CİHAD DERSLERİ- Nerede O Mücâhidler?

Hz. Peygamber efendimiz vefat ettikten sonra Medine’de oturan Müslümanlar, Hz. Ebû Bekir’i halife olarak seçtiler. Seçilen halifeye İslâm devleti içerisindeki bütün Müslümanlar bîat ettiler, yani halifeliğini kabul ettiler. Birinci halife Hz. Ebû Bekir zamanında fetih maksadıyla Arap yarımadasından kuzeye doğru hareket eden İslam ordusu, iki cephede fetih hareketlerini devam ettirdi. Bu iki cephenin biri Irak cephesi, diğeri de Suriye cephesiydi. Irak cephesinde Sâsânî İmparatorluğu’nun askerlerine karşı, Suriye cephesinde de Bizans İmparatorluğu’nun askerlerine karşı savaşılıyordu. Yani o zamanki İslâm ordusu, dünyanın süper gücü olan iki ayrı imparatorluk ile aynı anda savaşıyordu. Ordu içindeki komutanlar ve mücâhidler hiçbir engel tanımıyorlar ve Allah rızası için Allah’ın dinini en uzak bölgelere ve bütün insanlığa ulaştırmaya gayret ediyorlardı. Her iki cepheden de güzel haberler geliyor ve fetih hareketleri durmadan ilerliyordu.
Suriye’nin en büyük şehri olan Şam, Bizans İmparatorluğu’nun elinden alındığı zaman halife Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğindeydi; fetih haberini alamadan vefat etti. İkinci halife Hz. Ömer zamanında bu iki cepheye bir de Mısır cephesi ilave edildi. İslam ordusu üç cephede savaşı devam ettiriyordu. En zorlu ve çetin savaşlar, Suriye cephesinde cereyan ediyordu. Hâlid b. Velid’in komutanlık yaptığı Yermûk savaşında destanlar yazılıyordu. Bu savaş ile Müslümanlar, Bizans’ın Suriye bölgesindeki hâkimiyetine son verdiler.
Bizans İmparatoru Herakliyüs, Antakya’da kalarak komutanlarını cepheye gönderdi. 636 yılının Ağustos ayında cereyan eden bu savaşta Bizans ordusu yüz bin, İslâm ordusu da yirmi beş bin kişiden ibaretti. Bizans ordusunun asker sayısını daha fazla gösteren kaynaklar da vardır. 629 yılının Eylül ayında yine Bizans imparatorluğu ile yapılan Mûte savaşında büyük bir kahramanlık gösterdiği için Hz. Peygamber efendimizden Allah’ın kılıcı manasına gelen Seyfullah unvanını alan Hz. Hâlid, bu savaşta da olanca maharetini orta yere koyarak büyük bir zafer kazandı. Fetih hareketleri başladığı zaman Irak cephesinde Sâsânî İmparatorluğu’na karşı savaşan Hâlid, halife tarafından oradan alınarak çok çetin bir cephe olan Suriye cephesine gönderilmişti. Her iki cephede de kendisinden bekleneni fazlasıyla yapan Hz. Hâlid, adını altın harflerle tarih sayfalarına yazdırmıştır.
Koskoca Bizans ordusu, sayıca kendisinden çok az olan İslam mücâhidleri karşısında tutunamıyor, çil yavrusu gibi dağılıyordu. Bu durumu Bizans komutanları da anlayamıyor ve İslâm ordusu karşısında tutunamamalarına bir mana veremiyorlardı. Neticede, İslâm ordusu içine bir câsus göndermeye ve Müslümanların savaşa nasıl hazırlandıklarını, gece-gündüz neler yaptıklarının öğrenmeye karar verdiler. Bizans ordu komutanlarından Kaykulan, gönderdiği câsusa “Git, şu milletin içine gir ve aralarında bir gün bir gece kadar kal; toplayabildiğin haberleri bana getir.” diye talimat verdi. Gönderilen câsus parayla kiralanmış hrıstiyan bir Arap’tı. Arap olduğu için İslâm askerlerinin konuştuğu dili bilen bu câsus, Müslümanların arasına daldı. Bir gün bir gece Müslümanların arasında kaldıktan sonra döndü. Bizans komutanı ona “Anlat bakayım, ne haberler getirdin?” diye sordu. Câsus, Bizans komutanına şunları anlattı:
“Doğrusu, benim gördüğüm bu insanlar geceleri rahipler gibi ibâdet ediyor, gündüzleri de ata binip silah talimi yapıyorlar.”
Bu sözleri dinleyen Bizans komutanı “Eğer söylediklerin doğru ise ölüp mezara girmek bu adamlarla karşılaşmaktan çok daha iyidir. Allah’tan dileğim şudur: Ne beni onlarla ne de onları benimle karşılaştırsın. Ne beni onlara ne de onları bana gâlip kılsın” diyerek Müslümanlardan ne kadar korktuğunu ve çekindiğini dile getirmekten kendini alamadı.
İslam ordu komutanı Hâlid b. Velid’in hayatı boyunca unutamadığı ve ölüm döşeğinde bile “Ahh Yermûk savaşı!..” diye hatırladığı bu büyük savaşı elbetteki Müslümanlar kazandı. Yermûk savaşı cereyan ederken Bizans İmparatoru da Antakya’da bulunuyordu. Rum ordusu yenilerek perişanlık içinde geri dönünce, komutanları çağırarak: “Söyleyin bakayım kahrolası adamlar! Karşınıza alıp şu savaş yaptığınız adamlar da sizin gibi birer insan değil miydiler?” diye gürledi. Komutanların “Evet!” demekten başka çareleri yoktu. Bu sefer imparator: “Sayıca siz mi çoktunuz, yoksa onlar mı daha çoktular?” diye sordu. “Aksine biz onlardan kat kat fazlaydık” dediler. Bunun üzerine imparator: “Peki, size ne oldu ki, onların karşısında yenik düşüp perişan oldunuz” diye sorunca aralarındaki en yaşlı komutan yenilgiye uğramalarının sebeplerini şöyle dile getirmeye çalıştı;
“Haşmetmeab imparatorumuz! Onlar gece namaz kılar, gündüz oruç tutarlar. Verdikleri sözü mutlak surette yerine getirirler. Doğruyu emreder, kötülükten sakındırırlar. Kendi aralarında insafla davranır, adâletle muâmele ederler. Bize gelince içki içer, zina eder, çirkin fiillerde bulunuruz. Katiyen sözümüzde durmaz, öfkelenir, birbirimize hep zulmederiz. Kötü şeyleri birbirimize tavsiye eder, Allah’ın hoşnutluğunu celbeden her türlü iyilikten de birbirimizi uzaklaştırmaya çalışır, yeryüzünde her türlü mel’aneti işleyerek fitne ve fesat çıkarmaya çalışırız. İşte yenilmemizin ve onların da bize karşı zafer kazanmalarının sebepleri bunlardır.”
Bu sözleri dinleyen imparator Herakliyüs, “Evet, sen bana doğruyu söyledin” diyerek çaresiz bir şekilde onu tasdik etti ve bu perişanlığı onlarla paylaşmak zorunda kaldı. Neticede Suriye, Müslümanların eline geçti.
Zamanımızda Müslümanlar düşmanlarına yeniliyorsa sebep, kendilerinin düşmanları gibi yaşamalarıdır. Müslüman, İslâm’ı bütün güzellikleriyle önce kendi nefsinde yaşamıyorsa hiçbir yerde başarılı olamaz. Bugün en büyük dertlerimizden biri belki de en başta geleni işte budur.