Âlem-i İslâm’ın Son Halifesi

Âlem-i İslâm’ın Son Halifesi

(Ulu Hakan Sultan Abdûlhamid Han-ı Sânî)

“Abddülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır…”

(Üstad Necip Fazıl Kısakürek)

1876 yılının sonlarına doğru Osmanlı Devleti iyice yorgun düşmüş, adeta dişleri ve pençeleri sökülmüş bir aslan gibiydi. İçeriden ve dışarıdan yapılan saldırılar artmış ve neticesinde de Sultan Abdulaziz Han, hain bir darbe ile önce tahttan indirilmiş daha sonra ise bilekleri kesilerek şehid edilmiştir. Darbeciler emellerine ulaşabilmek için evvela Şehzâde Murad’ı tahta çıkarmışlar lakin öldürülme korkusu ile aklını yitiren Sultan Murad çok geçmeden fetva ile tahttan el çektirilmiştir.

Hal böyle iken 7 Eylül 1876’da Şehzâde Abdülhamid, Osmanlı tahtına çıktı. Evvela hiç istemediği halde darbeci paşalarında zorlaması ile Osmanlı Devleti, Ruslarla çok çetin bir harbe girdi (93 Harbi). Öyle ki Ruslar batı da Yeşilköy’e, doğu da ise Erzurum’a kadar gelmişlerdi. Sultan Abdülhamid, devletin içine sürüklendiği bu felaketi önceden görse de buna mâni olamadı. Zira Mithat Paşa ve avanesi, Ruslarla harp etmek için öyle istekli idi ki Sultan onlara her mâni olaya çalıştığında Sultanı, Rus taraftarlığı ile itham ediyorlardı.

Batı hayranı bu paşalar İngilizlerin kendilerine yardım edeceklerinden öyle emindiler ki devleti nasıl bir uçurumun eşiğine getirdiklerini fark etmemişlerdi. Gerçi onlar için devletin ve milletinde bir önemi yoktu. Adeta gözleri hakikate kör, kulakları ise sağır kesilmişti. İşte İngiliz hayranlığı onları bu noktaya getirmişti. Ruslar neredeyse Payitahtı işgal edecekken savaş yanlısı paşalardan hiçbirisi ortada kalmamış, devleti ve milleti içine soktukları felaket ile baş başa bırakmışlardı.

Sultan Abdülhamid Han ise devletini ve milletini bu durumda bırakamazdı. Evvela Ruslarla olan harbe son vermeli daha sonra ise Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumalı idi. Ulu Hakan’ın dâhiyane siyaseti ile devlet bir felaketin eşiğinden dönmüştü. Rus’u, İngiliz’e boğduran Ulu Hakan Berlin Antlaşması ile Osmanlı’nın 20. Asrın başlarını görebilmesini sağlayacaktı.

Artık devletin dizginlerini ele almıştı. Evvela harp sırasında devleti müşkül vaziyete sokan meclisi kapatmakla başladı işe. Daha sonra ise öyle bir istihbarat örgütü kurdu ki artık devletin sınırları içinde ve dışında olan hiçbir hadise Ulu Hakan’dan habersiz olmuyordu. Mektepler, fabrikalar, demiryolları, üniversiteler ve daha nice şeyler inşa etti. Hicaz Demiryolu ile Mekke’den Payitahta kadar olan yerleri birbirine bağladı. İslam Âlemi üzerinde etkisini kaybetmekte olan Hilafet Makamı’nı yeniden canlandırdı. Artık o sadece Osmanlı Devleti’nin Sultanı değil, cümle İslam Âlemi’nin halifesi idi. Japonya’dan Amerika’ya kadar her nerede bir Müslüman var ise hamisi Sultan Abdülhamid Han’dı.

Rus’lar ve İngiliz’ler arasında daima bir denge siyasetiyle hareket etti. Ne Rusların ne İngilizlerin ve ne de başka bir devletin emri altına girmedi. Osmanlı’yı yeniden Cihan İmparatorluğu yapmak için gecesini gündüzüne kattı. Başardı da. 1897 senesine gelindiğinde Yunanlılarla çıkan harpte Osmanlı Ordusu Atina’ya kadar kovaladı Yunan’ı. Doğu da Hintli Müslümanlarla alakadar olurken aynı anda Çin’de Doğu Türkistan’lı Müslümanlar için Pekin Hamidiye Üniversitesini kurduruyordu. Japonlar ile iletişime geçerken aynı anda İngiltere’de Abdullah Quilliam vasıtasıyla binlerce insanın İslam’ı seçmesini sağlıyordu. Trablusgarp’ta, Fas’ta, Cezayir’de hâsılı cümle Afrika Kıtasında tarikat şeyhleri ve bölgenin ileri gelenleri vasıtasıyla oluşturduğu direniş örgütleri vardı.

Devrinde kimse onun siyasi dehâsıyla başa çıkamıyordu. Hem dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ediyor hem de Yıldız İstihbarat Teşkilatı ile müdahale etmesi gereken yerlere ustaca müdahale ediyordu. Zira Almanya’yı, Almanya yapan Bismark dahi Sultan Abdülhamid Han’a hayranlığını gizleyemiyordu. 2. Wilhelm’in (Alman İmparatoru), Osmanlı ziyareti öncesinde, “Dünya da iki büyük siyaset adamı vardır: Birincisi Bismark (Alman Başbakanı), ikincisi 2. Abdülhamid Han” diyen Bismark dahi Wilhelm’in, Osmanlı ziyaretinden sonra bu sözünün üzerine şöyle diyecektir, “Dünya da iki büyük siyaset adamı vardır: Birincisi Abdülhamid Han, İkincisi Abdülhamid Han.”

Sultan’ı siyasi tertiplerle tahttan indiremeyeceğini anlayan İngilizler son hamlelerini yapacaklardı. Osmanlı Milletini, Osmanlı Hakan’ına karşı kışkırtacaklardı. Zira bu hamlelerinde başarılı da olacaklardı. Ermeni’si, Yahudi’si, Türkçüsü, Masonu, İslamcısı ve daha nicesi Abdülhamid Han’a karşı bir araya gelmişti. Bu kadar benzemezi bir araya getiren Abdülhamid düşmanlığı idi. Zira İngiliz’ler emeline ulaşmıştı. Devleti ve milleti için gecesini gündüzüne katan Sultan’ın en büyük düşmanları kendi açtığı mekteplerden yetişen adamlardı.

Sultan’ı en çok yaralayan ise güya İslam adına hareket ettiklerini söyleyenlerin onu hiç ama hiç anlamayışı olmuştu. Ermenilerin, kızıl sultan demesi onu yaralamamıştı da, Mehmed Akif’in “Kızıl Kâfir” demesi onu yaralamıştı. Bu düşmanlığı öyle ileri götürmüşlerdi ki Mehmed Akif;

“Herifin sofrada şampanyası hâlâ ayran

Bari yirminci asırdan utan artık hayvan”

diyerek içki içmediği için Sultan’a hakaret ediyordu. “Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer” diyerek Abdülhamid Han’ın ölmesini temenni etmekte idi. Zira hakaretler bununla da sınırlı kalmamıştı;

“Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid
Âl-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid;
Ah efendim o ne hayvan, o nasıl merkepti!;
Ah efendim o herif yok mu, kızıl kâfirdi;”[1]

Abdülhamid Han’a etmediği hakaret kalmayan Akif daha durulmamıştı.

“Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e;
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek
Otuz üç yıl bizi korkuttu şeriat diyerek!”[2]

Sormak lazım Sultan Abdülhamid Han, iblisin ruhuna dahi rahmet okutacak ne yapmıştı? Akif’in beraber hareket ettiği masonlardan daha mı kötü idi Sultan Abdülhamid!

Sadece Akif’te değil Said Nursi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Mustafa Sabri Efendi dâhil birçok İslâm Âlimi de Sultan Abdülhamid’e muhalefet etmişlerdi.

Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek için gereken fetvanın müsveddesini Elmalılı Hamdi Yazır (o sırada fetva emini idi) kaleme almıştı. Fetvanın muhtevası günümüz Türkçesi ile şöyle idi:

“Müslümanların imamı olan kimse, bazı önemli şer’î mevzuları şerîat kitaplarından çıkarsa ve bu kitapları yasak etse, yaksa, yırtsa… Devlet hazinesini israf edip şerîata aykırı şekilde harcasa… İdare ettiği kimseleri şer’î sebep olmadan öldürse, hapsetse, sürse, başka türlü zulümleri de âdet edindikten sonra, doğru yola yemin etmişken sözünden dönse… Müslümanların yaşayışını tamamen bozacak şekilde fitne çıkarmakta direnip onları birbirine öldürtse… Buna engel olacak durumdaki Müslümanlar, onun zora dayanan tutumunu ortadan kaldırıp, İslâm memleketlerinin pek çok yerlerinden mezbûrun (adı geçen, sözü edilen) tanınmadığına dair haberler gelmekle yerinde kalmasında zarar ve ayrılışında iyilik olduğu düşünülürse; kendisine imamlık ve sultanlıktan vazgeçme teklif etmek veya hal‘ etmek şekillerinden hangisi erbâb-ı hall ve akd tarafından uygun görülmüşse, bu kararın uygulanması yerinde ve gerekli olur mu?

El-Cevap: Olur.”

Abdestsiz yere dahi basmayan Sultan; Şeriat kitaplarını yakmakla, yırtmakla ve dahi tahrif etmekle suçlanıyordu. Sahih-i Buhari’yi hiçbir ücret almadan basıp halka dağıttıran, Hicaz Demiryolu yapılırken Efendimiz aleyhisselamın mübarek ruhu rahatsız olmasın diyerek Medine’ye yaklaşıldığında raylara keçe döşeten, Efendimiz aleyhisselama hakaret amacıyla yapılan onlarca tiyatro ve girişimi engelleyen Koca Sultan’ı işte bu akla ziyan sözlerle itham ediyorlardı.

Ve nihayet muhaliflerin istediği olmuştu. Sultan Abdülhamid Han’a tahttan hal edildiğini bildirmek üzere bir heyet hazırlandı. Hazırlanan heyette âyandan Arif Hikmet Paşa, Aram Efendi (Ermeni), Esad Paşa (Toptani) ve Selanik Milletvekili (mebus) Emanuel Karasu (Yahudi) bulunuyordu.

33 sene devlete ve millete hizmeti bulunan Ulu Hakan’dan adeta intikam alınıyordu. İslam Halifesine tahttan hal edildiğini bildirmek bir Ermeni ile Yahudi’ye kalmıştı. Grubun başı konumunda ki Esad Paşa, Padişah’a hitaben, “Millet seni azletti.” dedi. Koca Sultan cevaben, “Hangi millet?” diyerek Osmanlı Milletini bu darbenin dışında tutmuştur. Hemen ardı sıra “Müslümanların halifesine tahttan indirildiğini tebliğ edecek başka kimse bulamamışlar mı?” diyerek İttihatçılara da ince bir mesaj göndermiştir.

Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinin hemen ardından (1909-1918) Osmanlı Devleti akılsızca savaşlara sokularak 9 yıl gibi kısa bir süre de birçok toprak kaybedilmiştir. Sultan Abdülhamid Han’ın 33 sene dâhiyane siyasetiyle idare ettiği devleti İttihatçılar 9 sene idare edememişti. Ulu Hakan’a hakaretler yağdıran Mehmed Akif memleketin ateşler içerisinde yanması karşısında feryad ediyordu;

   “Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk
Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!
Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş…
Arnavutluk yanıyor… Hem bu sefer pek müdhiş!
Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu
Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu.
O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği!
O ne tûfan ki: Yakıp yıktı bütün vâdîyi!
Yoklasan külleri, altından, emînim, ancak
Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak!
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti…
Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî!
Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?
“Meşhed”in beynine haç saplanacak mıydı baba!
Bâri bir hâtıra kalsaydı şu toprakta diri…
Yer yarılmış, yere geçmiş, şühedâ türbeleri!”[3]

“kalk, baba kabrinden kalk!” diyerek çaresizliğini dile getirirken, “Üç beyinsiz kafanın derdine..” (Muhtemeldir ki Talat, Enver ve Cemal Paşalardan bahsediyor) diyerek memleketi kimlerin eline teslim ettiklerini çaresizce haykırıyordu.

   “ Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
“Yandık!” diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!”[4]

Sanki bütün bu olanların müsebbibi hâşâ Allah imiş gibi şimdi de Cenab-ı Hakk’ı suçluyor.

   “Mâdâm ki, ey adl-i İlâhî yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!”[5]

Madem yakacaktın yaksaydın a mel’unları tuttun bizi yaktın diyerek hâşâ Allah’ı zalimlikle itham ediyor. Lakin birkaç mısrada da kendi hatalarını dile getirmekten de geri kalmıyor;

“Eyvâh! Beş on kâfirin îmânına kandık;
Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık!”[6]

Son olarak şu mısrayı Akif’e bir cevap olarak bırakıp Akif bahsini kapatalım;

“Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı
Herkesin çektiği kendi işinin cezası”

Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden hemen sonra Balkanlar, Trablusgarp, Arap yarımadası ve dahi Anadolu dışında kalan ne kadar yer var ise elden çıktı. Ulu Hakan 1918’de vefat ettiğinde halk tabutunun peşinde yardım ister gibi koşturuyordu. Zira Sultan Abdülhamid Han’ın tabutunun bile Osmanlı’yı mevcut hükümetten daha iyi idare edeceğini düşünerek;

“Sen değil naaşın hükümdar olsa elyakdır bize

Dönsün etsin Taht-ı Osmaniye tabutun cülus”[7]

diyerek feryat ediyorlardı. Filozof Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid Han’a karşı çıktığı için pişman olarak Sultan Abdülhamid’in ruhundan istimdad adlı şiirini yazarak dönemi en güzel şekilde açıklamıştır.

 

Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?

Feryadım varır mı bârigâhına?

Ölüm uykusundan bir lahza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına.

 

Tahrike yeltenen tac ve tahtını

Denedi bu millet kara bahtını

Sınadı sillenin nerm ü sahtını

Rahmet et sultanım sûz-ı âhına

 

Tarihler ismini andığı zaman

Sana hak verecek ey koca Sultan!

Bizdik utanmadan iftira atan

Asrın en siyâsi padişahına.

 

Padişah hem zalim hem deli dedik,

Îhtilale kıyam etmeli dedik,

Şeytan ne dediyse biz belî dedik,

Çalıştık fitnenin intibahına!…

 

Divane sen değil, meğer bizmişiz

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,

Sade deli değil, edepsizmişiz,

Tükürdük atalar kıblegahına

 

…………………………

Milliyet davası fıska büründü!

Ridâ-yı diyanet yerde süründü!

Türk’ün ruhu zorla asi göründü,

Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına!

 

Sen hafiyelerle dem sürdün ancak

Bunlar her tarafta kurdu salıncak

Eli, yüzü kara bir sürü alçak

Kement attı dehrin mihr ü mâhına!

 

Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin!

Ahiretten bile himmet eylersin.

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefaat kıl şâhım medet hâhına.”

Vesselâm…

 


[1] Mehmed Akif Ersoy

[2] Mehmed Akif Ersoy

[3] Mehmed Akif Ersoy

[4] Mehmed Akif Ersoy

[5] Mehmed Akif Ersoy

[6] Mehmed Akif Ersoy

[7] Ahmet Rasim

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.