KUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez – ilkadim DergisiKUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez – ilkadim DergisiKUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez – ilkadim DergisiKUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez – ilkadim DergisiKUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez – ilkadim Dergisi

KUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez

KUR’AN İKLİMİ-Allah Kibirli ve Gururlu İnsanları Sevmez

Allah Teâlâ, Nisâ Sûresi 36. âyette şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًا “…Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette sevdiği insanları özellikleriyle birlikte zikrettiği gibi sevmediği insanları da özellikleriyle birlikte zikretmiştir.

Âyetlerde muttakiler[1], muhsinler[2], âdil olanlar[3], sabırlılar[4], Allah’a tevekkül edenler[5], tövbe edenler[6], günahlardan temizlenenler[7] ve Allah yolunda cihad edenler[8] Allah’ın sevdiği kullar olarak zikredilirken; kâfirler[9], zâlimler[10], haddi aşanlar[11], bozgunculuk yapanlar[12], israf edenler[13], şımarıklar[14] ve kibirli/gururlu insanlar da Allah’ın sevmediği kullar arasında zikredilmektedir.[15] Nitekim Yüce Allah, Nisâ, Lokman ve Hadîd sûrelerinde geçen üç âyette kendini beğenen, kibirli ve gururlu insanları sevmediğini açıklamaktadır.[16]

Arapça “kebura” fiil kökünden bir mastar olan kibir kelimesi sözlükte; “büyüklenmek, ululuk ve büyüklük taslamak, böbürlenmek, kendini ulaşılmaz görmek” gibi anlamlara gelmektedir.[17] Kibrin zıddı ise, “alçak gönüllü olmak” anlamına gelen tevazudur. Tekebbür ve istikbâr kelimeleri kibir kelimesi yerine kullanılan kelimelerdir. Kibir insanın kendisini yüksek ve değerli tutması, başkalarından üstün görmesi, başkalarını ise kendisinden aşağı görmesidir. Şeref ve övünme anlamlarında da kullanılmaktadır.[18] Bu manada kibir kelimesi Türkçede gurur kelimesiyle eş anlamlıdır.[19] Kişinin geçici değerlere aldanıp onlarla avunması anlamına gelen gurur, Türkçede “kendini beğenme, böbürlenme” anlamında kullanılmaktadır.

Ucb kelimesi de kibirle eş anlamda kullanılan başka bir kelimedir. Ancak kibir ve ucb kelimeleri arasında nüans farkı vardır. Şöyle ki, kişinin kendini büyük, başkalarını küçük görmesine kibir, başkalarını küçük görmeden kendini ve yaptıklarını beğenerek böbürlenmesine de ucb denir.[20]

Kibir, gurur ve ucb Allah’ın gazabına, insanların hoşnutsuzluğuna sebep olduğu için kişiyi felakete sürükleyen manevî hastalıklar olarak kabul edilmektedir.[21]

İslâm dininde kibirlenmek manevî bir hastalık olarak kabul edilmiş ve haram kılınmıştır. Kibir, insanın Allah’ın rahmetinden kovulmasına ve lânetine sebep olur. Kibirliler ahirette cehenneme girecekler ve büyük bir azaba duçar olacaklardır.

Kibirli ve gururlu insanları Allah asla sevmez. Çünkü kibirli, gururlu insanlar, Allah’a karşı kulluk görevini yapmadığı gibi anne-babası başta olmak üzere çevresindeki akraba, komşu, arkadaş ve dostlarına karşı da görev ve sorumluluklarını yerine getirmezler.[22]

İnsanın kılık kıyafetinin ve eşyalarının güzel olmasını istemesi, bunlarla sevinmesi kibir ve gurur sayılmaz. Nitekim Sahabe-i Kirâm’dan bazıları, Resulullah’a: “Biz elbisemizin güzel olmasını istiyoruz. Kibirlenenler arasında sayılır mıyız?” diye sorduklarında Allah Resulü: “O kibir değil, güzellik sevgisidir.” buyurmuşlardır. Demek ki, güzel şeylere sahip olmayı istemek, mubah olup kibir sayılmaz.[23]

Bid’at ehline, zenginlere ve savaşta düşmanlara karşı kibirli gözükmek câiz görülmüştür. Bu kibir, kendini yüksek görmek için değil, onlara ders vermek ve içine düştükleri gafletten uyarmak içindir.

Kur’ân-ı Kerîm’de kibrin kâfir ve münafıkların özellikleri olduğunu ifade eden birçok âyet vardır. Bu âyetlerden bazıları şöyledir: “İnkâr edenler ateşe arz olunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz.[24], “…And olsun ki onlar kendi benliklerinde kibre kapılmışlar ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir.[25], “Âyetlerimizi yalanlayanlar ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.[26]

Kur’ân-ı Kerîm’e göre kibirlilerin ilk temsilcisi şeytanın atası olan İblis’tir. Zira İblis, Allah Teâlâ’nın secde emrine “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu balçıktan yarattın.[27] demek suretiyle kendisini Hz. Âdem’den üstün görmüş, kibirlenerek Allah’a isyan etmiştir.[28] Böylece Allah’ın lânetine uğrayarak ebedi cehennemlik olmuştur. Demek ki, İblis’in Allah’ın emrine isyan etmesinin sebebi kibridir.

Kibrin zıddı tevazu ise mü’minlerin temel özelliklerindendir. Yüce Allah yukarıda zikrettiğimiz Nisâ sûresi 36. âyette olduğu gibi Nahl sûresi 23. âyette de “…Şüphesiz Allah, kibirlileri (büyüklük taslayanları) sevmez.[29] buyrularak kibirli insanları Allah Teâlâ’nın sevmediği açıkça ifade edilmektedir.

Allah Teâlâ, kendini beğenen, sahip olduğu imkânlarla övünen, insanlara tepeden bakıp onları hakir gören kibirli insanları sevmez. Zira onlar kibirleri sebebi ile Allah’ın lânetini hak etmişlerdir. Nitekim onlara hesap gününde şöyle hitap edilecektir: “Cehennemin kapılarından girin. Orada ebedî kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür![30]

Kibrin Çeşitleri

Kibri yapıldığı yere göre; Allah’a karşı kibir, peygamberlere karşı kibir, insanlara karşı kibir olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. Bunları kısaca açıklayacak olursak:

1. Allah’a Karşı Kibir

Kibrin en aşırı ve çirkin olanı Allah’a karşı kibirdir. Bunun sebebi câhillik ve azgınlıktır. Nemrud ve Firavun’un kibrini bu çeşit kibre örnek olarak verebiliriz. Allah’a kulluk etmeyen ve kendilerini ilâh yerine koyan bu insanlar çevrelerindeki insanlara da “ben sizin en yüce Rabbinizim.[31] demek suretiyle azgınlıklarını ortaya koymuşlardır.[32]

İnsanın malı, serveti ne kadar çok olursa olsun makamı, mevkii ve rütbesi ne kadar yüksek olursa olsun Allah’a kulluğu terk etmesi doğru değildir. Yüce Allah bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Ne Mesih, Allah’a kul olmaktan çekinir ne de (Allah’a) yakın melekler. Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzurunda toplayacaktır.[33], “Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.[34] Allah’a kulluğu terk edenler kibir ve gururlarına karşılık en büyük ceza olarak cehenneme atılacaklardır.[35] Kibir ve gurur, bütün inkârcıların ortak özelliklerindendir.

2. Peygamberlere Karşı Kibir

İnsanlık tarihi boyunca birçok insan, kendileri gibi bir insan oldukları için gönderilen peygamberlere itaate tenezzül etmeyerek onlara iman etmemişlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm onların peygamberlere karşı başkaldırma sözlerini âyetlerde şöyle haber vermektedir: “Siz de bizim gibi birer insansınız.[36], Bizim gibi iki insan (olan şu adamlar)a inanır mıyız hiç?[37] Bu kibir çeşidi de Allah’a karşı kibre yakın bir kibirdir. Çünkü bu başkaldırı neticesinde Allah’ın emirlerini kabul etmediğini vurgulamaktadır.[38]

3. İnsanlara Karşı Kibir

İnsanın kendisini başkalarından üstün görmesi, başkalarını kendisinden aşağı görerek onlara itaate tenezzül etmemesidir. Bu çeşit kibir her ne kadar birinci ve ikinci çeşit kibirden daha hafif olsa da büyük bir günah olup başkalarının hakkını gasp etmeye götürür. Ululuk ve büyüklenme hiçbir şeye muhtaç olamayan Allah’ın hakkıdır. İnsanın varlığı kendisinden olmadığı gibi sahip olduğu her şey Allah’ın kendisine vermiş olduğu bir emanettir. Dolayısıyla insanın kendine ait olmayan şeylerle övünmesi, gururlanıp kibirlenmesi doğru değildir.

Kibrin Sebepleri

İnsanı kibir ve gurura sevk eden sekiz önemli sebep vardır. Bunlar; zenginlik, makam-mevki, soy-sop, güzellik, beden kuvveti, ilim, ibadet ve akraba çokluğudur.

İnsanın büyüklük taslamasının sebebi diğer insanlara göre sahip olduğu maddî ve manevî üstünlüklerdir. İnsanları kibirlenmeye yönelten sebepleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Zenginlik: İnsanların kibirlenmesine sebep olan şeylerin başında mal, mülk ve servet gelmektedir. Zira insan sahip olduğu servetin süreklilik arz ettiğini zanneder. Hâlbuki insan öldüğü zaman biriktirdiği malı, mülkü mirasçılara kalacaktır. Dünyaya geldiği gibi çıplak olarak dünyadan göçüp gidecektir.[39]And olsun, sizi ilk yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve (dünyada) size verip hayaline daldırdığımız şeyleri arkanızda bıraktınız.[40]

İnsanın bir gün elinden çıkacak olan fâni servetine güvenerek asla gurur ve kibre yönelmemesi gerekir. Zira malın mülkün gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Kârûn büyük bir servete sahipti ancak malı mülkü ona hiçbir fayda sağlamadı, kahrolup gitti. Fâni olan mal-mülkle kibirlenmek çok çirkindir.[41]

2. Makam-Mevki: İnsanları gurur ve kibre sevk eden başka bir sebep de makam-mevkidir. Makam-mevki gelip geçici olup üstünlük sebebi değildir. Nitekim atalarımız “mahkeme kadıya mülk değildir.” demek suretiyle makam ve mevkiin geçici olduğunu ifade etmişlerdir. Gelip geçici olan makam ve mevki ile insanlara üstünlük taslamak ve kibirlenmek doğru değildir. Firavun, yüksek bir mevki sahibiydi. Ancak o makam ve mevki onu kurtaramadı, helâk oldu gitti.

3. Soy-sop: Kimi insanlar da soy ve sopla övünüp kibirlenerek insanlara üstünlük taslarlar. Soy sopla övünmek ahmaklıktır. Çünkü Hz. Âdem’in oğlu Kâbil ve Hz. Nûh’un oğlu Kenan, peygamber çocukları olmalarına rağmen bu durum onları cehennemlik olmaktan kurtaramamıştır. Dolayısıyla soy sopla övünerek kibirlenmek doğru değildir.

4. Giyim-Kuşam ve Güzellik: Bazı insanlar da giyim-kuşam ve güzellikleriyle övünüp kibirlenirler. Bu türlü kibir, genellikle kadınlar arasında görülür.

Rivâyete göre, Hz. Âişe (r. anha), Safiyye validemiz için ‘kısa boylu kadın’ dediği zaman, Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Âişe’ye: “Gıybet ettin, kibirlendin.” buyurmuş, “Eğer kendin de kısa boylu olmuş olsaydın böyle demezdin.”[42] demiştir.

Güzellik, başkalarını küçük görüp gıybet etmeye ve kibre sebep olmaktadır. Hâlbuki güzellik, kalıcı bir özellik değildir. Gençlik ve güzellik bir gün yok olup gidecektir. Geçici özelliklerle kibirlenmek, ahmaklıktır.

Atalarımız, “Güzelliğinle övünme, bir sivilce yok eder; servetinle övünme, bir kıvılcım yok eder.”[43] demek suretiyle ne kadar doğru söylemişlerdir.

5. Kuvvet: İnsanları kibre sevk eden sebeplerden biri de güç ve kuvvet sahibi olmaktır. Güç ve kuvvet ile övünmek ve kibirlenmek câhilliktir. Çünkü hayvanlar insanlardan daha kuvvetlidirler. Mesela hiçbir insan fil kadar kuvvetli olamaz, kaplan gibi koşamaz ve kuş gibi uçamaz. Hayvanlarda bulunan özelliklerle kibirlenmek doğru değildir.

6. İlim: İnsanı kibre sevk eden sebeplerden biri de ilimdir. Bazı insanlar ilim ve bilgi sahibi olduğu zaman kendisini herkesten üstün görüp kibirlenirler. Başkalarından saygı, sevgi, hürmet ve öncelik beklerler. Hâlbuki insanın ilmi arttıkça kibri değil, tevazuu artmalıdır. Hakiki âlime yakışan da mütevazı olmaktır.

7. İbadet: İnsanı kibre sevk eden başka bir sebep de ibadettir. Çünkü bazı insanlar çok ibadet etmekle ibadetten uzak olan insanlara karşı övünüp kibirlenirler. İbadeti sebebiyle kibirlenmek büyük bir felakettir. Çünkü ibadeti sebebiyle övünmek ve kibirlenmek ibadetin sevabının yok olmasına ve insanın Allah’ın gazabına uğramasına sebep olur. Riya ve gösteriş için yapılan hiçbir ibareti Allah kabul etmez.

8. Akrabaların Çokluğu: İnsanın, çevresinin ve akrabalarının çok olması da kibre sebep olabilir. Şahsiyeti oturmamış insanlar, akrabalarının çokluğunu öne sürerek diğer insanları hakir görüp gururlanır, kibirlenirler. Hâlbuki insanın akrabalarının çokluğu ahirette kendisine hiçbir fayda sağlayamaz.

Kibir öyle bir manevî hastalıktır ki kişiyi bu dünyada mutsuz kıldığı gibi sahibinin ahirette de hüsrana uğrayıp cehenneme girmesine sebep olacaktır.

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız insanı kibre sevk eden bütün üstünlük ölçülerini Kur’ân-ı Kerîm bir çırpıda silip atmış ve üstünlüğün ancak takva ile olabileceğini belirtmiştir.[44]

Kibrin Zararları

Kibir, insanın kendisini yaratan ve sayısız nimetlerle lütufta bulunan Allah’a kulluk görevini terk etmesine ve zamanla firavunlaşmasına sebep olur. Kibirli insan, Allah’ın yasakladığı günahları fütursuzca işlemeye başlar. Kibirli insan, çevresindeki insanları küçük görüp horladığı için onlara karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmez. Onlara karşı haksızlık yapmaya ve zulmetmeye yönelir. Kibir, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma ruhunu yok eder. Böylece insanlar arasında kavga, çekişme ve düşmanlığın artmasına sebep olur. Adaleti ortadan kaldırır.

Kibrin en büyük zararlarından biri de insanlar arasında zulme sebep olmasıdır. Zira zulmün temelinde kibir vardır. Çünkü kibirli insan, çevresindeki insanlara ve onların haklarına önem vermez. Dünyanın merkezine kendini koyar ve her şeyi kendi menfaatine göre değerlendirir. Kibirli insan hak-hukuk tanımaz. Bu da onun birçok kul hakkını ihlâl etmesine sebep olur. Kibirli insanların çoğaldığı bir toplumda zulüm yaygınlaşır, sosyal düzen bozulur ve toplumsal çöküntü meydana gelir. Böylece toplumdaki bütün insanlar zarar görür. [45]

Kibir, insanın haset, riya, su-i zan, gadr, gazap, hıkd, hıyanet, hicr, şematet gibi kalbî hastalıklara maruz kalmasına sebep olur. Bunlar insanı hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğratacak önemli hastalıklardır.

Sevgili Peygamberimiz müminleri bu manevî hastalıklardan kurtulmaya davet etmiştir. Çünkü bu manevî hastalıklar her türlü hayra engeldir. İnsanı ibadetlerden ve salih amel işlemekten alıkoyar.

Allah Resulü, “kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez.”[46] buyurarak müminleri bu kötü huydan sakındırmıştır. Çünkü kibir, hayırlara engel olur. İnsanı Allah’a kulluk ve ibadetten alıkoyar. İnsanda iyilik düşüncesini yok eder. Çevresindeki insanlara haksızlık yapmasına sebep olur. Böylece toplumda haksızlık ve zulüm artar. Kibir, adaleti ortadan kaldırır ve kibrin olduğu yerde insanlar arasında çekişme ve düşmanlık artar. Toplumda sosyal düzen bozulur, huzur kalmaz.

Kibirden Kurtulma Yolları

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insanı kibre götüren sebepler; zenginlik, makam-mevki, soy-sop, güzellik, beden kuvveti, ilim ve ibadettir. Aslında kibre sebep olan bu hususlar gelip geçici şeylerdir. Dolayısıyla insanın kibir ve gururdan kurtulabilmesi için fâni olduğunun idrakinde olması gerekir. Kibirlenmesine sebep olan şeyler de fânidir. Bir gün elinden çıkıp yok olacaktır. İnsan fâni şeylere dayanarak kibirlenmesi, gururlanması asla doğru değildir. O halde insan âciz bir varlık olduğunun idrakine varmalı, sahip olduğu her şeyin kendisine emanet olarak verildiğini bilmeli ve her şeyi gerçek sahibi olan Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmaya gayret etmelidir.

İnsan nefsinde meydana gelen kibir ve gurur hislerine karşı duyarlı olmalı, daima nefsini muhasebe ile kontrol etmelidir. Mazhar olduğu bütün iyilik ve güzellikleri Allah’tan bilmeli, bütün kötülükleri ise nefsinden bilmelidir. Aksi takdirde hemen gurur ve kibre düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.

Konumuzla ilgili çarpıcı bir örnek Kehf Sûresinde şöyle anlatılmaktadır: “Onlara şu iki kişinin halini misal getir. Onlardan birine iki üzüm bağı lütfettik, bağların etrafını hurma ağaçlarıyla donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik. Her iki bağ da meyvesini verdi, hiçbir şeyi eksik bırakmadı. O iki bağın arasında da bir ırmak akıttık. O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona ‘benim malım ve servetim senden çok olduğu gibi, emrimde olan maiyetim, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerdeyim.’ dedi. Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder bir vaziyette bağına girdi ve ‘Zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun, kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam o zaman elbet bundan daha iyi bir âkıbet bulurum.’ Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa: ‘Ne o’ dedi. Yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, sonra seni böyle tam mükemmel bir insan olarak yaratan Rabbini mi inkâr ediyorsun? Fakat Allah benim Rabbimdir ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmam. Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde ‘Maşallah, Allah ne güzel demiş ve yapmış, ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur, demeli değil miydin? Olur ki, Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin bahçene gökten bir âfet indirir de bağın kupkuru toprak kesilir yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin.’ Çok geçmeden serveti kül oldu. Sahibi bu hali görünce bağın çökmüş çardakları karşısında yaptığı masraflarına, harcadığı emeklerine acıyıp avuçlarını ovuşturakaldı. ‘Ah diyordu, n’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olsaydım.’ Hâsılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.[47]

Netice olarak diyebiliriz ki, kibir ve gurur inanan salih bir müminde asla olmaması gereken huylardır. Zira kibir şeytanın özelliklerindendir. İnsan Allah’ın yarattığı âciz bir varlıktır. Sahip olduğu mal-mülk, makam-mevki, sağlık ve sıhhat Yüce Allah’ın kendisine vermiş olduğu birer emanettir. İnsan, fâni bir varlık olduğu gibi sahip olduğu her şey de fânidir. Kimse fâni şeyleri bâki zannedip de kimseye karşı kibir ve gurura kapılmamalıdır.

İnsanın malı-mülkü, makam-mevki, unvanı arttıkça tevazuu artmalıdır. Zira mü’mine yakışan tevazudur. Tevazu sahibi insanı Allah da kulları da sever.

 


[1]     Âl-i İmrân 3/76; et-Tevbe 9/4, 7.

[2]     el-Bakara 2/195; Âl-i İmrân 3/134, 148; el-Mâide, 5/13, 93.

[3]     el-Mâide 5/42; el-Hucurât 49/9; el-Mümtehine 60/8.

[4]     Âl-i İmrân 3/146.

[5]     Âl-i İmrân 3/159.

[6]     el-Bakara 2/222; et-Tevbe 9/108.

[7]     et-Tevbe 9/108; el-Bakara 2/222.

[8]     es-Saf 61/4.

[9]     Âl-i İmrân 3/32; er-Rûm 30/45.

[10]    Âl-i İmrân 3/57, 140; eş-Şûrâ 42/40.

[11]    el-Bakara 2/190; el-Mâide 5/87; el-A’râf 7/55.

[12]    el-Bakara 2/205; el-Mâide 5/64; el-Kasas 28/77.

[13]    el-En’âm 6/141; el-A’râf 7/31.

[14]    el-Kasas 28/76.

[15]    Ayrıntılı bilgi için bk., Soysaldı, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Allah Kimleri Sever Kimleri Sevmez, (İstanbul: Rağbet Yay., 2015),19-155.

[16]    en-Nisâ 4/36; Lokman 31/18; el-Hadîd 57/23.

[17]    İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, 5/125; Isfehânî, Râğıb, el-Müfredât, 697.

[18]    el-Firuzabâdî, Mecduddin Muhammed b. Ya’kub, el-Kâmusu’l-muhît, (Beyrût: Müessesetü’r-risâle, 1994), 602.

[19]    Selâhattin Polat, “Kibir” Md., İslâmî Kavramlar, (Ankara: Sema Yazar Gençlik Vakfı Yay., 1997), 436.

[20]    Mustafa Çağrıcı, “Kibir” Md., TDV İslâm Ansiklopedisi, (Ankara: 2022), 25/562.

[21]    Şâmil İslâm Ansiklopedisi, “Gurur, gururlu Md., 3/47; Mansur Ali Nasıf, et-Tâc el-câmi’ li’lusûl fi ehâdisi’r-rasul, (Beyrût: Dâru ihyâi türâsi’l-Arabî, ts.), 5/31.

[22]    Mehmet Soysaldı, Nisâ Suresi 36. Âyetin Işığında İnsanın Görev ve Sorumlulukları, 2. baskı, (Ankara: 2014), 128.

[23]    Gazâlî, İhya, 3/747; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, ts.), 361-362; http://www.islamahlaki.com/kitap/kotu_ahlak/kibir.htm

[24]    el-Ahkâf 46/20.

[25]    el-Furkan 25/21.

[26]    el-A’raf 7/36.

[27]    el-A’râf 7/12.

[28]    Ateş, İslâm Tasavvufu, 362.

[29]    el-Nahl 16/23.

[30]    el-Mü’min 40/76; en-Nahl 16/29; ez-Zümer 39/72.

[31]    en-Nâziât 79/24.

[32]    Gazâlî, İhyâ, 3/742.

[33]    en-Nisâ 4/172.

[34]    el-Mü’min 40/60.

[35]    Ateş, İslâm Tasavvufu, 361.

[36]    İbrahim 14/10.

[37]    el-Mü’minûn 23/47.

[38]    Gazâlî, İhyâ, 3/742-745.

[39]    Ateş, İslâm Tasavvufu, 363.

[40]    el-En’âm 6/94.

[41]    Soysaldı, Kalbin Manevi Hastalıkları, 196

[42]    Ebû Dâvûd, “Edeb”, 40; Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyame”, 52; Gazâlî, İhyâ, 3/758.

[43]    “Kibir ve Gurur”, Diyanet İlmi Dergisi, (Ankara: 2000), 84.

[44]    el-Hucurât 49/13.

[45]    Polat, “Kibir” Md., İslâmî Kavramlar, 436-437.

[46]    Müslim, “İman”, 39.

[47]    el-Kehf 18/32-43.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.