkamayız. Biz kimiz ki, Allah’ın kanunları dışında bir uygulamayı tercih etmiş olalım. Biz kimiz ki, Allah’ın kaderinden sapmış olalım. Bizler de binlerce yıldır dünya yüzeyinde arz-ı endam etmiş nice toplumların yaşadıklarını yaşıyoruz. Bizim de yaptığımız farklı bir şey yok. Yaşadıklarımızın tarihin hangi döneminde yaşandığını bulmak oldukça kolay. Hatta hatta kullandığın akıllı telefonun, uygulamalar bölümünden, bilmem hangi programdan giriş yaparsan, tarihte hangi topluma benzediğimizi hemen tespit edebilirsin, ayrıcalığımız yok geçmiş milletlerden. Onlar değişim, başkalaşım kanunlarına karşı koyamadılar; biz de Allah’ın kurallarına karşı çıkamazdık elbette. Bir toplum iyi ya da kötü kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez, ilahi kuralının dışında kalmadık ve değişmeye yüz tuttuk. Onlar da bizim gibi inanmışlar, Allah davasında sabit kalmaya ahdetmişler, sonra muhabbetlerini kaybedip gevşemişlerdi. Senin anlayacağın azizim, bizler de muhabbetimizi kaybetmek üzereyiz. Muhabbet heyelanına yuvarlanmış gibiyiz. Dur hele! İtiraz etme hemen!

 

Aynen şimdi itiraz ettiğin gibi, gençlik yıllarımızda da çok itiraz ederdin. Lakin o zamanlardaki itiraz gerekçen ile şimdilerdeki itiraz gerekçen arasında dağlar kadar fark var. Bir kere mahiyet değişmiş. Hep beraber bir zamanlar dünya Müslümanlarını savunmak için sisteme itiraz ederdik. Mevcut düzenin muhafazakâr uygulamalarına, sen, ben, hepimiz itiraz ederdik. Küfre karşı, bırak itirazı, haykırırdık. Abilerimizin Amerikan konsolosluğunu basmaları ile bütün dünya sistemine itiraz edilmemiş miydi!

Hatırlarsın, sabahlara kadar İslâm’ın derdiyle dertlenirdik. Öğrenci odalarında sabah namazı vaktine kadar lambalar sönmezdi. Gözü dumanlı (sigara henüz haram değildi), kalbi imanlı gençler büyük bir heyecanla kuracakları sistemin neler getireceğini hasretle izah ederdi. Ümmetin meseleleri halifelik tartışmaları bağlamında ele alınırdı. Hatırlarsın, odamızda sobamız bile yoktu. Kış günleri üşümemek için eski yeni üç dört adet pijamayı ve kışlık kazakları kat kat giyip vizeler çalışırdık. Lakin bizi üşütmeyen, birlikteliğimizin ve aynı ülkü etrafında yek vücut olmamızın yegane sebebi olan muhabbetimizdi.

Bizi güldüren ve ağlatan muhabbet idi. Hayallerimizin Evliya Çelebisi idik. Durmadan gezer dolaşırdık. Orta Asya steplerine uğrardık, Endonezya adalarında ömür tüketirdik. Filistin’e varır selam verirdik dostlarımıza. İran’ da gezinirdik bazen, devrimin getirdiklerini ve götürdüklerini görmek için. Afganistan’da gerilla olduğumuzu tasavvur ederdik. Moro’da mücahitlerle hasbihal ederdik. Seyyid Kutub’un mezarını ziyaret ederdik. Abdul Kadir Udeh’in sohbetine katılır, Yusuf el-Karadavi’ye fıkhî sorular sorardık hayalen. Hayallerimiz sükuna ermezdi bir türlü.

“Kitapları kullanıyorsun. Ama bilgi sahibi değilsin. Şimdi bilgiyi bulacaksın. Seni onun yakınına kadar götüreceğim. Senin aradığını içeren bir kitap var. Adı Gariplerin Kitabı. İçinde bu dünyada ve sonrasında bilmek istediğin her şey var. ‘Gariplerin Kitabı mı?’ Hemencecik birçok soruya hazırlandığımı anlayıp elini dudaklarına götürdü. Bulmak ister misin onu?” cümlelerinin sahibi, yazarı, Jan Dallas’ı merak eder, hayali olarak yanına varır, hazırladığı İslâmî Site projesi hakkında bilgi almaya çalışırdık. Bütün bunları yaparken o’na karşı mahcup olurduk. Ne de olsa Osmanlı torunları idik. Laik ve seküler bir devletin vatandaşları olarak o’nun yanına varmak zor geliyordu.

 

Kendi hayallerimizin dışında, ayrıca nereye gidersek gidelim muhabbetin izlerine rastlamak mümkündü. Hangi cemaate misafir olsak muhabbete rastlıyorduk. Ya da muhabbetin ileri aşamaları olan dostluklara şahit olmaktaydık. Muhabbetin bizi ittiği sonuçları yarım asır önceki cemaatlerde de görebiliyorduk. Hemen hepsinde, yakında gelecek bir değişimin müjdesi konuşulurdu. Okul derslerinde devletçi ve bize muhalif bazı hocalarımızın “siz, bırakın düzeni değiştirmeyi ceketinizi bile değiştiremezsiniz” cümleleri ağırımıza giderdi. Lakin şimdi kızma hakkımız yerine; hakkı teslim etme görevimizi yerine getirmekten başka bir şey yapamıyoruz.

Evet aziz dostum, sen de hatırlıyorsun ki, hayallerimizin önceki kaynağı ile şimdiki kaynağı yer değiştirmiş durumdadır. Şimdilerde bizim hayallerimizde yine gezmek var, fakat bir turist gibi gezmeyi hayal etmekteyiz. Hayallerimizi pahalı arabalar süslüyor. Hayallerimizde önceden hiç aklımıza gelmeyen, kovamadığımız bir dolu dünyevi unsur var şimdilerde. Hayallerimizde makam-mevki yokken şimdi hayallerimize taht kurmuş makamlar var. Bir zamanlar eşyanın değeri yokken şimdilerde eşya sayesinde hayaller kurar hale evrildik. Senin anlayacağın, işin içinden sıyrılamayacak kadar karışık hayallerle türbülansa uğramış duygu dünyamız. Bu yüzden muhabbet edemiyoruz. Oturduğumuz zaman doğru düzgün bir konuyu tartışamıyoruz.

Bir zamanlar, muhabbet sayesinde siyasetle iç içe olmuştuk. Lakin politikaya karşıydık. Şimdilerde aşırı bir biçimde politika ile ilgilenip siyaseti unutmamızın temelinde muhabbet yok; tersine maddi menfaatler ve dünyaya bağlılık var.

Evet, seni duyar gibiyim: “Siyaset muhabbet içindi; siyaset olsaydı muhabbet olurdu. Mevcut olsaydı siyaset, insanlar Allah için eğitilirdi. Atları eğiten siyaset neden insanları maddi birer obje haline getirdi?” diyor gibisin.

 

Haklısın. Hatta şunu da ekleyebilirsin:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.